Kapitalizmin patlayan sağlık balonu ve toplumcu sağlık
22-03-2020 03:01Ekonomik anlamda da, sağlık anlamında da yaşanan krizin faturasını emekçilere keserek işin içinden çıkmaya çalışacaklar. O açıdan bugünün temel görevi, koronavirüs ile birlikte kapitalizm virüsüne karşı mücadele etmek olmalı.
Fuat Beşiroğlu
İşçi sınıfının tarih sahnesine çıkması ve burjuvazinin kurduğu sömürü düzenine alternatif olacak sosyalizmin temsiliyetini üstlenmesi, kapitalist modernitenin kendi içerisinde bazı düzenlemelere gitmesine neden olmuştur.
Sağlık alanı da bunlardan bir tanesi olarak 20. yüzyılda karşımıza çıkmıştır. Ne zamana kadar? Her alanda olduğu gibi Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çözülüşüne kadar denilebilir. Çözülüşün sonrasına, insanlık tarihinin geçmiş birikimlerinin reddedildiği, koyu bir gericilik ve karşı-devrim dönemi adı vermek yanlış olmayacaktır.
“Kapitalist modernite”nin efendilerinin ve emperyalist merkezlerin yaydığı büyük küreselleşme masalının anlatılmaya başlamasının üzerinden 40 civarında yıl geçtikten sonra karşımızdaki büyük çöküşün resmedilmesi için bir salgın yaşanması yetti ve arttı. Hesap ise bir kere daha emekçilere kesiliyor ya da dünya kapitalizmi salgın nedeniyle katmerlenen krizini ötelemek için köklü bir programa sahip değil.
Kapitalizmin balonu
Emekçilere dönük sağlık hizmetlerinin şekillenmesi başlığında 1880’li yıllarda Alman Kralı Bismarck’ın attığı adımlar kapitalizme giden yolda önemli bir nokta olarak tarihe geçmiştir. 1871 yılında dünya üzerinde ilk defa işçi sınıfı iktidarının Fransa’da Paris Komünü’nde cisimleşmesi sonrasında işçi sınıfının iktidar mücadelesinden korkan Alman sermayesi ve temsilcileri işçi sınıfına dönük sağlık hizmetlerini gündeme getirmiştir.
Amaç çok açıktır: Gelişen kapitalizmin önündeki engelleri kaldırmak adına işçilerin üretim sürecinden eksilmesinin önüne geçecek kadar bir sağlık hizmetini vermek, ölmeyecekleri kadar tedavi etmek ve aslında işçi sınıfı mücadelesinin önünü kesmek. Ancak yapılanın “ölümü göstererek sıtmaya razı etmek”ten başka bir anlamı olmadığı açıktır.
Kapitalizm gelişmesi ve dünya üzerinden en yüksek aşaması olan emperyalizm dönemine girilmesi ile birlikte sermaye sınıfı eskisine daha göre gelişmiş olan sağlık hizmetlerini işçi sınıfına neden satmadığı sorusuna yanıt aramaya başlamış ve bunun için birkaç yöntem ön plana çıkmıştır. Emekçilere paraları kadar sağlık hizmetinin satıldığı özel sigortacılık ile işçi sınıfına sağlık hizmetleri için prim ödemeyi zorunlu hale getiren ve kapitalist devlet eliyle yürütülen –kimi zaman da özel sigorta şirketlerine aracılık hakkı verilen- sigortacılık. Bunların dışında bir de sağlık hizmetlerinin doğrudan elden ödemeler ile yürütülen bir boyutu vardır ki, bu da günümüzde hala en geçerli yöntemlerden bir tanesi olup, sömürücü sınıflar için rant kapılarından bir tanesi bu olmaya devam etmektedir.
İşçi sınıfının sağlık hizmetlerine eşit, parasız ve gerçek anlamda bilimsel anlamında ulaşabilmesinde en büyük dönüm noktası ise 1917 yılındaki Ekim Devrimi ile birlikte yaşanmıştır.
Ekim Devrimi, işçi sınıfı iktidarı ve sosyalizm meseleyi insanlığın gündemindeki en büyük sorun düzleminden en önemli kazanım düzeyine taşımıştır. İnsanlık tarihindeki en önemli sıçrama olarak görülebilecek Ekim Devrimi, toplumsal üretiminin karşılığına denk gelen değerin merkezi planlama doğrultusunda tüm topluma eşit şekilde paylaştırılması ilkesi doğrultusunda sağlık hizmetlerinin finansmanını da bir sömürü ve rant alanı olmaktan çıkartmıştır.
20. yüzyılda reel sosyalizm karşısında sıkışma yaşayan dünya kapitalizmi bu sefer de çözümü keynesyen ekonomi modeli ve bunun uzantısı olan sosyal devletçi anlayışlarda bulmaya çalışmıştır. Bunun sonucu olarak, nasıl 1800’lü yıllarda Alman Kralı korkup işçilere minimum düzeyde de olsa sağlık hizmetini gündeme getirdiyse, dünya üzerindeki patronların bir kısmı bu sefer de sigorta tipi finansman modellerinden kaçarak emekçilerden kesilen vergiler aracılığı ile finanse edilen sağlık hizmeti modeline geçme eğiliminde olmuşlardır.
Ancak bunların tasfiye edilmesi için de arsız bir şekilde işçi sınıfının kazanımlarına karşı mücadele eden kapitalistler eninde sonunda neo-liberalizmin dünya üzerinde hakim olması için verdikleri mücadelede başarılı oldular. Reel sosyalizmin çözülmesine paralel bir şekilde yükselişe geçen ekonomik model tüm dünyada her alanda özelleştirmeleri de beraberinde getirdi. Adına da tüm insanlıkla dalga geçercesine “küreselleşme” adı verildi.
İşte bunun devamında sağlık hizmetlerinin finansmanında ve sunumunda tam boy piyasalaşmaya doğru hamle yapıldı. Özelleştirmelerin önü açıldı, emekçilerin sağlığı ve bununla birlikte tanı ve tedavi yöntemleri alınır satılır bir metaya dönüştürüldü.
Bu adımlar atılırken propagandası yapılan en önemli argüman ise, sosyalizmin köhnemiş ve insanlık için iyi bir şeyler sunamayacak bir sistem olarak gündeme getirilmesi idi. Oysaki, 20. yüzyılda sağlık alanında büyük zaferlere imza atan sosyalizmin kötü bir taklidini 30-40 yıl boyunca kendi ülkelerinde uygulamaya çalışan kapitalist emperyalist güçler eninde sonunda bunu hasıraltı ederek yol almaya çalıştılar. Ancak işçi sınıfının mücadelesi o anlamıyla sessiz kalmamıştır. Örnek vermek gerekirse, 1980’li yıllarda İngiltere’de “Ulusal Sağlık Sistemi”nin tasfiyesi gündeme geldiğinde İngiliz işçi sınıfının buna büyük grevler ve sokak protestoları ile yanıt vermişti.
Ancak, emperyalizm açısından birincisi kârlılık, ikincisi sermayenin küresel ölçekte ihraç edilebilmesi, üçüncüsü bunun önündeki engellerin kaldırılması, dördüncüsü dünyanın büyük tekeller tarafından paylaşılması gibi başlıklar esas olduğu için 1980’ler itibaren gündeme getirilen neo-liberal küreselleşmeci dönem “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesinin dünya çapındaki güncel hali olmuştur. Kapitalizmin günümüzde de karşımızda duran balonu bu şekilde şişirilmiştir.
Sağlık hizmetlerinin piyasaya açılmasının ve özelleştirmelerin arkasındaki temel mantık tam da budur.
Kapitalizmin balonu patlarsa
Yaklaşık kırk yıldır şişirilen balonun patlaması içinse bir virüs salgını yeterli oldu. Aslında daha önce patlamış olan balonun tüm dünya tarafından görünür olduğunu da söyleyebiliriz.
Sağlık alanında yalanlara sarılarak sermayenin çıkarlarını işçi sınıfının çıkarları gibi gösteren uluslararası tekeller, kapitalist ülkeler ve sermaye sınıfları, emperyalist ülkelerin yönetimleri hepsi nedense meseleyi bugün daha fazla finansman ayırarak çözebileceklerinin yarışına indirgemiş durumda.
Ancak, koronavirüs salgını karşısında ne yapacağını bilemeyen küresel kapitalist dünyanın efendileri salgından kurtulmak için emekçilerden gasp ettikleri yüz milyarlarca dolar ya da euro kaynak ayırdıklarını söyleyip duruyorlar. Bu ayrılan paralarında kendi sermaye sınıflarını kurtarma paketleri için ayrıldığını zamanla bir bir göreceğiz. Bir yana koronavirüs salgını için bir trilyon dolar ayırdığını söyleyen ABD’yi, altı yüz milyar dolar dolar ayırdığını söyleyen Almanya’yı, salgın karşısında sağlık sistemi çöken İtalya’yı, çözümü OHAL ilan etmekte arayan Fransa’yı, salgın karşısında “sosyal bağışıklık” adı altında krizle mücadele dahi etmeyi gündemine almayan İngiltere’yi, bunların tam karşısına ise sosyalist sağlık sisteminin kalesi olarak insanlığa en büyük katkıyı vermeye hazır olduğunu ifade eden, koronavirüsle mücadelede etkili olan “İnterferon alfa 2B” isimli ilacı insanlığın kullanımına açan ve bugüne kadar sağlıkla ilgili onlarca alanda otoritesi tartışmasız hale gelen sosyalist Küba’yı koyun.
Hangisi size daha güvenilir ve güçlü geliyor? İşte kapitalizmin patlayan balonunu ortaya koymak için küçük bir örnek.
Bununla birlikte neo-liberalizm ve küreselleşme masalları ile emekçilerin sağlık hakkı ellerinden alınırken, sağlık emekçilerinin de hakları son kırk yıl içerisinde büyük bir tasfiyeye uğradı. Sonuçları ise ortada. Bugünlere adım adım gelindiğini ise unutmamak gerekli. O yüzden bir tarafa patlayan balonu, diğer tarafa ise kamucu ve toplumcu sağlık sistemini koymak zorundayız.
Nasıl mı? İsterseniz bir liste yapalım ve sıralamaya çalışalım.
Kapitalizmin sağlık anlayışı piyasa anarşisi üzerine kuruludur. İnsan sağlığı borsadaki hisse senetlerinden daha değersizdir. Sağlık tekelleri ve rantiyelerin çıkarları ön plandadır. Toplumcu sağlık anlayışı bunun tam tersidir. Merkezi planlama esastır, sağlık hizmetlerinde devlet tekeli mutlaktır, emekçilerin sağlık hakkı birinci sıradadır.
Kapitalizmde açık ya da örtük bir şekilde sağlık hizmetleri paralıdır. Paralı olduğu için eşitsizdir ve ulaşılabilir değildir. Sosyalist sağlık sistemi her düzeyde parasız, eşitlikçi bir anlayışa sahip ve ulaşılabilirdir.
Kapitalizmde koruyucu değil tedavi edici hizmetler birinci sıradadır. Çünkü insanların hasta olduktan sonra tedavi edilmeleri daha kârlıdır. İlaç tekelleri bunun kaymağını yemekte; teknoloji ve bilim de tam da bu düzeninin çıkarlarına hizmet edecek şekilde yapılandırılmakta, istismar edilmektedir. Toplumcu ve kamucu bir sağlık sisteminde koruyucu hizmetler ön plandadır. Halkın sağlık düzeyinin yüksek tutulması için gerekli her türlü önlem alınır ve uygulanır. Koruyucu sağlık hizmetleri ile emekçilerin hasta olması engellenir. Devlet ilaç üretiminde ve dağıtımında tek yetkili mercidir. İlaçlar ücretsizdir. Teknoloji ve bilim bu bağlamda yapılandırılır. Önemli olan toplumsal sağlığın üst düzeyde tutulması, tedavi edici hizmetler içinse insanlığın bütünü için en ileri noktaya ulaşılmasıdır.
Kapitalizmde sağlıklı beslenme sadece zenginler için mümkündür. Toplumcu bir düzende herkes toplumsal refahtan eşit bir şekilde faydalanır ve o açıdan herkesin sağlıklı bir beslenme olanağı mümkündür. İyi beslenen insanların bağışıklık sistemi güçlü olur ve daha zor hasta olurlar.
Halk sağlığının olmazsa olmazı çevre sağlığıdır. Doğayı tahrip eden, doğal tarım ve hayvancılığı bitirip sentetik hale getiren, dünya üzerinde kullanılan bir sürü kimyasal madde ile mikroorganizmaların ileri düzeyde mutasyon geçirerek insanlığa zarar vermesine neden olan, kimyasal atıklarla suları ve besinleri zehirleyen mantık kapitalistlerin çıkarlarından başka bir şey değildir. Toplumcu sağlık anlayışı doğadaki yaşam ile insan yaşamının birlikteliğini öngörür ve yukarıda bahsedilen tüm başlıklar bir kâr nesnesi olmaktan çıkartılır.
Neo-liberal kapitalist mantık günümüzde teknolojik ve bilimsel olanaklar üzerinde kurduğu tahakküm aracılığı ile yenilmez bir sistem olduğunu pompalayıp durmaktaydı. Son birkaç aylık tabloya bakıldığında ise durum tersine dönmüş, modernizmin kalesi olarak görülen “anlı şanlı” ülkeler bir virüse diz çökmüştür.
Ancak onlar açısından çıkış yolu belli. Ekonomik anlamda da, sağlık anlamında da yaşanan krizin faturasını emekçilere keserek işin içinden çıkmaya çalışacaklar. O açıdan bugünün temel görevi, koronavirüs ile birlikte kapitalizm virüsüne karşı mücadele etmek olmalı.
Her anlamda sağlığımız korumak için kapitalizmin tuz buz olan yalan dünyasına karşı daha fazla sosyalizm…