Mülteci sorunumuz

Mülteci sorunu istemiyor musun? Kahrolsun emperyalizm diyeceksin. Mülteciler ucuza çalışıyor mu diyorsun? Kahrolsun patronların düzeni diyeceksin. Mültecilere yönelik ırkçılıktan rahatsız mısın? Kahrolsun milliyetçilik diyeceksin. Bu soruna karşı mücadele mi etmek istiyorsun? Örgütleneceksin.

Mülteci sorununun çözümü, sosyalizmi hedefleyen anti-emperyalist mücadeledir.

Aslında bu kadar net. Ama her zaman olduğu gibi sosyalizmin gerçekçi bir hedef olmadığı, sosyalizm armudu pişip ağzımıza düşene kadar hiçbir şey yapmamanın ne kadar yanlış bir şey olduğu, bunun siyaset yapmaktan kaçmak ve korunaklı yuvadan çıkmamak için bahane olduğu vb. sorunlar ile karşı karşıyayız.

Elbette her sorunu sosyalizme erteleyen ve mücadeleden kaçan eğilimlerin var olmadığını söyleyemeyiz. Sorunları sosyalizme ötelememek, devam eden sosyalist devrim mücadelesinin parçası haline getirmek gerekiyor. Bir diğer deyişle, sorunları sosyalizme ötelemek ile sınıf mücadelesinin parçası haline getirmek arasındaki farkın belirginleşmesi gerekiyor. Çünkü kapitalizmin yol açtığı sorunlara Marksist-Leninistler yanıt üretemezse, boşluğu burjuva ideologları dolduruyor.

Marksist-Leninistlerin çözüm sunmayı ertelediği ve sınıf mücadelesi içine dahil edemediği her sorun için, sorunun kökenine inmeyen, günü kurtaran, Avrupa fanusunda geliştirilen liberal/radikal/sosyal demokrat tezleri Türkiye’ye taşımaktan ibaret çözüm önerileri önümüze konuyor. Başlangıçta müdahaleyi ertelediğimiz her sorun, bir bumerang gibi eninde sonunda yeniden önümüze düşüyor. Bu durum da Marksist-Leninistleri, sorunlara çözüm değil cevap üretmeye sıkıştırıyor.

Mülteci sorunu da bu konulardan birisi. Başta söylediğim gibi sorunun çözümü çok net. Ancak sorunları, çözümün ötesine ertelemek ile mücadelenin parçası haline getirmek arasındaki farklılık da bir o kadar net.

Mülteci sorunu ülkemiz için pek çok açıdan her geçen gün daha da önemli bir başlık haline geliyor. Yıllardır çeşitli nedenlerle alevlenen bu tartışma, her seferinde bir öncekinden daha ciddi sorunlara yol açma potansiyeli yaratıyor.

Öncelikle birkaç basit soru sorarak ilerleyelim.

Burjuvalar mülteci sorunundan memnun mu, şikayetçi mi?

En tartışmasız cevap verilebilecek soru herhalde bu. Burjuvalar mültecileri ucuz işgücü olarak gördükleri için memnunlardır. Özellikle son günlerde Yasin Aktay ve Mehmet Özhaseki’nin “bunlar giderse ekonomi çöker” açıklamaları bunu bir kez daha vurgulamaktadır.

Mülteciler neden ucuz işgücüdür?

Elbette bu durum AKP’nin ve sermaye sınıfının sıkça arkasına sığındığı, insanların iş beğenmediği iddiasından kaynaklanmıyor.

Bu insanlar emperyalizmin müdahalesi ile ülkesi savaş alanına dönmüş ve daha iyi bir gelecek hayali ile kendi ülkesinden daha iyi durumda olduğunu düşündüğü bir ülkeye, yeri geldiğinde ölmek pahasına ulaşmak istemektedir. Bu nedenle o ülkeye vardığında orada tutunabilmek için her koşulda çalışmayı kabul etmeye mecburdur. Maalesef ki bu durumu Türkiye’deki gençler arasında keşke Almanya’da kasiyer olsam, Amerika’da taksici olsam hatta Norveç’te bok olsam vb. şekillerde görebiliyoruz.

Bunun karşısına konan “ülkesinde kalsın savaşsın” argümanı da meseleyi mekanik bir hale sokuyor. Geleceksizliğe karşı bir umut yoksa savaşacak sebebin de yoktur.

Türkiye’deki işsizliğin nedeni nedir?

“Mülteciler yüzünden işsiz kalıyoruz. Mülteciler ucuz işgücü olduğu için patronlar onları tercih ediyor. Bu nedenle işsizlik oluyor.” Bunlar herhalde dünyanın dört bir yanında bu konuda en çok duyulan cümlelerdir. Burada temel sorun, herkesin konuya patron gözüyle bakıp patronları haklı bulması ve ilk önce emekçilere saldırmayı tercih etmesidir.

Bu mesele ile çok yakın zamanda başka bir gündem üzerinden yine karşı karşıya kalmıştık. CHP’li ilçe belediyelerinde işçilerin greve çıkması ve bunun kazanımla sonuçlanması, pek çok emekçiyi rahatsız etmişti. Çöpçü bu kadar maaş mı alır, belediye işçisi nasıl olur da üniversite mezunu, bilmem kaç yıl tecrübeli bir çalışanla aynı veya daha yüksek maaş alabilir gibi şekillerde tepkiler dile getirilmişti.

Konuya patronların bakış açısından bakmanın sorunları işte tam da bu. Pek çok emekçi, farkında olmadan bu hataya düşüyor. Emekçiler sorunlara patronların gözüyle değil, kendi gözü ile bakmalı. Sorunun asıl kaynağı göçmenler değil, sömürüye doymayan sermaye sınıfıdır.

Meseleleri sosyalizme ötelemek ile sınıf mücadelesinin parçası haline getirmek arasındaki fark bu tip durumlarda daha da göze çarpıyor. Mülteci sorunu, emekçilerin sorunudur. Dolayısıyla sınıf mücadelesinin parçası haline gelmelidir. Aksi takdirde toplum, burjuva ideolojileri arasındaki göçmenler gelsin/gitsin ikiliğine takılıp kalmaya mahkûm olacaktır.

Ayrıca ortada yalnızca mültecileri kapsayan sorunlar yok. Türkiye’de kaçak/kayıtsız işçi çalıştırma, ucuz iş gücü, işçiler arasında örgütsüzlük, işçiler arasında bölünmüşlükler Türkiye’de bu kadar mülteci yokken de var olan sorunlardı. Mültecilerin varlığı bu durumda köklü ve sarsıcı bir değişikliğe yol açmamış, ancak sömürünün daha da derinleşmesine yol açmıştır.

Mülteci sorunu istemiyor musun? Kahrolsun emperyalizm diyeceksin.

Mülteciler ucuza çalışıyor mu diyorsun? Kahrolsun patronların düzeni diyeceksin.

Mültecilere yönelik ırkçılıktan rahatsız mısın? Kahrolsun milliyetçilik diyeceksin.

Bu soruna karşı mücadele mi etmek istiyorsun? Örgütleneceksin.

Mülteci sorunu için öneriler

Mülteci meselesini artık bir durum tespiti olmaktan çıkarıp politik adımlar atmak gerekiyor. Bu konuya nasıl bakılmalı? Mülteciler gelsin mi gitsin mi?

Mülteciler ülkemize gelsin/kalsın demenin sınırları var. Türkiye’nin ekonomik gerçekliği mültecileri kaldıracak durumda değil. 20 yıllık AKP iktidarı hem Türkiye ekonomisini bataklığa sürükledi hem de neo-Osmanlı hayalleriyle başta Suriye olmak üzere insanları evlerinden eden emperyalist politikaların baş aktörlerinden biri oldu. Bu nedenle AKP’nin biz misafirperveriz, mültecilere bakıyoruz diyerek caka satmasına prim verilmemelidir. Ayrıca ortada bir de cihatçı sorunu vardır. Ülkemize giriş-çıkış yapan cihatçılar konusu da bu başlıkta dikkate alınması gereken en önemli unsurlardan biridir.

AKP’nin mültecileri koz olarak kullanması, CHP’nin meseleyi Milli Mücadele’ye kadar götürmesi, belediye başkanlarının, milletvekillerinin mülteci karşıtlığı üzerinden popülizme sarılması, mülteci sorununa dair bir sonuç üretemez. Buradan çıkacak tek sonuç, milliyetçiliğin daha da yükselmesidir.

Peki artık ülkemizin önemli bir gerçeği olan mülteciler ile ilgili ne yapmalı?

İşçilerin vatanı yoktur. Ülkelerin sınırları emekçiler için değil, burjuvazi için çizilmiştir. Ancak küreselleşme ile birlikte sınırlar sermaye için kalkmış, emekçiler için daha da yükselmiştir. Şimdi sınırları aşan sermayenin yarattığı yıkım, emekçileri duvarları aşmaya itmektedir. Bu yüzden insanları yurdundan eden emperyalizm ile mücadele, mülteci sorununa dair alınması gereken temel tavırdır.

Ülkemizde bulunan mültecileri, ülkemizdeki diğer emekçilerden ayırarak bir politika izlenemez. Bu nedenle yoğun sömürü koşullarında çalışmak zorunda olan mülteci işçiler, mücadelenin bir parçası haline getirilmelidir. Çünkü artık pek çok mültecinin Türkiye’de çalışmanın yanı sıra, oturma ve çalışma izinleri, vatandaşlıkları, okula giden çocukları, kendi işleri, birbirleri ile iç içe yaşadıkları mahalleleri vardır. İlerleyen yıllarda başta Suriyeli mülteciler olmak üzere ülkemizde bu durumun siyasi yansımaları ile de karşı karşıya kalmamız kuvvetle ihtimaldir. Bu nedenle şimdiden bu konuya kafa yormalı, gelecekte ortaya çıkabilecek ihtimallere göre ülkemizdeki mülteciler hakkında izlenecek yol haritası belirlenmelidir.

Çözüm arayışlarının ilk belirtileri Türkiye solunun çeşitli kesimlerinde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Türkiye solunun bu konuda kendi bağımsız hattını çizebilmesi, şimdilik sınırlı bir düzeyde olsa da ilerisi için umut vadetmektedir. Bu politikanın sağlam bir temele oturması ise son derece önemlidir.