Ekim’den Türkiye’ye
02-11-2019 09:03Türkiye hem emperyalist işgali yenebilmek hem savaştaki bazı büyük cephelerin kapatılmasını sağlamak hem de askeri-ekonomik destek sağlamak için, sosyalist Rusya ise hem güneybatısından gelebilecek askeri tehditleri ortadan kaldırmak hem de dünya üzerindeki emperyalist tahakkümü geriletmek için diğer tarafa ihtiyaç duyuyordu.
Orhan Deniz
1.Dünya Savaşı’na katılan iki büyük imparatorluk savaş bittiğinde tarihe karışmıştı. Rus İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp dağılırken, her iki imparatorluğun yayıldığı coğrafyalarda çok sayıda yeni devlet kurulmuştu. Ekim Devrimi ortaya çıkan bu sonucu yaratan en büyük olaydır ve Çarlığı yıkarak iktidarı eline alan Rus işçi sınıfı sadece diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerinin değil, tüm bölge halklarının da kaderini etkileyecek adımı atmıştır.
Ekim Devrimi’nin yarattığı etkiler oldukça geniş ve kapsamlı. Bu yazıda Ekim Devrimi’nin bizim topraklarımıza olan etkilerinin genel bir çerçevesini çizmeye çalışacağız.
İlk olarak birkaç benzerliğin altını çizebiliriz. Gerek Rus gerekse de Osmanlı İmparatorluğu güçlü bir merkezi devlet yapısına sahip, çok sayıda halkın yaşadığı geniş coğrafi alanlara yayılmış, ciddi krizlerle boğuşan ve savaşı toparlanmanın ve kurtuluşun bir yolu olarak gören devletlerdi ve 1.Dünya Savaşı başladığında her iki ülke için de bir dağılma halinin söz konusu olduğunu söylemek abartı olmaz.
Osmanlı Devleti’nin dağılmadan kurtuluş yolunu Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülükte aradığı bilinir. Dönemin İttihat ve Terakki liderlerinin yenilmez görünen Almanya ile birlikte savaşa girme isteği de büyük oranda Osmanlı’nın kurtuluş yolu arayışlarının bir parçası olarak görülebilir. Bu durum aslında Osmanlı’daki ve sonrasında Anadolu’daki siyasi kadroların pragmatizmini gösterir ve pragmatizm hem o dönem hem de sonrası için Türk dış politikasının en önemli kilit kavramlarından olur.
Çarlık Rusyası için de durum pek farklı değildir. Onlarca yıldır savaşların içerisinde olan ve gitgide yükselen devrimci hareketlerin tehdidini hisseden bu “gericiliğin en büyük kalesi” kurtuluşu büyümekte ve yayılmakta görüyordu. Rus İmparatorluğu’nun bu hevesi uzun sürmedi ve savaşın başlangıcından üç yıl sonra gerçekleşen Ekim Devrimi çok şeyi değiştirdi.
İlk büyük ve önemli değişiklik savaşa karşı barış denmesiydi. Barış, Bolşevikleri iktidara taşıyan ana sloganlardan biriydi ve devrimden yaklaşık 4 ay sonra imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması’yla sosyalist ülke resmi olarak da savaşın dışına çıkmış oluyordu. Antlaşma uyarınca Kars, Ardahan, Batum ve Artvin Osmanlı’ya bırakılıyordu ve Brest-Litovsk Osmanlı’nın toprak kazandığı son antlaşmaydı.
Sonraki yıllarda Bolşeviklerin ve yeni kurulan sosyalist iktidarların resmi muhatabı Anadolu ve Anadolu’da yükselen ulusal kurtuluş savaşının önderleri oldu. Cumhuriyet ilan edilmeden önce imzalanan Gümrü, Moskova, Kars Antlaşmaları ve cumhuriyetin hemen sonrası imzalanan Türkiye-Sovyetler Birliği Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması ikili ilişkilerin yazılı belgeleri oldu. Cumhuriyetin ilanı öncesi imzalanan antlaşmaların kendi içeriklerinden bağımsız olarak taşıdıkları bir önem de Ankara’nın ilk defa uluslararası düzlemde başka bir ülke tarafından resmi olarak tanınmış olmasıdır.
Kurulan bu ilişkilerin oldukça karmaşık, ideolojik ve politik belirsizliklerin ortalıkta yüzdüğü, farklı iktidar alternatiflerinin kendilerini var etme çabası sergiledikleri bir zemine sahip olduğu mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
Anadolu’da emperyalist işgale karşı yürütülen bir savaş vardır ve savaşın fiili merkezi olan Ankara’nın nasıl bir ülke kurguladığı bile net olarak bilinmemektedir mesela. Savaş sonrası tekrar saltanatın devam edeceğini düşünenlerin sayısı az değildir, ama Ankara’daki önderlik bir cumhuriyetin kurulacağının sinyallerini açıkça vermekte ve kapitalizmden yana tercihte bulunacağını hem söylem olarak hem de pratik uygulamalarıyla göstermektedir. İttihat Terakki önderleri tekrar iktidarı almanın yollarını aramakta, farklı dinamiklerle bağ kurmaya çalışmaktadır. Diğer yandan Rusya’da iktidarı ele geçiren Bolşevikler ve işçi sınıfı için de durum çok sarih değildir. Karşı-devrim hemen saldırıya geçmiştir, iktidarı korumak için çok farklı toplumsal katmanlar ve bunların siyasi temsilcileriyle geçici ve somut ilişkiler kurulmak durumunda kalınmıştır. Devrim öncesi vaat edilen barışın sağlanması için adımlar atılmıştır, ama bu sosyalizmi kurmaya çalışan o toprakların kapitalist ülkelerin saldırısına uğramayacağı anlamına gelmemektedir. Bolşeviklerin bu tablodaki yaklaşımları iki türlü değerlendirilebilir: 1) Alman devrimi beklentisi ve o güne kadar sosyalizmi ayakta tutmak/sosyalist kuruluşun adımlarını atmak, bunları yaparken çevre ülkelerde mümkün olduğunca sosyalist propagandayı örgütlemek ve 2) daha somut bir adım olarak, Beyaz Ordu’yu yenilgiye uğratmak ve askeri saldırı olasılığını minimize edecek güvenli sınır bölgeleri yaratmak.
Tüm bunları değerlendirerek baktığımızda göreceğimiz şey açıktır: Türkiye hem emperyalist işgali yenebilmek hem savaştaki bazı büyük cephelerin kapatılmasını sağlamak hem de askeri-ekonomik destek sağlamak için, sosyalist Rusya ise hem güneybatısından gelebilecek askeri tehditleri ortadan kaldırmak hem de dünya üzerindeki emperyalist tahakkümü geriletmek için diğer tarafa ihtiyaç duyuyordu.
Buradaki çok önemli bir parametre Ekim Devrimi’nin ya da Bolşevikliğin Anadolu’daki direniş üzerinde bıraktığı etkidir. Rus Çarlığını deviren ve tüm toplumun eşitliğini ve özgürlüğünü savunan bu yeni düzen Anadolu’da önemli bir rüzgar yaratmıştır. O zamana kadar İstanbul, İzmir, Bursa, Zonguldak gibi illerde izlerini görebildiğimiz sosyalist düşünceler, şüphesiz farklılaşarak hızlı bir şekilde yayılma imkanı bulmuşlardı. Bolşeviklik bir anlamda yeni bir kurtuluş reçetesinin de adı olmuştur. Siyasetçilerin birbirlerine yoldaş diye hitap etmeye başlamaları, kırmızı rengin giyim kuşamda daha çok kullanılmaya başlanması gibi şekilci davranışların artması, İslam ile Bolşevikliği harmanlamaya çalışanların varlığı, farklı şehirlerde sosyalist yayınların çıkarılmaya başlanması bu döneme ait özgünlüklerdir. Tüm bunların üzerine eklenecek bir şey de siyasette etkili kişi ya da partilerin Bolşeviklerle ilişki kurmak için harekete geçmesidir.
Bu havanın Bolşevikler tarafından yapılan ilk okumasının Anadolu’da bir sosyalist devrim gerçekleşmesinin olanaklarını irdelemek olduğunu tahmin etmek zor değil. Fakat bu olasılık çok güçlü görünmemiş ve yüzünü kapitalizme dönmüş ama emperyalist ülkelere karşı ulusal kurtuluşçu bir iktidarın desteklenmesi daha reel bulunmuştur. Tabi bu durum Türkiye’de mücadele eden gerçek komünistlerin örgütlenme ve politikalarında da etkili olmuştur. TKP’nin kuruluşu ve sonrasında izlediği örgütlenme ve politikalar bu gerçeklikle de ele alınmalıdır.
Velhasıl, Ekim Devrimi’nin ülkemizde yarattığı devrimci hava 1921 yılı başlarına kadar güçlü eserken, özelikle Suphilerin katlinden sonra Anadolu’daki ulusal kurtuluş savaşı ile Rusya’daki işçi iktidarının karşılıklı çıkarlarının ve bunun somut adımlarının öne çıktığı bir süreç yaşanmaya başlamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması için en ciddi askeri ve ekonomik yardımlar Bolşeviklerden gelmiş, cumhuriyet Türkiye’sinin inşasında önemli roller üstlenmiş bir çok kurum da yine Sovyetler Birliği’nin sağladığı destekle inşa edilmiştir.