AKP uzunca bir süredir beklettiği “Haziran direnişi” ile “hesaplaşma” için uygun (ya da gerekli) zamanın geldiğini düşünmekte ki, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan ve sanıkların “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasının istendiği 657 sayfalık “Gezi İddianamesi” nihayet ortaya çıktı. Sürmekte olan başkaca soruşturmaların olduğu da bilinmekte.
Oysa, 2013 yılında olan, milyonların doğrudan katılımı ile siyasetin sokaklara inmesi idi. Muazzam bir halk hareketi olan “Gezi”, siyasetin sokak halini de Cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde meşru bir hale sokmuştu.
Uzunca bir zamandır, esasen de Ergenekon yargılamasından itibaren formüle ettiğimiz üzere, yargı operasyonel bir araca dönüşmüş durumda. Bu hali de artık süreklileşmiş olup, aktörlerin değişmesi de durumu değiştirmemektedir. Soruşturmalar ve davalar önce Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesinde sonrasında da İkinci Cumhuriyet’in yerleştirilmesinde, aynı anda da toplumun şekillendirilmesinde özel bir rol oynamışlardır.
Tüm bu süreçte, yargı artık “zor aygıtının bir parçası” olmanın ötesinde, kendisini İkinci Cumhuriyet’in asli unsuru olarak deklare eden yeni bir kimlik oluşturmuş ve kararlarını da “yeni” cumhuriyetin ihtiyaçları doğrultusunda veren bir yapı haline dönüşmüştür.
Tüm bu dönem boyunca görülen her davanın kendi içinde bir önemi bulunmakla beraber, esasen bu davaların toplamda neye işaret ettiği, ne için işlevlendirildikleri önem kazanmakta.
Yazının sınırlarını göz önüne alarak, Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesinde rol alan Ergenekon, Balyoz, Odatv ve benzeri davaları ismen hatırlatıp İkinci Cumhuriyet’in yerleştirilmesinde de özel bir role soyunan, önemli gördüğüm bir dizi yargı uygulaması ile davayı hatırlatmak istiyorum.
Örnekler çoğaltılabilir. “Gezi” davasının da İkinci Cumhuriyet’in yapılandırılmasında kullanılmak isteneceğini öngörebiliriz. “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlaması, olası her muhalif çalışmanın karşılaşabileceği bir davaya dönüşme özelliği kazanmış durumundadır. Hedefte olan muhaliflerin siyaset yapma hakkıdır. Yasanın aradığı özelliklerin var olup olmadığına dahi bakılmadan suç isnat edilmektedir. Tutuklamanın ise herhangi yasal bir kriteri bulunmamaktadır.
Özcesi, ülkede hiç kimsenin, hiçbir kurumun hukuk güvenliği yoktur. Esasen de hiçbir hâkim ve savcının hukuk güvenliği bulunmamaktadır. Bundan üç beş yıl önce kararlarında hukuk güvenliğini tartışan hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini hukuk devletinin önkoşulu olarak ifade eden Anayasa Mahkemesi bu konuda şimdi derin bir sessizlik içerisindedir!
Nihayetinde, kuralsızlık en çıplak hali ile kural haline gelmiştir.
Bu haber en son değiştirildi 18 Mart 2019 10:07 10:07
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…
Uluslararası Ceza Mahkemesi, (ICC) Gazze'de savaş suçu ı̇şledikleri gerekçesiyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…