Tarihte bazı günler vardır ki; herkesin bildiği günlerdir. 1 Mayıs, 8 Mart, 29 Ekim ya da 30 Ağustos böyle “tarihi” günlerdir. Bu günlerin önemi ya da tarihsel arka planı her zaman için ilgi çekicidir.
5 Şubat böyle bir tarih değil… [1]
Ancak tarihe 5 Şubat farklı bir biçimde geçebilirdi. Üstelik bu tarihe not olarak düşme yakın ya da uzak geçmişin değil, günümüzün konusuydu.
Okuyucuyu fazla merak ettirmeden, hemen konuyu açalım; 5 Şubat, iki sendika tarafından 130 bin metal işçisi için belirlenmiş olan “resmi grev” günüydü. Eğer bu grev gerçekleşmiş olsaydı, Türkiye’de sayısal bakımdan tek seferde gerçekleşen en büyük grev olacaktı. Resmi olarak kayda düşmeyen ancak fiili olarak gerçekleşen 1969 Öğretmen Boykotu, 15-16 Haziran Direnişi, Zonguldak maden işçilerinin yürüyüşü gibi “toplumsal” olaylar bu kapsamın elbette dışında. Ancak 5 Şubat’ta karar verilen grev gerçekleşmiş olsaydı, Türkiye tarihinde bugüne kadar grevlere en fazla işçinin katılım gösterdiği yıl olan 1995 yılına yakın bir seviyede işçi grevle tanışacaktı. [2]
Ancak bu durum gerçekleşmedi. 5 Şubat tarihi yukarıda ifade ettiğimiz şekliyle kaldı. Elbette grev denilen olgunun sınıf mücadelesinde özel bir yeri kapladığını ve bu kartı çektiğinizde “geri dönüş yok” diyecek bir hazırlığı da peşinen kabul etmeniz gerekli. O yüzden, niyetimiz “Ah keşke grev olsaydı da, tarihe tanıklık etseydik” romantizminden fazlası olmak zorunda. Bu anlamda ilgilendiğimiz 5 Şubat hedefinin sonuçlarıdır.
Her şeyden önce konuyu yakından takip edememiş olan okuyucu için sürecin bir özetini sunalım. Metal sektöründe 130 bin işçiyi ilgilendiren “Grup Toplu Sözleşmesi” görüşmeleri çıkmaza girmiş ve iki sendika, Türk Metal (TM) ve Birleşik Metal İş (BMİS), grev kararı almıştı. İki sendika ayrı ayrı düzenlediği miting ile grev kararını açıklarken, grev tarihi olarak 5 Şubat tarihi işaret edilmişti.
***
Peki neden sendikalar grev kararı aldı?
Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde patronları temsilen masada olan Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), işçilere “kriz koşullarından geçildiği” için enflasyon düzeyinde ücret artışı teklif etti. Bununla birlikte, sözleşme süresinin iki yıldan üç yıla çıkarılması, sosyal hakların azaltılması gibi başlıklar MESS tarafından sivriltilerek öne çıkartıldı.
Bu şartları kabul etme olasılığı bulunmayan metal işçilerini temsilen masada olan sendikalar grev kartını çekti. Bu doğrultuda sokağa çıkan metal işçileri, kararlılıklarını gösterdi.
Alınan kararla birlikte “uzlaşma” görüntüsünü vermekten kaçınmayan sendikalar MESS ile ardı ardına görüşürken, sonunda “orta yol” bulundu. Sendikaların kendi taslaklarında açıkladığı sayıların çok altında ve tek tip bir sözleşmeye imza konuldu.
Bütün bu sürecin, bizim de daha önce altını çizmeye çalıştığımız, bazı sonuçları vardır. Her şeyden önce, MESS ve sermaye sınıfı havuç-sopa ikilisini ustaca kullanma yetisine sahip olduğunu gösterdi. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarının olduğu, yıllık milyarlarca liralık net kârın elde edildiği ve yerli-yabancı bir kaç tekelin ağırlığının bulunduğu sektörde, “uzlaşmacı” görüntünün altında, her türlü tehdidin amansız bir biçimde kullanılabileceğine dair işaretler verildi.
Sınıf mücadelesinin sıklaştığı dönemlerde, grev yasağı, lokavt ve çeşitli fiziksel tedbirlerin alınması gündeme “rahatlıkla” gelebileceği bu örnekte de görülmüştür. Ancak gene de MESS’in ve sermaye sınıfının elindeki imkânlar “sınırsızca” ve “tedbirsiz” bir biçimde kullanılamaz. Grev yasağının “ima” yoluyla bile ifade edilmesi, işçinin tepkisinin artmasına neden olmuş, siyaset kurumunun sermayenin bir sözüyle nasıl hizaya geldiğinin açığa çıkmasına neden olmuştur.
Diğer yandan, bütün bu sürecin gösterdiği bir diğer önemli sonuç; bir dönemin kapanmakta olduğudur. Sermaye-iktidar-sarı sendika üçlüsünün özenle ördüğü ve metal işçisini bir kıskaca aldığı düzen, 2010’dan itibaren sarsıntıya uğramıştı. Metal işçisini uzun yıllar oyalayan anlayışın adım adım gerileyişine tanıklık ettik.
Özellikle 2015 yılındaki metal direnişi/fırtınası bu sürecin tepe noktasıydı. Sarı sendika TM’ye dönük açığa çıkan tepki, üçlü kıskacın çökme eğilimi göstermesine neden olmuştu. Ancak buradan sonra devreye giren sermaye aklı ve sınıfın tepkisinin siyasallaşma belirtisi gösterememesi, işleri değiştirdi.
Her dönem grev kartını kullanarak kazanım elde eden BMİS’in belirgin örnekler yaratması işin rengini değiştirirken, sarı sendika TM’nin de “tarzını” değiştirdi. TM’nin “mücadeleci” bir görüntü çizerek imaj tazeleme çalışmasına girmesi, siyasal olmayan yönlerin satın alınması yoluyla birleşince, sarı sendikanın kaybettiği mevzilerin telafisini sağladı.
Bu noktadan itibaren sermayenin uluslararası aktörleri de devreye girerek TM’nin belirleyici bir role bürünmesine yol açıldı. 2019 toplu sözleşme sürecinde bir anda BMİS ile birlikte “grev kartını” çeken TM, alanı belirleyerek çizgileri silikleştirdi.[3] Böylece bir dönem geride kalırken, kuru gürültü ile düzen güçlerinin özenle kurduğu mekanizmaların aşılamayacağı görülmektedir.
***
Kuru gürültüyü aşmak bugün için tek çıkar yoldur.
Bir dönem kapanırken, özellikle de bu kuru gürültü ile yol alınamayacağı, uzun soluklu mücadelede nefessiz kalınacağı açık. Özellikle de bu durum, şimdi daha da fazla önem kazanmaktadır. Zira sadece ayrımların silikleşmesi değil, sermaye sınıfının aklıyla da oluşturulan büyük bir “manipülatif ortam” oluşturulmaktadır.
Özellikle de metal direnişi/fırtınası döneminde oluşturulan yöntemlerin aynısı sarı sendika-sermaye-iktidar üçlüsünün oluşturduğu kıskacın devamı için kullanılmaktadır. Sosyal medyada iktidarın kullandığı yöntemlerin çok daha incelikli versiyonu devreye sokulmuş durumda. MESS’in aklı ve araçlarıyla oluşturulan hava ile yeni bir metal direnişi/fırtınası engellenmektedir.
Bu nedenle kapıyı bir kez daha kuru gürültü yapanlara kapatmak gerekiyor. Sınıfın çıkarlarından yana gibi gözüküp, ufku sendikalizmin şu ya da bu versiyonunun dar çerçevesiyle sınırlı kalanların, açılan bu yeni dönemde sadece ufku değil, nefesi de yetmemektedir.
O nedenle bir kez daha siyaset, örgütlülük ve sınıf mücadelesinde ısrar demek zorundayız.
En azından bu sürecin bize bıraktığı miras tam da budur.
Notlar
[1] 5 Şubat’ın tarihsel gelişmeleriyle ilgili “zamansal” bir inceleme yapıldığında, Türkiye tarihi açısından en önemli gelişme “laiklik” ilkesinin Anayasa’ya konulmasıdır. Ancak sözünü ettiğimiz günler toplumsal mücadelenin ya da tarihi kırılma anlarının herkesçe bilinmesidir.
[2] Grevle ilgili tarihsel verilere ulaşmak isteyen okuyucular için Bakanlığın şu sayfası incelenebilir: https://birim.ailevecalisma.gov.tr/media/3247/grev.pdf
Bakanlık verileri 1980 öncesini kapsamadığı için en yüksek düzey 1995’de gözüküyor. Ancak 1980 öncesinde en yüksek greve katılan yılın 1980 yılı olduğu biliniyor. 90’lı yıllarda işçi sayısı arttığı için greve katılan işçi sayısı da doğal olarak artış gösterdi.
[3] Bu silikleşmenin ne gibi sonuçlarının olabileceğine 16 Ocak tarihinde işaret etmeye çalışmıştık. Okuyucular için bir kez daha hatırlatmış olalım. https://gazetemanifesto.com/2020/her-sey-bir-avuc-dolar-icin-mi-328406/
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…