Rakamların gösterdikleri, söylemin gizledikleri

İmalat sanayi ve tarım başta olmak üzere, üretici güçlerin ilerlemesi durmuş ve gerilemiştir. Son çeyrekte, imalat sanayinde yatırımlar neredeyse sıfıra yakınsamış, büyüme ise yüzde 1'e çakılmıştır. Büyük oranda ihracat yoluyla ve ithalatın kısılmasıyla "eldeki stoklardan" ve "mevcut üretim kapasitesinin düzleştirilmesinden" yiyen sanayi, büyük ıssızlığın ortasına demir atma eğilimi göstermektedir.

19.yüzyılda İngiltere Başbakanlığı yapmış olan Benjamin Disraeli’ye Mark Twain tarafından atfedilen ünlü bir söz vardır. Bu atıfa göre Disraeli şöyle demektedir: “Üç tip yalan vardır; yalan, kuyruklu yalan ve istatistik”. Bu ünlü tabirin ilk kez Disraeli tarafından söylenip söylenmediği muğlak olmakla birlikte, kapitalizmin ilk büyük bunalımında uzun süre Başbakanlık görevini üstlenmiş biri olarak bu sözün kendisine atfedilmesi, ilk kez olmasa bile, büyük bir hata sayılamaz. [1]

Bu ünlü tabirin, günümüzde pek çok kişi tarafından rahatlıkla benimseneceğini söylersek herhalde yanılmayız. Verilere duyulan güvensizlik ve yaşamın bize sunduklarının kısıtlılığı, pek çoğumuzu sezgisel olarak “bu işte bir yanlışlık var” duygusuna itiyor. Ancak hepsi o kadar.

Bu duygunun, bünyeyi fazlasıyla sardığı anlarda, eleştirinin iğnelemeye, arayışın şüpheye, itirazın nihilizme döndüğü tuhaf bir karamsarlık genele hakim olabiliyor. Günümüzde, “bu işte bir yanlışlık var” duygusunun “görünenin ardındaki sis perdesini aralayıp” gerçeğe varabilmesinin tek yolu, nesnel durumun bilgisine varabilmekten geçmektedir. O yüzden, kimi zaman gerçekleri gizleyen söylemlere karşı sayılar en doğru yol göstericidir.

***

Kanıt mı?

TÜİK’in Pazartesi günü açıkladığı Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) verileri ve ardından gelen açıklamalar rakamların ardındaki gerçeği ve gerçeği gizleyen söyleme en güzel kanıt. TÜİK’in verilerine göre GSYH son çeyrekte yüzde 3,2 geriledi. Birçok sektörde ve göstergede son çeyrek krizin etkilerine dair bir tablo sundu. Ancak, iktidar tarafından yapılan açıklamalara göre ekonomik krizde “en kötüsü geride kaldı”. [2]

Gerek yapılan açıklama, gerekse de TÜİK verileri, rakamların ötesindekini ve söylemin gizlediklerini biraz dikkatli gözlerle bakıldığında ele veriyor. Verilerin gösterdiği, ekonomik krizin etkilerinin son çeyrekle birlikte gözle görülür hale gelmesidir. Sermaye sınıfının zayıflıkları ve çelişkileri ortaya serilmiştir. Buna göre, sermaye sınıfı eldeki birikimi korumak ve kârlarını sürdürmek için uygulamaya koyduğu ekonomi politiğin, toplumun genelinin çıkarları ile ne denli ters olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.

Bir yandan emperyalizmle kurulan bağlar üzerinden yükselen ekonomik gelişmenin, ne denli iç tahkimatının zayıf olduğu, TÜİK’in verileri üzerinden anlaşılırken, diğer yandan da teşvik-finansal genişleme ve altyapı yatırımları üzerinden şekillenen ekonominin yeni bir plan olmaksızın sürdürülemez olduğu açığa çıkmıştır. Emperyalist-kapitalist sistemin bir avuç tekel için, toplumun ihtiyaçlarına dönük ne denli sınırlandırıcı olduğu elimizdeki verilerden gözlemlenmektedir.

İmalat sanayi ve tarım başta olmak üzere, üretici güçlerin ilerlemesi durmuş ve gerilemiştir. Son çeyrekte, imalat sanayinde yatırımlar neredeyse sıfıra yakınsamış, büyüme ise yüzde 1’e çakılmıştır. Büyük oranda ihracat yoluyla ve ithalatın kısılmasıyla “eldeki stoklardan” ve “mevcut üretim kapasitesinin düzleştirilmesinden” yiyen sanayi, büyük ıssızlığın ortasına demir atma eğilimi göstermektedir.

Öte yandan, verilerin bir diğer gösterdiği ise bu tür bir krizin bedelinin çoktan emekçilere kesilmeye başlandığı gerçeğidir. Ücretler genel olarak 2018’de artmakla birlikte, şirketlerin net kârlılığının aynı oranda artış göstermesi, işsizliğin genel olarak arttığı düşünülürse, sömürü düzeylerinin korunduğunu gösteriyor. Dahası, genel olarak harcamalar kısılmış ve sosyal gereksinimlerin karşılanması gerilemiştir.

Veriler bize gerçeğin etkisini gösterirken, söylemin gizlediği ise sadece “kriz” olgusunun yadsınması değildir. Sermayenin yönelimlerini hem veriler, hem de iktidarın söylemi açığa çıkarıyor. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu krizde bir yandan sermaye iç bileşenlerini değiştirmek, diğer yandan da emperyalizmle bağlarını yeniden şekillendirmek istiyor. İlki yeni endüstriler yaratma isteğine, ikincisi ise özelleştirme ve tavizler başta olmak üzere uluslararası tekellerin etkisinin artmasıdır.

İlk etkideki sonuçları elde etmek biraz zaman istiyor. Ancak bazı alanlara dönük ilginin, silah sanayi, bilişim ve sağlık sektörü olmak üzere, arttığı net bir biçimde gözlemlenebilir. İkincisi için ise hemen adım atılmış gibi. Bir yandan silah sanayindeki gelişmelerle birlikte, kamunun elindeki en önemli yatırım, Tank Palet, özelleştirilirken, diğer yandan tarımda gıda tekellerinin belirleyiciliği artıyor. [3]

***

Sermaye sınıfı bu yönde adımlarını atarken, karşısında işçi sınıfını mücadelesinin de kendi yolunu çizmesi gerekiyor. Bu yolun, egemen sınıf açısından çağrışımları net ve belli. Açık bir biçimde “solun yeniden yükselme zeminin oluştuğu” iddialarını öne sürüyorlar. Bu iddiaların hakkını vermek için söylemin gizlediklerini açığa çıkarmak ve tutumumuzu en net bir biçimde siyaset arenasında yer buldurmak zorundayız. Bu yerin, şimdiden temsilcileri oluşmuş durumda.

Bu temsilcilere güç vermek, yukarıdaki tabloyu değiştirmek isteyen herkesin boynunun borcudur.

Eski dönem kapanmış, yeni dönem açılmıştır!

Notlar

[1] Disraeli, İngiliz muhafazakârlarını temsil eden partinin temsilcisiydi aynı zamanda. İlginçtir, o dönem diğer muhafazakâr siyasetçilerin aksine Disraeli’nin bir tür “kır toplumu” öykünmesi vardı. Ancak bu öykünmeye rağmen, Disraeli sınıfına bağlı bir siyasetçiydi ve bu bağlılığını “yeni araçlar” üretmekte ustaca kullandı.

[2] https://www.sabah.com.tr/ekonomi/2019/03/12/en-kotusu-geride-kaldi

[3] Patates ekiminin bazı illerde yasaklanmasının ve ithalatın genişlemesinin ardından, bu kararı alan Tarım Bakanı’nın Kanadalı bir gıda tekelinin Ortadoğu danışmanı olduğu iddiası bu belirleyiciliğin bir kanıtıdır.