Bir faşist, bir katliam ve gerçeklik üzerine…

"Serdar Alten'in mide ve bağırsaklarını üç kurşun, Hürcan Gürses'in kalp ve böbreğini üç kurşun, Efraim Ezgin'in başını dört kurşun, Latif Can'ın akciğerini iki kurşun parçaladı…"

Bir faşist, bir katliam ve gerçeklik üzerine…

Derin Demir

Bildiğiniz üzere Haluk Kırcı birkaç ay önce bir televizyon programına konuk olarak katıldı ve sorulan soruları eksiksiz cevapladı. Aslında söylenilenleri dikkatlice dinlediğinizde gerçek bir Türkiye tarihi ile de karşılaşmak mümkün. Konuyu her defasında gençliğin verdiği heyecana (yaptıklarını reddetmeyerek), inanmışlığa bağlayıp gençliğe “okuyun” çağrısında bulunuyor. Çünkü kendisi de kitap okuyarak bugünlere gelmiş…

Kırcı’nın konuşmasında dikkat çeken önemli bir detay, hakkında söylenen her şeyi büyük bir ustalıkla reddetmesi. Onlar sadece inanmış, memleketi için savaşmış, tehlikelerden korumuş sade vatandaşlardı!

Devlet kademesinde herkes ile tanışıklığı vardı, iç ilişkilerden dış ilişkilere ne olduğunu biliyordu ve bu normaldi, çünkü o inanmış bir insandı.

FETÖ’nün para teklifini kabul etmemişti, zaten o zamanlardan anlamıştı orada neler olduğunu ve uyarı da yapmıştı, çünkü o ‘memleketini tehlikelerden uzak tutmak için savaşan bir vatandaş’tı.

En yakını olan ve birlikte katliam gerçekleştirdikleri, mafya ile yakından alakalı arkadaşı Abdullah Çatlı’ydı. Bu yan yana gelişler normaldi, çünkü onlar inanmışlardı.

Eşinin nikah şahidi 90’ların ünlü siması Mehmet Ağar’dı, ama bu da rastlantıydı. Onlar memleketi için bir ülküde birleşiyordu.

27 yıl hapiste kalmıştı, çıktıktan sonra rahatlıkla iş kurabiliyordu, parası vardı, iş adamıydı artık; çünkü hep inanmışlardı.

Firar etmişti, cesurdu, çünkü inanmıştı…

Ve sürekli tekrarlıyor, “biz inanan insanlardık”…

İnanmak, adanmışlık oldukça önemlidir. Açıkçası herkesin yapabileceği bir şey de değildir. Ancak daha önemli olan ise neye inanıldığı ve ne uğruna mücadele edildiği. Kırcı’nın bu konuda tek söylediği şey ise, Türk-İslam sentezinden doğduğu ve Türkiye’nin dış güçler tarafından tehdit edildiği ve bu tehdide karşı mücadele verdiğiydi. Öyle ki dış güçler Türkiye’de 70’ten fazla sol örgüt kurmuştu, onlar da bu tehdidi yok edeceklerdi.

Bir ara ağzından kaçırıyor, “Amerika bizi kullandı” diyor ama diğer sorularda düzeltiyor. İnsan sormadan edemiyor tabii “neden hep sağcılar kullanılmış” diye.

“Sanki tek katliam Bahçelievler’de olmuş gibi…”

“Çok abartıldı” diyor Bahçelievler katliamı için. Oysa ki memlekette bir sürü katliam yapılmıştı. Sonra iki üç örnek veriyor, iki üç isim çıkıyor ağzından. “Onlar da öldürüldü, niye onlara sesiniz çıkmıyor” diye soruyor. Kendisini bu şekilde aklamaya çalışıyor. Büyütecek ne vardı?!

Peki ne olmuştu Bahçelievler’de, kısaca hatırlatalım: 9 Ekim 1978 gecesi Abdullah Çatlı, sokağın başında arabasında arkadaşlarını bekler. Haluk Kırcı, yanında Ülkü Ocakları’na üye olan Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz ile birlikte Bodrum katındaki iki numaralı dairenin kapısını çalar. Kapının açılmasıyla silahlarla zorla içeri girerler. Türkiye İşçi Partisi’ne üye beş gencin ellerini arkadan bağlayıp yüzükoyun yere yatırırlar. Sayının beklediklerinden fazla olmasından dolayı bir bocalama yaşanır. Kırcı, talimat almak üzere Çatlı’nın yanına gider. Birlikte eve gelip gençleri bayıltırlar ve Çatlı arabasına döner. Tam bu sırada gençlerin iki arkadaşı kapı zilini çalar. Kırcı ve Poyraz, bu iki genci silah tehdidiyle araçta bekleyen Çatlı’nın yanına götürür.

Birlikte bindikleri araç bir süre sonra durur ve Kırcı ve Poyraz, iki genci yol kenarındaki tarlanın içine götürür. Faruk Ersan’ın kafasına üç, Salih Gevenci’nin kafasına da üç kurşun sıkılıp öldürülür. Eve geri dönerler. Kırcı, önce Osman Nuri Uzunlar’ı sürükleyerek mutfağa götürüp telle boğar. “Bu böyle olmayacak. Siz evden çıkın, ben hepsinin kafasına sıkıp çıkarım” der ve dört gençle tek başına kalır. Serdar Alten’in mide ve bağırsaklarını üç kurşun, Hürcan Gürses’in kalp ve böbreğini üç kurşun, Efraim Ezgin’in başını dört kurşun, Latif Can’ın akciğerini iki kurşun parçaladı…

Çok mu büyütüyoruz gerçekten? Kimse bunun hesabını sormasın mı? Kimse gündeme getirmesin mi? Öyle bir noktaya taşıyor ki konuyu, resmen ölü yarıştırmaya çalışıyor. Varsın yarıştırsın, karşılaşacakları kanlı tarihleri onlarındır. Onların vatan millet sevgisi dediği şey işte bundan ibarettir. Onların inanmışlık dediği şey kendinden olmayanları katletmek üzerine kuruludur.

Büyütecek çok şey var. Çünkü yaşananlar birer gerçektir.

Kırcı konuşmasında hep çok gerçekçi bir insan olduğunu, kadere inandığını ısrarla belirtiyor. “O dönem bu gerekiyordu, bunu yaptık” dedikten sonra ekliyor; “pişman değilim”. Çünkü hep korundu. Devlet kademesinde yer alan ortaklarından, dostlarından hep beslendi. Nasıl mı?

1988’de Bahçelievler davasında idama mahkum edilse de 1991’de şartlı tahliye edildi, ama sonra yanlışlıkla olduğu belirtildi. 1996’da tekrar yakalandı, aynı gün firar etti. Defalarca ölüm cezasına çarptırılsa da infazı gerçekleşmedi. 1999’da Susurluk’ta yaşanan kazanın ardından çete üyesi olmak suçundan 4 yıl hapse mahkûm edildi. 2004’de ikinci kez yanlışlıkla tahliye edildi. Yanlış infaz hesabı nedeniyle serbest bırakıldı. 2005’te Ukrayna’da yakalandı. 2015 yılında tahliye oldu.

İşe yarar dönemlerde Kırcı’nın yanlışlıkla tahliye edildiği, kimse fark etmeden ‘firar ettiği’, işi bittikten sonra da tekrar cezaevine konulduğu büyük bir gerçektir. Ama çok gerçekçi olan Kırcı nedense bunları hep bir rastlantıya bağlıyor.

Büyütecek çok şey var elbette. Bunlar bugün birçok kişi tarafından görülüyor, biliniyor ve Kırcı korunmaya devam ediyor. O yüzdendir ki programda sarf ettiği sözlerden ötürü açılan davaya bugün takipsizlik kararı verildi. Gerekçesi ise “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmesi. Kim olduklarını biliyoruz, ne yaptıklarını biliyoruz. Bilsinler ki unutmuyoruz, unutturmayacağız.