31 Mart yerel seçimleri ve sonrasında yaşananlar ayrıntılı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Ancak bizler açısından seçimlerin bize dair sonuçlarından çıkartılan temel sonuç daha yapacak çok işimizin olduğu ve bunların hakkını verebildiğimiz oranda tam anlamıyla başarıya ulaşabileceğimizdir.
Büyük kentleri kaybeden ve duraklama döneminde olduğunu varsayabileceğimiz AKP’nin siyaseten işinin zor olduğu da, “düzenin bekası” söylemini kullanarak siyasetin merkezine yerleşmeye çalışan MHP’nin güçlenmesi de, Cumhur ittifakının aldığı yüzde 52’lik oy oranı da bu seçimin gerçekleri olarak ele alınmalı. Şu ana kadar Ankara’daki sonucu kabullenmiş görünen AKP iktidarının, İstanbul konusundaki yüklenmesinin nerelere kadar gideceğini göreceğiz. Ancak şu dakikadan sonra, YSK ya da başka unsurlar eliyle İstanbul seçimleri AKP’ye hediye edilse bile meşruiyet sorununun aşılması zor görünüyor. Tersinden düşünürsek İstanbul seçimlerinin resmi anlamda da CHP’nin kazanımıyla sonuçlandığı durumda da, AKP’nin ve Erdoğan’ın meşruiyet kaybının örtülmeyeceğine dair herkes hemfikir olsa gerek. O yüzden düzen siyasetinin iktidar cephesi açısından karmaşık bir denklem bulunuyor.
Dolayısıyla bugün seçim olsa AKP ya da Erdoğan iktidarı kaybeder mi gibi spekülatif soruların çevresinden dolaşmak yerine, sonuç ne olursa olsun Türkiye’de sosyalizm mücadelesi verenler açısından yapılması gerekenlere ve değişmeyecek sabitlere vurgu yapmak en doğrusu gibi görünüyor.
İstanbul ve Ankara’daki seçim sonuçları elbette düzen muhalefetinin seslendiği kesimlerde heyecan yaratıyor. AKP iktidarının on yedi yıldır yarattığı kirlenmenin CHP ve onun sağcı (ya da sağa açık) adayları ile temizlenebileceğine dair oluşan düşünce de günümüzde genel kabul gören bir olguya dönüşmüş durumda. Halkın belli bir bölümünde oluşan bu algıya rağmen siyaset yapmak ya da bu algıya kayıtsız kalarak kabullenmek devrimcilerin kabul edebileceği bir tutum olamaz. Ancak bunlarla birlikte bazı noktaların altını çizmemiz gerekiyor.
“AKP’nin yerel seçimler aracılığı ile geriletilmesi” denilen siyasi başlık bir yönüyle toplum nezdinde somut bir karakter kazanmıştır. Ancak Cumhur ittifakının yüksek sayılabilecek oyları, AKP’nin Kürt illerindeki yükseliş eğilimi, MHP’nin bu seçimin kazananlarından biri olarak ortaya çıkması ve her ne olursa olsun bu iki partinin siyasetteki belirleyici rolü hesaba katılarak, gerilemenin düzeyine dair gerçekçi bir değerlendirme yapılmalıdır.
Bir adım sonrasında “AKP’yi geriletme cephesi”nin yerini “Demokrasi cephesi”ne bırakması mümkündür. Böylesi bir düzleme geçiş en fazla sermaye iktidarının çıkarınadır ve seçim sonrası seçimin kaybedenleri de, kazananları da benzeri bir yöne işaret etmektedir. Rantiyeciliğin rantiyecilikle temizlenemeyeceğini söylemiştik. Kabaca söylemek gerekirse, süreç nasıl ilerlerse ilerlesin, rantiyecilik ile demokrasicilik arasındaki açının kapandığı bir döneme doğru gittiğimizi söylemek mümkündür.
O yüzden “Mart’ın sonunda bahar” güzel bir söylem ancak yeterli değil. Bununla birlikte “AKP’yi geriletmek” adına yarım yamalak atılan adımları tamamlamak da devrimcilerin görevi değil.
Devam edelim. HDP’nin bu seçimlerde CHP’ye (kimi yerlerde ise Saadet Partisi’ne) verdiği destek ile “AKP’nin geriletilmesi” denilen şey bağlamında seçim sonuçlarını belirleyebilen bir noktada durması ve düzen muhalefetinin diğer kanatları tarafından yerleştirildiği pozisyon da bu seçimin sonuçlarından biri oldu. Sermaye iktidarına, emperyalizme ve gericiliğe kayıtsız şartsız karşı durmadan düzen içindeki dengelerde bir yerlerde oturmanın gelecekteki sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. HDP zaten uzun süredir bu tür denklemlerin içerisinde bir yerlere oturmaya çalışmakta olup aslında bizler açısından çok da yeni bir şey yoktur. Dersim seçimlerinde HDP’nin Dersim Demokratik Halk Dayanışması’nın (DDHD) komünist adayları karşısındaki duruşunun biraz bunlarla ilgili olduğunu görmek gerekmektedir.
31 Mart yerel seçimlerinin sonucunda karşımıza çıkan tablo genel anlamıyla İkinci Cumhuriyet’in yerleşmesi ve bunun dengesinin kurulması ile ilgilidir. AKP eliyle fazlasıyla sağa yatan bir düzen kendini biraz daha merkeze yakın bir noktalarda kurmaktadır. Ağır aksak olabilir, tökezleyebilir, öznelerden bir tanesi arıza çıkartabilir ama sonucun bu bağlamda çok büyük bir değişikliğe uğrayacağına dair bir veri bulunmuyor.
Herkes de bu dengenin bir parçası haline gelecektir. Burjuvaziyi de, cumhurbaşkanını da, iktidarıyla, muhalefetiyle tüm düzen partilerini de belirleyecek şey bu dengenin sağlanması olacaktır.
Piyasacılığa tam gaz devam, kabul edilebilir oranda İslamcılık, asla çöpe atılamayacak olan emperyalizm işbirlikçiliği, ekonomik bozukluğun sonuçlarının işçi sınıfına yüklenmesi… Yeni dönemin karakterini belirleyecek olan temel yönelimlerin bunların dışında olabileceğini savunan varsa beri gelmeli, yerel seçim sonuçlarının bunları tersine çevirebileceğini söyleyen varsa argümanlarını karşımıza koymalıdır.
O yüzden taşları yerine oturtarak ilerlemek durumundayız.
Seçim sonuçlarına abartı anlamlar yükleyerek ve sonuçları mutlaklaştırarak, pireyi deve yaparak, krizlerin gerçek tespiti yerine abartı kriz senaryoları çizerek ya da bazı gerçekleri görmezden gelerek bu topluma hiçbir şey veremezsiniz, örgütlenemezsiniz. Biz bu çizgide yürümeyeceğiz.
Bu çerçevede Türkiye’de solun kazanım hanesine yazılan Dersim seçimlerini görmezden gelmek olmaz. Seçim sonuçları göstermiştir ki sosyalizm mücadelesi bazı yönlerden derslerle doludur. 2014 seçimlerinde Fatih Maçoğlu Ovacık belediye başkanı seçildiğinde onu görmezden gelenler, beş yıl boyunca neredeyse yüzüne dahi bakmayanlar, bu süre zarfında komünist ideolojinin bütün toplum için umut olabilen bir noktaya taşınabildiğini görünce ve seçimler kapıyı çalınca bir anda onun değerini anladı. O yüzden bugün de Maçoğlu’nun Dersim merkezinde belediye başkanlığını kazanmasının anlamını ve yaratacağı toplumsal sonuçları iyi görmek, irdelemek durumundayız. Sonuçta komünist kimliğe sahip bir kişi artık toplumun gözünde bir il belediyesinin yönetimine gelmiştir. Seçimlerin bizler açısından dikkate değer önemli sonuçlarından bir tanesi bu olarak görülmelidir.
Yukarıda bahsettiğimiz denge tablosunda bir yere oturamayacak olan ya da zaten oturmak gibi bir niyeti olmaması gereken Türkiye solu ise artık kararını net bir şekilde vermelidir. Bu seçimlerde “yağma yok sosyalizm var” diyen komünist adaylar tam da düzen karşıtı çizginin temsiliyetini üstlenmek için bir çıkış yaptı, halkımızı sosyalizme ve örgütlü mücadeleye davet etti. Şimdi tam da bunun bir adım ötesine geçme, işçi sınıfını örgütlü mücadeleye katma, Türkiye devriminin öncü öznesini kurma yolunda bir adım öteye geçmenin zamanı gelmiştir.
Kısaca söyleyelim, önümüzdeki dönemin işçi sınıfı açısından bahar falan getirmeyeceği bellidir. Düzenin tüm kanatları farklı biçimlerde bu baharın geleceğine dair propaganda yapacaktır.
O yüzden işimiz şimdi başlıyor diyoruz. Son sözü patronlar, işbirlikçileri, düzen siyasetçileri değil işçi sınıfını örgütleyenler söyleyecek.
Bu haber en son değiştirildi 9 Nisan 2019 07:58 07:58
ABD'li Senatör Lindsey Graham, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma…
Kadına yönelik şiddeti tek başına biyolojik bir mesele olarak erkek saldırganlığıyla açıklamak en hafif tabirle…
Bu düzen çürümüştür. Şimdi bu çürümüş düzeni yeni anayasa ile tescillemek istiyorlar. Medeni kanunu tartışmaya…
Yenidoğan davası, duruşmanın altıncı gününde devam ediyor. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma…
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…