Enkazı kaldırmak: Deprem ve siyaset
Bir an için gözünüzü kapatın ve sınıfsız, sömürüsüz, kar hırsının olmadığı, birlikte üreten, hakça paylaşan, beslenme, barınma, eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel gereksinimlerin kamucu politikalarla çözüldüğü, eşitlikçi bir düzende yaşadığınızı varsayın. E haydi o zaman bu enkazı kaldıralım el birliğiyle.
17 Ağustos 1999 depremi bugün orta yaşını süren bir kuşağın tanık olduğu en büyük felaket idi. Doğal olmayan başka felaketlere de tanık oldu aynı kuşak. 80 darbesi, 93 yılında yaşanan Sivas Katliamı, suikastler, domuz bağı ile işkence edilenler ve adım adım yükselen gerici hareketin Türkiye’yi sürüklediği felaketler. 99 depreminde binlerce insan hayatını kaybetmişken ve çok daha fazlası yaşam savaşı verirken Cübbeli’nin ”mevlam zina yuvalarını vurdu” vaazları, ”7.4 yetmedi mi” döviziyle türban eylemi yapanlar hafızalarımıza yer etti. Akıllarınca 28 Şubat’ın hesabını soranlar depremin de bir ceza olduğunu propaganda etmişlerdi.
20 yıl geçmiş aradan. Köprünün altından çok sular aktı elbet. Siyasal İslamın temsilcisi AKP iktidarda. Dindar ve kindar nesil yetiştirme hedefiyle epey yol kat ettiler. 7.4 yetmedi mi sopasını gösterenler, bugün depremde yakınlarını kaybeden yurttaşlara havuç olarak cenneti vaat etmektedirler.
Elazığ’daki deprem ve sonrasında yaşananlar 20 yılda ne çok şeyin değiştiğini ve bu ülkenin değişmeyenlerini ortaya koyuyor. Değişmeyenleri başa yazalım, bu ülkenin emekçileri, yoksul halkı, yurttaşları yaşanabilecek doğal olan ve olmayan her tür ”afette” rahatlıkla ölüme terkedilebilir. Ölüm, kimi zaman birilerine sopa göstermek , kimi zaman kahramanlık sergilemek kimi zaman ise cenneti müjdelemek adına yoksul emekçi yurttaşların kaderi oluverir. Emekçilerin kaderi değişmez yani.
Değişmeyen bir başka şey bu düzende sermayenin çıkarları ve kar hırsının başat olmasıdır. Bilimsel gerçekler sermayenin çıkarları uğruna rahatlıkla tersyüz edilebilir, insan yaşamı hiçe sayılabilir. Ve sermayenin has bekçisi gericilik ikna aracı olarak mutlaka devreye sokulur.
99’dan bugüne geçen 20 yılda bilim insanlarının uyarıları sermayenin kar hırsına kurban edildi. Büyük depremin beklendiği İstanbul’da kentsel dönüşüm adıyla başlayan proje büyük bir rant kapısına dönüştürüldü. Göstermelik deprem yönetmeliklerinin dışında hayatla, deprem gerçeğiyle bağdaşmayan imar planlarında ısrarcı olundu. Deprem toplanma alanları dahi birilerinin iştahını kabarttı. AKP iktidarı ile birlikte ”inşaat ya resulallah” deyip akıl almaz karlar elde eden yeni zenginler türedi. Yetmedi şimdi de Kanal İstanbul projesi ile son darbeyi vurmaya hazırlanıyorlar. Yıllarca borçlanarak ev sahibi olan ve barınma sorununu çözdüğünü düşünen milyonlarca emekçinin canını tehlikeye atmak uğruna…
Bir de değişenlere bakalım. AKP’nin yeni Türkiyesi’nde yeni olanlara… AKP iktidarı kader telakki etmeyi yeterli bulmuyor. Yaşadıklarımızla mutlu olmamızı istiyor. Evet, karşımızda bayağı bayağı devlet adına konuşan ve neredeyse çok güzel bir tablo olduğunu iddia edecek kadar pervasızlaşmış yetkililer boy gösteriyor. “Teslimiyetin en güzel örneğini verdik” diyen Cumhurbaşkanı mı dersiniz, “kamuoyunda algı çok iyi” diyen vali mi, can kaybının ”az” olmasını başarı olarak sunan milletvekili mi, depremde hayatını kaybeden yurttaşlar için ”hükmen şehittirler” müjdesi veren Diyanet İşleri Başkanı mı… Bütün bu atmosferden etkilenmiş olacak ki CNN Türk canlı yayınında muhabir de çadırda barınmaya çalışan yurttaşlara “şimdi mutlusunuz?” diyor. Medya enkaz altından çıkarılan yurttaşlarımızın mutluluğunu yayınlıyor uzun uzun. Düzen muhalefeti de deprem sonrası birlik beraberlik mutluluğunu yaşıyor. Herkes mutlu tablolar sunuyor. Bir tuhaflık yok mu?
Bu mutlu tabloyu bozacak söylemler ise deprem üzerinden siyaset yapılıyor yaygarası ile bertaraf ediliyor, sosyal medyada dahi soru soran vatandaşlar cadı avı ile tehdit ediliyor. Bir siyaset yapıldığı aşikar. Gericilik pompalanıyor, bölgede düzen aktörleri boy gösteriyor.
20 yılda değişenler arasında bir de felaketten türetilen başarı öykülerini dinliyoruz. Günlerdir enkaz kaldırma çalışmaları ekranlarda canlı yayınlanır ve bu çalışmalar başarı olarak lanse edilirken enkaz altında yaşam mücadelesi veren insanlar için bu sürelerin ne kadar uzun olduğu göz ardı ediliyor. Dahası büyük yıkım olması muhtemel bir İstanbul depreminde arama kurtarma faaliyetlerinin olanaksızlığı gün gibi ortada.
Deprem sonrası yaşananlar, sermaye düzeninin gerçek sorunlar karşısında pas dediğini ortaya koyuyor. Ortadaki enkaz yalnızca depremin değil, düzenin enkazı…
Yeryüzünün hareket halinde olması doğanın kanunu gereği. Evrenin ve dünyanın bir devinim halinde olduğu tartışılamaz bir gerçek. Ancak bir başka büyük gerçek insanlığın doğal süreçleri kendi varlığına tehdit olmaktan çıkarmak için on binlerce yıldır verdiği mücadele, harcadığı emek. Kapitalizm insanlığın ortaya koyduğu emeği, birikimi kar ve rant uğruna heba etmektedir. Gelişim dinamiklerinin önüne sermayeden bariyerler örmektedir. Geniş emekçi kesimleri, milyonlarca yurttaşı ikna aracı olarak ise kader telkin etmekte, cenneti vaat etmektedir. Boşuna demiyoruz gericilik sermayenin has çocuğudur diye.
Son olarak sözü Ankara Üniversitesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gürol Seyitoğlu’nun sözleriyle bağlayalım “Bir an için gözünüzü kapatın, aklın ve bilimin egemen olduğu ülkede yaşadığınızı varsayın.” Deprem konusunda yapılacaklar belli. Kar değil insan odaklı projeler, bilimin ışığında hayata geçirildiğinde deprem yada diğer doğa olayları afet olmaktan çıkar, insanca bir yaşam inşa edilebilir. O halde bir an için gözünüzü kapatın ve sınıfsız, sömürüsüz, kar hırsının olmadığı, birlikte üreten, hakça paylaşan, beslenme, barınma, eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel gereksinimlerin kamucu politikalarla çözüldüğü, eşitlikçi bir düzende yaşadığınızı varsayın. E haydi o zaman bu enkazı kaldıralım el birliğiyle.