Cumhuriyet kodlamasının tarihsel olarak ileri, gelişkinliği gösteren ve kendinde pozitif bir içeriğe sahip olduğu kabul edilir. Şüphesiz bu durumda cumhuriyete karşıt olarak monarşinin, teokratik rejimlerin, askeri diktatörlüklerin konulmasının büyük payı var ve bu haliyle ilk cümledeki genel kanı bir gerçeklik olarak görülebilir. Ama cumhuriyet fikrini, cumhuriyetle ilgili tartışmaları sadece böylesi bir kavrayış düzleminde ele almak doğru olmayacaktır. Çünkü, bu düzlem önemli eksiklikler içerir.
En önemli eksik, cumhuriyetin bir biçim, verili durumdaki bir çok farklı dinamiğe bağımlı bir biçim olması ve bu biçimin tüm toplumsal katmanların ihtiyaç ve talepleri için en uyumlu hali yansıtmasıdır. Uyumu yansıtamayan, tüm toplumsal katmanları bu uyuma ikna edemeyen biçim er ya da geç yıkılacak ve yeni bir biçim inşa edilecektir. Bu açıdan, günümüz modern toplumunda sıkça örnek ülkeler olarak gösterilen İsveç ve Norveç’in yönetim şeklinin krallık olduğunu hatırlatabiliriz. Bu ülkelerdeki biçim, yönetim biçimi, krallığın devam ettiği, parlamentonun etkin olduğu bir şekilde toplumdaki uyumu ya da meşruiyeti, şu an için, sağlayabiliyor ve klasik bir cumhuriyete ihtiyaç duymuyor.
İşte bu durum, yani cumhuriyetin aslolarak bir yönetim biçimi olması, şekille ilgili olması, cumhuriyetle ilgili tartışmanın doğru şekilde yapılacağı düzleme de işaret ediyor: Cumhuriyet tartışması sınıf mücadelelerinden bağımsız yapılamaz ve bu tartışma öz olarak bir devlet ve halkın devlet yönetimine katılımı tartışmasıdır. Marx’ın 1848 devrimlerini incelerken yazdıkları öğreticidir: “Haziran isyancılarının yenilgisinin, üzerinde burjuva cumhuriyetinin kurulabileceği, inşa edilebileceği zemini hazırlamış, düzlemiş olduğu doğrudur; ama bu yenilgi aynı zamanda, Avrupa’nın gündeminde ‘cumhuriyet mi monarşi mi?’den başka sorunların bulunduğunu göstermişti. Burjuva cumhuriyetinin burada bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki sınırlandırılmamış despotizmi anlamına geldiğini ortaya çıkarmıştı.”
Evet, 1848 Haziran yenilgisine kadar tüm işçi, emekçi, ezilen, muhalif kesimlerin yürüttüğü mücadelenin hedefi cumhuriyettir. Başka bir deyişle hedef kralın, aristokrat sınıfın, din adamlarının düzeninin yıkılması, halkın yönetimde söz sahibi haline gelmesidir. 1848 yenilgisinden sonra cumhuriyetin tüm halka ait olma özelliği izafileşmiş, cumhuriyet burjuva sınıfın iktidarının gölgesinde bir demokrasi oyununun kurumsal haline dönüşmüştür.
Tabi, 1848’in çetin günlerinde sonuçları kanlı katliamlardan başka bir şey olmayan bu “despotizm”, zaman içerisinde gelişmiş ve farklı koşullarda farklı tepkiler üretmiştir. Burjuva sınıfı, özellikle, halkın iradesinin doğrudan ifadesi sayılan genel oy hakkını kullanarak kendi sınıf iktidarını meşrulaştırma yollarını geliştirmiştir. Özellikle Ekim Devrimi sonrası, halkın iradesinin toplumsal yaşama o güne kadar ki en yetkin şekilde yansıması ve sosyalist cumhuriyetlerin bu dönüşümün yönetim biçimi olması, burjuva cumhuriyetlerinin “despotizmini” “sınırlandırmış” ve sosyalist ve kapitalist devletlerin varlığında bir yönetim biçimi olarak cumhuriyet daha kalıcı ve katı hale gelmiştir. En başta söylediğimiz, cumhuriyetin tarihsel olarak ileri karakteri de bu kalıcılık ve katılıkla birlikte yerleşikleşmiştir.
Gelelim bizim topraklarımıza…
Bizim topraklarımızda cumhuriyetin kuruluşu dünyadaki birçok kuruluş örneğiyle karşılaştırılamayacak kadar çetin ve sert olmuştur. 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet emperyalist işgale karşı verilen savaşın içinden, saltanatı ve hilafeti de yıkarak, yüzlerce yıl tebaa olarak görülen insanları özgür yurttaşlara dönüştürerek kuruldu. Hemen yanı başında yeni kurulan sosyalist ülkeyle kurulan ilişkiler, kapitalist bir ülke kurma hedefine rağmen ve uluslararası gelişmelerin yarattığı koşullar sonucu, devletçi, planlamacı ve kalkınmacı bir yol izlenmesini sağladı. Kısacası, 1923 cumhuriyeti Osmanlı Devleti’nden, özellikle siyasal ve toplumsal yaşam açısından, köklü ve radikal bir kopuş olurken, aynı zamanda Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, kurucu kadronun, altı temel okundan biri olarak diğer ilkelerin uygulanmasını sağlayan zemin oldu. Devlet örgütlenmesi ve tüm yapısal kurumlar artı toplumsal yaşam cumhuriyet esaslarına göre düzenlendi.
Cumhuriyete ve cumhuriyetin hayata geçirdiği dönüşümlere sahip çıkmak ülkemiz ilerici hareketinin temel unsurlarından oldu. Tabi, cumhuriyetin ilanı ve sonrasında atılan adımlar, yani 1923 cumhuriyetinin öz itibariyle bir burjuva cumhuriyet olması, yaşanan dönüşümlerin sonuna kadar hiçbir zaman götürülmediği, hep yarıda bırakıldığı ve hatta geri çekildiği bir tablo da doğurdu, ama buna rağmen bağımsızlık, laiklik, devletçilik ülke kimliğinin önemli bir parçası oldular.
Bu tablo özellikle 1950’li yıllarda bozulmaya başladı. Küçük Amerika hayalleri bağımlılığa, Menderes’in demokratlığı dinci gericiliğin palazlanmasına yol açarken, cumhuriyetin kazanımları ülkedeki ilericilik-gericilik kavgasının ana başlıklarından oldular.
Yukarıda belirtmiştik, sınıfsal bir zemin üzerinden yürütülmeyen kavgaların sapma, manipüle edilme, hedefi kaybetme olasılıkları yüksektir ve ülkedeki ilericilik-gericilik kavgasını sınıfsal özü gözardı ederek retorik bir bağımsızlık-işbirlikçilik, laiklik-dincilik kavrayışına indirgeyenler cumhuriyetin kazanımlarının ayaklarının altından kayıp gittiğini fark edememişlerdir. İşte 1950’lerle başlayan bozulmanın önce 1923 cumhuriyetinin yıkılışını hazırlaması ve bugün ülkeyi onlarca yıl geriye götüren tuhaf bir başkanlık sistemine geçirişi cumhuriyeti işçi sınıfı iktidarıyla birleştirememenin cezasından başka bir şey değildir.
Ülkemizin resmi adı Türkiye Cumhuriyeti’dir, ama cumhuriyet de her niyete yenen muz değildir. Ülkede kurulmuş olan siyasal mekanizma, halkın iradesinin seçim zamanları birbirinden farkı olmayan sermaye partilerinden birine oy vermeye indirgenmiş olması, eğitim sisteminin, hukuk sisteminin, toplumsal yaşamın gelmiş olduğu nokta içinde yaşadığımız yönetim biçiminin cumhuriyetle ilgisi olmadığını apaçık göstermektedir. Şu anki Türkiye daha ziyade bir kabile devleti görünümündedir; ülkenin tüm kaynakları şef ve şefin çevresindekilerin ikbali için kullanılmakta, hoyratça harcanmaktadır.
Bu saçma yapının kendisini cumhuriyet diye adlandırması kabul edilemez. Türkiye’de yaşayan tüm halklar, emekçi sınıflar bir cumhuriyet rejiminde yaşamadıklarını bilmeli ve yeni bir cumhuriyetin kurulması için mücadelenin içine çekilmelidir.
Yeni bir cumhuriyet bir zorunluluktur. Yeni bir cumhuriyetin sınıfsal bir temelde kurulmak dışında yolu da pek yoktur, çünkü dünyanın ve ülkenin geldiği nokta sınıf mücadelelerindeki sıkışmanın arttığı, bu sıkışmaların açığa çıkaracağı enerjinin liberal, belirsiz, kaçak dövüşen siyasi aktörleri silip atacağı bir noktadır. Yani, cumhuriyet kavgası ile hürriyet kavgası, cumhuriyetin kuruluşu ile toplumun kurtuluşu hiç bu kadar yakın olmamıştır.
Yeni bir cumhuriyetin kurulacağı temel üretim araçlarındaki özel mülkiyetin kaldırılması olacaktır. Yani, yeni cumhuriyet bir sosyalist cumhuriyettir. Bağımsız, laik, kamucu, devrimci ve barıştan yana bir cumhuriyet. Cihatçı çetelerin giremediği, tarikatların barınamadığı, asalak yandaşların kaçacak delik aradığı, ülke emekçilerininse özgür, eşit, güvenli, adil yaşadığı. İşçi tulumunun elini kolunu sallaya sallaya dolaştığı…
Bu haber en son değiştirildi 26 Ekim 2019 18:30 18:30
İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği'nin Nasuh Mahruki'nin tutuklama kararında paylaşım içerikleri ve görüntülenme sayılarını da…
Gündeme ilişkin basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Adalet Bakanı Tunç, muhalefeti hedef aldı. Tunç, MHP'den istifa…
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Ukrayna'nın 4,65 milyar dolarlık borcunun iptaline ilişkin kararın Kongreye…
Merkez Bankası, kasım ayında da faiz oranını değiştirmeyerek yüzde 50'de sabit tuttu. Banka böylece üst…
Bir gencin ölümüne ve iki kişinin yaralanmasına neden olduğu için yargılanan eski Kızılay Başkanı Kerem…
Laiklik Meclisi tarafından 150 kapsamlı başlıkta hazırlanan Ekim 2024 Laiklik İhlalleri Raporu yayımlandı.