Türkiye sağı, gerici karakteri gereği; ilerici bulduğu ne varsa onu tepeden ya da dışarıdan olmakla, halktan uzaklıkla, halkın değerlerine, inançlarına, kutsallarına ters olduğu savıyla itham etti. Sağ siyaset, ilericilikle gericiliğin siyasal kavgasını, ‘elitizm’ ile ‘halkın adamı olma’ kavgası gibi yansıttı. Sağ popülizm ise; ilericilikle ve kazanılmış haklarla olan kavgasını, gerçek emellerini, öz biçimini bu yanılsamayla perdeledi. Üstelik popülizm sayesinde kazanılan ‘kitle desteği’ bu kavganın motor gücü yapıldı.
AKP için sağ popülizm bir ata mirası. Menderes’ten, Özal’dan, Demirel’den aldı bu mirası, ‘doğru’ yatırımlarla arşa erdirdi. Kerameti kendinden menkul ‘biz ve diğerleri’ şeklinde bir tanımlamalar kataloğu ile; rakip bulursa rakibiyle, rakip bulamazsa gölgelerle kavga veriyor görüntüsü yaratıyor AKP.
Bugün sıkça duyduğumuz ‘yerli ve milli’lik ile ‘kökü dışarıdalık’ ayrımı bile, ‘bir avuç seçkin’ ile ‘millet’ ayrımı yapan ancak emperyalizmle bağını hep gözeten Türkiye sağının mirası, deneysel olarak bulduğu ve ‘işe yaradığını’ gördüğü bir yöntem. Batı’yla ya da emperyalist güçlerle bağlarını gizlemek için bir perde işlevi de gören bu buluş, ‘milli irade’ diyerek de taçlandırıyor gerici ve işbirlikçi misyonunu; bir taşla iki kuş.
Popülizm nedir, ne değildir bu dosyada başka bir yazarın konusu olduğundan bu alana çok girmeyeceğim; fakat popülizmin ‘elit’lere karşı halkın çoğunluğunun yanındaymışçasına başlayan ve ancak yine bir avuç yeni elitist tabaka yaratmanın içeriğine değinmek gerekecek. Sonrası, o yeni ‘kendi çıkarlarıyla malul’ bir avuç azınlığın ‘kazanma’ güdüleri için kullanılan bir demogoji ve manipülasyon aracına evrilmesi sürecinden başka bir şey değil. Özelde ise Türk sağının kullanageldiği üzere, halkın ve özelde sağ seçmenin üzerine ‘vaat’ker kusan bir avuç kariyeristin, iktidarlarının devamı için günlük olarak kullandığı bir ‘siyasal karakter’ oldu bu bol vaatli sağ popülizm.
Gerçeklikten uzak vaatler, bütünü ile yeni elitist tabakanın konumunun güvencesi haline geldi. Yola çıkarken zikredilen ‘halk için’ ve ‘halkla birlikte’ oluşun yerini alan ‘iktidarı koruma’ ilkel güdüsü, vaatlerle birlikte süslendi ve ‘seçmen’in karşısına çıktı. İşte bu uzun, eski, doğru kabul edilen yalan söyleme sanatının serüvenidir popülizm. Dolayısıyla AKP bunun ilk örneği değildir, korkarız ki ona öykünen irili ufaklı burjuva partilerinin/liderlerinin ‘demek ki doğru budur’ ön kabulünden kaynaklı olarak son da olmayacaktır.
İktidar olmanın salt seçmenin ‘olur’unu almaktan ziyade; emperyalist devletlerden, tekelci sermayeden ve ülkedeki sermaye gruplarından da olur almaktan geçtiğini bilen burjuva partileri ve özelde sağ; bir yandan bu bağlantıların yollarını döşerken, diğer yandan ‘yerli ve millilik’ten, din, iman, milliyetten, halkın adamı imajından kendisine kalın perdeler dikmektedir.
Bu ilk elden ilgili emperyalizmin ve para babalarının desteğinin perdelenmesini sağladığı gibi sosyal devletin yerini cemaatlerin aldığı, kamuculuğun yerini liberal siyasetin aldığı, yurtseverliğin yerini dış politika yoluyla taşeronlaşmanın ve milliyetçiliğin aldığı bir çarpık karşı devrim sürecinin de taşlarını döşemeye de yaramıştır. Türkiye sağı bunu büyük ölçüde başardı; özgürlük, eşitlik, tarafsızlık, kamu, hukuk, demokrasi, cumhuriyet vb. temel ilkelerin yerini yalnızca seçilmişler ve ailelerinin çarklarının devamlılığının gözetildiği ucube bir düzen aldı. Bu ilkel hanedanlığa, ‘halkın iradesi’ süsüyle meşruiyet katıldı.
Vaatler ise işin en göz alıcı rengi idi: ‘Büyük Türkiye, Güçlü Türkiye’ kavramı AKP’nin icadı değil, ‘Taksim’e cami yapacağız’ projesi de… Dolayısıyla işbirlikçi, gerici ve popülist bir sağ parti olan AKP, bütün bu ‘tutan’ vaatlerin yeni tüccarı oldu, gördü ve artırdı. ‘Yeter söz milletin’ ile başlayan serüven, işte bugüne-günümüze ulaştı…
Vaatlerle iktidara yerleşen sağ
1946’dan sonra çok partili sisteme geçen Türkiye’de, ‘Yeter söz milletin’ kampanyası ile iktidara gelen Demokrat Parti, lideri Adnan Menderes ile ‘kalkınan Türkiye’den bahsetti. Açıkça ‘Büyük Türkiye’ için destek istedi 54 seçimlerinde.
Buraya kadar bile AKP ile Menderes liderliğinin benzerliği yadsınamazken, Demokrat Parti’nin üçüncü dönemdeki söylemleri ve eylemleri de kuşkusuz içinden geçtiğimiz yerel seçimler serüvenini hatırlatacaktır. Menderes 57’de 8 yıllık seçmen ile ‘tanışıklığına’ parmak basarak “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” mesajını iletti onlara. Yıldırım’ın ‘yine biz yaparız’ mesajı, Demokrat Parti’nin o günkü mesajı ile birebir aynı.
Demokrat Parti’nin uzuvlarından Süleyman Demirel’li Adalet Partisi, ‘Hakimiyet Milletindir’ lafzı ile Menderes’in devamcısı olduğunu vurguladı. Evlere ‘kırat’ların girmesinde bu kopyala-yapıştır söylemden ziyade bu kez ‘projeler’ de etkili olmuştu. Şimdinin ‘ulaşım’ ya da ‘maddi yardım’ vaatlerine benzer bir şekilde, ‘bam teli’ sayılabilecek iki problemin çözüleceği vaat edildi. Su ve yol problemine çubuk bükülen kampanyada “ana davamız su ve yol” denildi. Yine az önce üçüncü dönemlere parmak bastığımız geleneksellikte, Demirel de icraatlarını işaret etti üçüncü seçim döneminde; vaktiyle yapılan köprüye halkın dikkatini çekerek “Avrupa’yı Asya’ya bağladık” dedi.
Şimdi inşa edilen köprülere, yollara değinip ‘yap-işlet-devret’ modeline, ‘geçiş garantisi’ne, o geçiş garantisinin eksik kısmının halka nasıl fatura edildiğine elbette bugün olduğu gibi o gün de değinilmedi.
Darbe sonrası açılan siyaset sahnesine ilk çıkan Turgut Özal, 83 Genel Seçimleri için “Ahirette iman, dünyada mekan diyorsan; oyunu Özal’ın partisine ver” diyerek partisi Anavatan Partisi’ne oy istedi. ‘Ahirette iman’ı bilemeyiz elbette; ancak ‘dünyada mekan’ vaadini özümseyen %45’lik bir seçmen dilimi onu tek başına iktidara taşıdı.
Ekonomik söylemler sayesinde, örneğin ‘limon gibi sıkılma’ diyerek başarıya ulaşan SHP, cin fikirli sağın aklında da bir ampul yakmış olacaktı ki Tansu Çiller 1991’de Doğru Yol Partisi ile “herkese iki anahtar” dedi ve oyları topladı. Demirel’in ekonomiden sorumlu bakanı olan Çiller, ev ve araba anahtarlarını kastederek tutturduğu söylemlerine, ‘her köylüye traktör’ ve ‘her mahalleye milyoner’ vaatleriyle devam etti.
Ekonomi demişken; Özal da enflasyonu düşürüp ortadireği güçlendirme buluşunu ortaya attı. ‘Benim memurum işini bilir’ söylemi ile zenginleşme ve sınıf atlama kaynağı olarak ‘rüşvet’ metodunu önerdi. Zengin zaten zengindi, yoksul da zaten yoksul, Özal doğrudan ‘ortadirek’ seçmeni hedefledi.
Kim ne veriyorsa 5 fazlası…
Süleyman Demirel, 91 seçimlerinde sağcıların vaat yarışından sıkılmış olacaktı ki akla hayale gelmeyecek bir açık artırma teklifinde bulundu: Kim ne veriyorsa ben beş lira fazlasını vereceğim. Seçimler müzayedeydi ya münadi vurdu çekicini ‘satıyorum, sattım’ dedi; iktidar oldu Demirel.
1994’te yerel seçimlerde ‘halka dokunarak’ sessiz ve derinden gelen Necmettin Erbakan’ın partisi Refah, bir sonraki yerel seçimde hareketin de kuruluşundan beri vurguladığı üzere “Adil düzen” sloganı ile yola çıkarak oyları topladı.
Binali Yıldırım gibi Teknik Üniversite’den mezun olan Erbakan, ‘hızlı tren’ projesiyle gündeme geldi. Ardından ise her ile bir fabrika ile beraberinde bir de havaalanı vadetti. Milli duruşuyla 5 bin kadar tank üretimi yapacağız diyen Erbakan, dinci duruşuyla da Taksim Meydanı’na cami yapma vaadini seçmenle paylaştı.
99 seçimlerinde Devlet Bahçeli ‘Apo’yu idam edeceğiz’ dedi, bu sayede Öcalan’ı yakalayan DSP ile koalisyon kurdu.
Artan ekonomik krizle birlikte girilen erken seçim sathı mailinde sermayedar Cem Uzan, morali bozuk halka ekran yüzü popçuların konserleriyle ve aç seçmene ekmek arası dönerleriyle gitti. Halka telefon veya ‘sim kart’ dağıtan Uzan, vaatlerini de sıraladı: Mazot 1 lira olacak! İşsizlere 350 lira verilecek. Fındık 8 lira olacak. Şimdiki siyasetçilerin ilk kez seçmen olacak gençlere seslendiği gibi Uzan da ‘üniversite sınavı kalkacak’ diye seslendi onlara. Sınava ihtiyaç kalmayacak, çünkü üniversite sayısı tam dört katına çıkacak dedi, kıl payı baraj altında kaldı.
Ve AKP
Refah Partisi’nden ayrılarak ‘Adalet’ ve ‘Kalkınma’ Partisi’ni kuran Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdullatif Şener, kendilerini Erbakancılardan ayırmak için ‘yenilikçi’ bir profil çizerlerken söz konusu vaatler ve popülizm olduğunda ise bütün bu saydığımız Türkiye sağının seçim performansını ihya ettiler, ‘gelenekçi’ oldular.
AKP’nin 3 Kasım 2002’de Milletvekili seçimleri için hazırladığı beyannamenin başlığına “Her Şey Türkiye İçin” denildi.
“İlkeli Siyaset”, “Temel Hak ve Özgürlükler” ve “Demokrasi ve Sivil Toplum” başlıklarına ayrılmış seçim beyannamesinde, Sovyetlerin yıkılmasının ardından vaaz edilen ‘çatışmasız’ bir dünya konjonktüründen övgüyle bahsedilirken sermayenin serbest dolaşımı, temel hak ve hürriyetler önemsendi ve totaliter rejimlerin bittiğinden dem vuruldu. Halk iradesine özel vurgu yapılan beyannamede ‘devletin faaliyet alanlarının’ daralması gerekliliğine ve özel sektör ile sivil toplum örgütlerinin etkinliğinin artışına dikkat çekildi.
Kuruluşu ve siyaset tablosuna katılımda kurulan ‘dış bağlantılar’ meşru kılınırcasına ‘içe kapanıklık’ eleştirildi ve uluslararası camiada yer almaktan bahsedildi. Geçmiş dönem özelleştirmede devletin ‘aktif’ rolü eleştirilirken servetin de adaletsiz dağıtılmasına dikkat çekildi. Koalisyonlar eleştirilerek, ‘ekonomik istikrar’dan söz edildi, ekonomi politikaları işsizlik başlığı ve yurtdışına genç nüfusun göçü ile eleştirilirken IMF’le işbirliği de yerden yere vuruldu. İçinden geçilen ekonomik krizin sorumlusu halkımız değil ülkeyi yönetenlerdir denildi.
Kendilerini ‘demokrat, muhafazakâr, yenilikçi ve çağdaş’ şeklinde betimleyen AKP, parti çıkarlarını ülke çıkarlarının üstünde tutan siyasi bakışı eleştirdi. Farklı inanç ve kültürleri ‘zenginlik’ olarak ifade eden AKP kurucuları, ‘eşitlik’, ‘demokrasi’, ‘hukuk’ ifadelerini anarak; “Temel hak ve özgürlükleri ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde, özellikle Kopenhag uygulanması ve siyasal kültürümüzün yerleşik bir boyutu olarak güçlenmesi yönünde çaba sarf edecektir” dediler.
“İşkence, kayıp, göz altında ölüm, faili meçhul cinayet gibi demokratik hukuk devletinde kabul edilemez insan hakları ihlallerinin üzerine ciddiyetle gidecektir” ifadelerine yer verilen beyannamede, “Yaşama ve mülkiyet hakkını, düşünce, ifade, inanç, teşebbüs ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan hükümler, evrensel hukuk ve özgürlük anlayışı dikkate alınarak yeniden düzenleyecektir” de yazıldı. (https://kurzman.unc.edu/files/2011/06/AKP_2002.pdf)
Bu uzun parantez elzemdi, zira sonrası Türkiye sağının projeleri ile köprüsünden, sloganına birebir aynı olacaktı. AKP ‘Her şey Türkiye İçin’ sloganına, ‘güven ve istikrar’dan bahsederek “durmak yok, yola devam” sloganını iliştirdi. “Türkiye hazır, hedef 2023”, “yeni Türkiye yolunda daima adalet, daime kalkınma” sloganları birbirini kovaladı.
“Güçlü Meclis, Güçlü Hükûmet, Güçlü Türkiye” denildi örneğin Meclis’in tasfiye edileceği bir seçim sürecinde.
En son ‘beka söylemi’ ile ‘aşk’ teması arasında sıkışan ucube propaganda sonrasında kısa sürede eski sağcıların süreçlerine göz atılarak, aşina olunan bir sloganda karar kılındı.
Dokunulmazlıkların kaldırılacağını söyleyip muhaliflerin dokunulmazlığını kaldıran, yolsuzluk iddialarının kalkanı olarak ise ‘dokunulmazlık’ zırhını kullanan AKP, ’12 Eylül darbecilerini yargılama’ vaadinde de bulunmuştu örneğin.
Yine dosyamızda başka bir başlık olan AKP ve vaatleri konusuna girmeyeceğim, Ancak gelinen son noktada ‘Türk sağının karşılıksız vaatleri’ şeklinde geçen AKP iktidarının, günün sonunda betimlemeye çalıştığımız serüvende sıkça başvurulan o yola düştü: Eski icraatlarından bahsetmek.
Yıldırım’ın adaylık sürecinde AKP, tekrarlanan seçimde slogan olarak ‘yapmama’ veya ‘hesapsızca yapıp faturayı halka kesme’ süreçlerinden hiç utanıp sıkılmadan “yine biz yaparız” sloganını benimsedi.
Siyasette hayali bir düşman yaratıp, ‘bunlar’ tarifi ile binlerce ithama yer veren bir siyasi zihniyet, seçmenine bütün bu ithamları hatırlatırcasına yine ‘bunlar’ ve ‘biz’ karşıtlığını harladı.
İşte “onlar”ın hikayesi: Yarıçapı 2 yıl olan, boş bir vaat çemberinde dönen siyaset vagonunun yolcuları…
Bu haber en son değiştirildi 21 Haziran 2019 08:21 08:21
Türkiye Komünist Hareketi'nin (TKH) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yaptığı…
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Yenidoğan çetesi skandalı hakkında Eski Sağlık Bakanları Mehmet Müezzinoğlu, Recep Akdağ,…
Ahmet Özer'in tutuklanmasının ve yerine kayyum atanmasının ardından belediyede kamu ve özel teşebbüse ait hizmetlerde…
Milli Savunma Bakanlığı, Kara Harp Okulu resmi mezuniyet töreni sonrasında yaşanan kılıç çatma töreni sonrasında…
Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran cinayetinde itirafçı olan…
Hamas'ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, Gazze'de ateşkes görüşmeleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. el-Hayye, "Gazze'nin…