Yumruğumuza yazılanlar...

Yumruğumuza yazılanlar...

31-05-2019 08:50

Bugün bir üniversiteli gencin coşkulu gülüşünde Ali İsmail, bir işçinin başkaldırışında Ethem, bir gencin boyun eğmeyişinde Abdocan, Ahmet, bir annenin sıcaklığında Fadime Ana, bir çocuğun masum gözlerinde ölümünden hemen önce 15 yaşına girmiş ama 16 kiloya düşmüş Berkin yaşamaya devam ediyor.

Deniz Yorulmaz

Bir buruk slogandır, bir o kadar da öfkeli, adını yumruklarımıza yazdık… Gezi direnişinin silinmez sülietleridir onlar. Ne direnenlerin ne de direnenlerden ölesiye korkanların hafızasından silinmezler, silinemezler.

Üzerinden çok vakit geçti. Ama Gezi direnişi bugün hala bu ülkedeki egemenleri bir hayalet gibi korkutmaya devam ediyor.

O yüzden silinmez silüetlerimiz; Ali İsmail, Ethem, Abdocan, Ahmet, Berkin, Mehmet, Medeni, Hasan Ferit,  sadece isimleri ile bile bizim için direnmenin, onlar için ise korkunun sembolü olmaya devam ediyor.

O yüzden bu ülkeyi yönetenler güçleri yettiğince bu isimleri unutturmaya çalışıyor, güçleri yetemediği için de değerlerimize saldırmaya çalışıyorlar.

Mevcut düzen tarafından bazı değerlerin içi boşaltılarak sahiplenilmeye çalışılır. Gezide yitirdiklerimiz ile ilgili bu ülkede yaşananlar da bunun kimi çarpıcı örneklerini taşıyor. Örneğin bu ülkenin Cumhurbaşkanı “annelik” sözkonusu olduğunda yere göğe sığdıramadığı bir mevhumu yüceltmeye çalışırken sözkonusu olan Gezi’de ölenlerimizin anneleri olduğunda bu yere göğe sığmayan mevhum sırra kadem basıyor. Abdocan’ın annesine suç duyurusu, Berkin’in annesini yuhalatma bugün hala zihnimizde çok canlı. Yönetenlerin kutsal anneliği de sınıfsal bir ayrımla yarılıyor. Gülsüm Elvan’ın “çocuklarımızı ne hakla bizden koparırlar” sorusu ise hala cevaplanmayı bekliyor… Çocuğunun ölümünün ağırlığına, çocuğunun ölümünden sonra yaşananlar eklenen ve buna dayanamayıp can veren Fadime Ayvalıtaş’ın hesabı da sorulmayı bekliyor. Ve ona 14 yaşında vurulan, 15 yaşında yaşam mücadelesini yitiren Berkin’in annesi Gülsüm Ana’yı yuhalatanların, Hatice Ana’ya soruşturma açanların, onun “Pazartesileri hiç sevmiyorum, evladımı bir Pazartesi günü benden aldılar” demesine neden olanların, “Polise talimatı kim verdi diye soruyorlar, polise talimatı ben verdim” diyenlerin, Emel Ana’ya evladı 19 yaşında iken onun tekmelerle sönen yüreğinin acısını yaşatanların, Ethem’i vuran polisleri koruyup kollayanların, Sayfı Ana’ya “benim oğlumu bir kez daha öldürdünüz” detirtenlerin hesabı ekleniyor…

Bir diğer kavram ise şehitlik. Bu ülkenin aydınlık geleceği için hayatlarını feda edenler yok sayılmaya çalışılırken, bu becerilemediğinde bu ülke için canını veren ve bu halk için ölümsüzleşen isimler itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Şehitlik kavramını, bu ülke için canını feda edenlerden, bugünkü iktidar için ölenlere dönüştürmek için canhıraş bir çaba görüyoruz. Sözkonusu olan Gezi direnişinde ölenler olduğunda ise “polisin destan yazması” söylemininin bu halkın evlatlarının öldürülmesinin üzerini eğreti bir şekilde örtmeye çalışmasına şahit oluyoruz. Oysa ki hiçbir işe yaramıyor. Ali İsmail’in adalet duygusu, Ethem’in eşitlik ve özgürlük tutkusu, Berkin’in çocuk savunmasızlığına rağmen eğilmeyen başı apaçık ortada duruyor.

Bir an bile unutmamamız gereken bir gerçek var. Gezi’de kaybettiklerimiz, hepsi hayatlarının baharındaydılar. Gaz fişeğiyle, silahla, tekme ve yumruklarla, linç edilerek, otomobil altında can verdiler. Evlerinden sevdikleriyle vedalaşmadan, ocakta ısınan yemeği beklemeden çıktılar, kendi hayatlarını bu ülkenin gelecek nesillerine bağışladılar. Bugün bir üniversiteli gencin coşkulu gülüşünde Ali İsmail, bir işçinin başkaldırışında Ethem, bir gencin boyun eğmeyişinde Abdocan, Ahmet, bir annenin sıcaklığında Fadime Ana, bir çocuğun masum gözlerinde ölümünden hemen önce 15 yaşına girmiş ama 16 kiloya düşmüş Berkin yaşamaya devam ediyor.

Berkin’in, Ali İsmail’in, hayat mücadelesi verdiği hastanede doğan çocuklar büyüyor; yeni bir Emel Ana’nın, yeni bir Hatice Ana’nın çocuğu, adı Berkin, gülüşü Berkin, kaşı gözü Berkin çocuklar dünyaya geliyor. Şu atölyede çalışmak zorunda olan, okul sonrası boyacı sandığını sırtlanan, ders kitaplarına gömülüp sınavlarına hazırlanan, okul bahçesinde koştururken düşüp dizini kanatan, “anne niye bu kadar az ağaç var, niye bu kadar az park var” diye soran çocukları görmüyor musunuz? Onlar büyüyor işte!

Boşuna dememiş şair; ezilir ekin geliriz, ezilir un geliriz, bir gider bin geliriz, beni vurmak kurtuluş mu?