Son 10 gün
Suriye meselesinde AKP’nin eli ABD tarafından bağlanmış durumdadır. El-Bab’da da böyleydi, Afrin’de de. 31 Mart seçimlerinde AKP’nin oy kaybının en büyük nedeni olan ekonomik kriz düşünüldüğünde, AKP’nin yapacağı hamleler de sınırlıdır. Dün sağlanan anlaşmaya bu gözle bakılmalıdır. Trump’ın bahsettiği “sert aşk” budur.
Behiç Oktay
Dünya tarihinin en ilginç dönemlerinden birinin içinde olduğumuz kesin. 2008’deki ekonomik kriz ile fitili ateşlenen dönüşüm süreci dünyayı farklı bir noktaya doğru götürüyor. Bugüne geldiğimizde ABD siyasetindeki gerilimler, Çin’in dünya genelinde çok daha etkin bir konuma gelmesi, Rusya’nın başta Suriye olmak üzere kendi etki alanında attığı adımlar, Brexit meselesi, AB’nin iç sorunları ve geleceğinin belirsizliği…
50 yıl sonra, içinde bulunduğumuz zaman diliminin tarih kitaplarında nasıl anılacağını, nasıl dönemlere ayrılacağını bilmek oldukça güç. Ancak son 10 gün içinde dünya genelinde Suriye ile ilgili yaşananların ayrı bir başlık olarak anılacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
ABD Başkanı Donald Trump’ın attığı tweetler, Başkan olduğu günden bu yana gündemi belirliyor. Özellikle ülkemiz açısından 2018 Ağustos ayında atılan tweetler ile doların bir anda fırlaması, bir travma yarattı. Öyle ki etrafımızdaki çoğu insanda “Trump yine ne yazmış” şeklinde ortak bir endişe belirdi. Son 10 günlük süreçte ABD Başkanı Donald Trump’ın attığı kafa karıştırıcı tweetler herkesi endişelendirmeye devam ediyor.
Çarşamba günü öyle bir şey ortaya çıktı ki yer yerinden oynadı. Trump’ın Erdoğan’a güvenli bölge operasyonunun başladığı gün olan 9 Ekim’de yazdığı mektubun sızdırılması bir anda ana gündem oldu. Mektubun çirkin üslubu, içeriğinden daha fazla dikkat çekti. O nedenle biraz içeriğe dikkat çekmek isterim.
Mektupta AKP’yi SDG ile anlaştırma çabası dikkati çekiyor. Trump mektupta şöyle diyor:
“İyi bir anlaşma yapabilirsin. General Mazlum senle iyi bir anlaşmaya varmak ve geçmiş zamanda vermediği kadar çok imtiyaz verme niyetinde. Ondan yeni aldığım mektubu da ekliyorum.”
Aynı gün mektup sızdırılmadan önce gerçekleşen AKP Grup Toplantısı’nda Erdoğan’ın sözlerine bakalım:
“Suriye’deki sorunun en kestirme yolu için teklifimiz şudur: Hemen bu gece, tüm teröristler silahlarını, malzemelerini, her şeylerini bırakıp, kurdukları tuzakları imha edip, belirlediğimiz güvenli bölgenin dışına çıksınlar. Münbiç’ten Irak sınırına kadar olan bölgede bu dediğimiz yapıldığında, sadece teröristleri hedef alan Barış Pınarı Harekatımız zaten kendiliğinden sona ermiş olacaktır.”
Trump’ın Erdoğan’a gönderdiği mektup sızdırılırken, SDG’nin imtiyazlar verdiği mektup sızdırılmadı. Erdoğan’ın dün söylediği “Barış Pınarı Harekatının kendiliğinden sona erme” koşulunu da söylemesinin ardından ABD aracılığı ile dolaylı olarak bir pazarlık sürecinin devam ettiğini tahmin edebiliriz.
Dün ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile Erdoğan görüşmesi sonucu ortaya çıkan tablo bu pazarlık sürecini kanıtlar niteliktedir. Yalnızca dünkü görüşme sonrası anlaşma sağlandığına kimsenin inanmasını bekleyemezsiniz. ABD heyeti yaptırım tehditleri ile kartını oynadı ve Türkiye operasyonları durdurdu.
AKP, ABD’nin belirlediği sınırların dışına çıkar ise ABD istediği takdirde yine geçtiğimiz yıl Brunson krizindeki gibi Türkiye’yi sıkıştıracak ekonomik adımları atabilir miydi? Evet. Peki geçen yıldan bu yana AKP bu konuya dair nasıl önlemler aldı? Bilmiyoruz. Dolayısıyla Suriye meselesinde AKP’nin eli ABD tarafından bağlanmış durumdadır. El-Bab’da da böyleydi, Afrin’de de. 31 Mart seçimlerinde AKP’nin oy kaybının en büyük nedeni olan ekonomik kriz düşünüldüğünde, AKP’nin yapacağı hamleler de sınırlıdır. Dün sağlanan anlaşmaya bu gözle bakılmalıdır. Trump’ın bahsettiği “sert aşk” budur.
Peki Türkiye nasıl oldu da bu noktaya geldi? Türkiye başta ABD ile hareket etmiş, sonra ABD’nin temsilcisi olarak Rusya ve İran ile masalara oturmuş, daha sonra ABD’nin cihatçılar yerine Kürt siyasi hareketini kullanmayı tercih etmesinin ardından (ABD ile masayı devirmeden) Rusya-İran cephesine biraz daha yakınlaşmıştır. Ancak Türkiye’nin bir kez daha Suriye topraklarına girmesiyle birlikte SDG, Esad ve Rusya arasında da bir pazarlık süreci olduğunu görmezden gelemeyiz. Artık gözler önümüzdeki 5 günlük süreçte neler olacağına çevrildi. 5 günlük sürecin sonunda, yani 22 Ekim’de, Erdoğan Putin ile görüşmek için Soçi’ye gidecek. Bu görüşmenin de en kritik konusunun, SDG ve ABD ile anlaşarak Menbiç ve Kobane’ye geri alan Suriye ordusunun bu bölgede SDG’ye karşı nasıl bir tutum sergileyeceği olacaktır.
Şu nokta bir gerçek ki, Türkiye yalnızca son operasyon ile değil, bütün bir Suriye süreci düşünüldüğünde sonucu belirsiz bir sürece dahil olmuş durumda. Özellikle son 10 gündür yaşadığımız süreç, belki de 9 yıldır süren Suriye’deki savaş sürecinin en belirsiz dönemiydi ve ABD ile sağlanan anlaşma yepyeni belirsizlikler ortaya çıkardı.