Komüne giden yıllarda ve komün günlerinde Marx
24-05-2020 09:26"İşçi Paris, Komün’ü birlikte, yeni bir toplumun şanlı öncüsü olarak her zaman yüceltilecektir. Şehitlerinin anısı, işçi sınıfının soylu yüreğinde yaşayacaktır."
Hasan Alioğlu
19.yy’da hızı gittikçe artan kapitalistleşme süreci, aynı oranda gelişkin bir burjuva ve proleter sınıflarının oluşmasına da hız katmıştır. Bu süreç kapitalist üretim biçiminin beşiği İngiltere’de çok çalkantılı siyasal çatışma ve bunalım hali içermeden yaşanırken, Fransa’da 1789 devrim süreci ve sonrasında yıkıcı bir siyasallaşma, militanlık ve devrimcilikle yaşanıyordu.
Fransa’da 1871 Paris Komünü ile iç savaşa giden yol, 1789’un yarattığı cumhuriyetten, 1830’la başlayıp şiddetini sürekli artıran sınıf savaşımlarından ve Louis Bonaparte’ın diktatörlüğünden geçer.
1830 Temmuz Devrimi’yle Bourbon hanedanının (toprak aristokrasisi) egemenliğine son verilerek Restorasyon adıyla anılan dönemin bitmesinde büyük rol oynayan Fransız işçi sınıfı, örgütsel ve siyasal açıdan eksiklikleriyle kendi devrimci kalkışmasını iktidarsız bırakırken, iktidarın burjuvazinin bir kesimin elinden (Bourbon hanedanı) diğer bir kesimin eline (Orleans hanedanı -mali aristokrasi-) geçmesine de engel olamamıştır. Sonuçta Fransa’da Anayasal Monarşi döneminin perdesi açılmıştır. Bu dönemde ülkenin ve devletin tüm zenginlikleri yağmalanmış, toplum da bu yağma altında yoğun bir sömürü ve baskıya maruz kalmıştır.
Temmuz Devrimi’yle burjuvazinin artık ilericilik misyonunun tükendiği, bu ilerici-devrimci misyonunun bundan sonra işçi sınıfı tarafından üstlenildiği en net biçimde ortaya çıkmıştır. Sonrasında egemen sermaye bloğunun kendi içindeki çıkar ilişkileri ve gerilimlerinin de etkisiyle, proletarya ile burjuvazi arasındaki yükselen sınıf savaşımının yanı sıra bu blok içinde de düzen içi iktidar savaşı her daim görülecektir. Nitekim söz konusu zaman zarfı içinde bu blok içinde iktidar olamayan kesimleri devletteki ve diğer yönetim aygıtlarındaki “çürümenin” karşısında yer aldılar.
Bu taraflaşma sürerken, Avrupa’da 1845-46 yıllarında görülen patates hastalığının yol açtığı genel kıtlık Fransa’da da halk içinde hoşnutsuzluğun artmasına ve hatta kanlı çatışmalara yol açarken, İngiltere’de yaşanan genel ticaret ve sanayi bunalımının yarattığı ekonomik sosyal yıkım, Fransa’da 1848 Şubat Devrimi dönemini hazırlıyordu. Küçük burjuvazinin, sanayi burjuvazinin, köylülerin ve proletaryanın içinde yer aldığı muhalefet bloğu Temmuz Monarşisinin yerine 1848 Devrimi’yle geçici hükümetin kurulmasına yol açtı. Bu geniş blok içinde yalnızca proletarya elindeki silah gücüyle de basınç yaratmış ve cumhuriyetin yeniden ilanını sağlamıştır.
Proletaryanın bu dönemde toplumsal özne olarak artan ağırlığı ve siyasal etkinliği karşısında tedirgin olan burjuvazi ilk iş olarak proletaryayı silahsızlandırmayı denedi ve çeşitli taktik ve manevralarla başardı da ancak bu başarı kısmı olacak bir noktadan sonra ters tepecektir. Nitekim 1848 şubat devriminden sonra istekleri ya görmezden gelinen ya da ertelenen proletarya haziranda ayaklanmıştır. Ancak egemen sermaye bloğu tarafınca büyük bir güç kullanılarak bastırılmıştır. Bu kıyım, proletarya saflarında yeni bir eşiği doğurmuş ve artık yeni bir slogan yükselmiştir: Burjuvazinin devrilmesi! İşçi sınıfının diktatörlüğü.
Toplumsal bir özne olarak proletaryanın yaşadığı siyasi deneyimlerin ardından artık burjuvazinin “ilericiliğinden”, küçük burjuvazinin demokratlığından bağımsız bir siyasal bir özneye ihtiyaç olduğu ve onun yol aydınlatıcılığında siyasal pratiklerinde bağımsız bir hatta yol alması gerektiği hissedilmişti. Bu pratik, kendi öz sınıfsal çıkarları doğrultusunda ekonomik-siyasal-örgütsel ve ideolojik mücadeleyi verebilmesi; bağımsızlık ise bu mücadelenin olanak ve araçlarını yaratmaktır.
Yaşanan kesitte, proletaryanın bağımsız partisi fikirsel bir nüve olarak doğmuştur artık.” Fransa’da küçük burjuvazi normal olarak sanayi burjuvazisinin yapması gereken şeyi yapıyor; işçi normal olarak küçük burjuvanın görevi olması gereken şeyi yapıyor; ama işçinin görevi onu kim yapıyor?”[1] diye sorar Marx, bu soru kısmen yanıtını 1864’de kurulan Uluslararası Emekçiler Birliği’nde (1.Enternasyonal) bulur ve proletaryanın ilk büyük iktidar kalkışması olan 1871 Paris Komünü’nde de görevini yerine getirecektir (dönemin koşullarında burjuvazinin karşısında hiçbir zaman açıkça kabul edilmese de Komün’de manen ve madden Enternasyonal (ve elbette ki Marx ve Marksist düşünce)) vardır. Marx’ın bu sorusu tam yanıtını Lenin’in düşüncesinde ve 1917 Ekim devriminde bulacaktır.
Proletarya, burjuvaziyi tarihsel olarak ileri olmaya zorlamıştır, işin tam da burası burjuvazinin proletarya karşısındaki korkusunun kaynağıdır, bu güç karşısında günü gelince yıkılmak, siyasi iktidarını kaybetmek. Marx’ın deyimiyle “Şubattan önce, devrim, devlet biçiminin yıkılması anlamına geldiği halde, Haziran’dan sonra burjuva toplumunun yıkılması anlamına geliyordu.”[2] Bu nedenle Düzen Partisi adıyla biraraya gelmiş olan sermayenin egemen bloğu 1848 haziranında ki yengisine rağmen, baskıcılığını artırmış, hatta küçük burjuva sosyal demokrat siyaseti de meclis dışarısına çıkararak toplumdaki meşruluğunu yok etmeye çalışmıştır.
Düzen Partisi içinde artan iç gerilim ve çatışmalar iktidarlarını istikrarsızlaştırdı, Louis Bonaparte ise sermaye grupları arasındaki çatışmalardan yararlanarak köylülük üzerindeki meşruiyetini de kurup 2 Aralık 1851’de diktatörlüğünü ilan etti. Nitekim Marx’ın sözleriyle “proletarya Fransa’yı henüz yönetebilecek bir durumda değilse, burjuvazi de artık yönetemiyordu.” Bonaparte’ın imparatorluğu Engels’in deyimiyle, egemen sınıflardan özerkleşmiş devlet gücünü temsil ediyordu. Bonaparte’ın özel çıkarıyla, devletin genel çıkarı burjuvazinin ekonomi-politiğiyle uyumluluk göstermiş, özerkleşmiş devlet gücü imparatorun iradesini güçlendirirken, burjuvazinin sermaye birikimi de artıyordu; kriz ile yıpranan kapitalist üretim ilişkileri yeniden üretildi, burjuvazi ekonomik ve sosyal anlamda istikrarı yakaladı. Bonaparte, “burjuvazinin maddi gücünü korumakla, onun siyasal gücünü yeniden yaratıyor”du.[3] Bu devr-i saadet 20 yıl, taa ki 1871 Paris Komünü ’ne kadar sürdü.
Komün ’ün doğumuna giden yolda katalizör görevi gören Bonaparte’ın imparatorluk ordularının Prusya’ya savaş açması ve akabinde Fransa’nın yenilerek İmparatorun tutsak düşmesi olayının ta başında, bu savaşın Bonaparte tarafından iktidarını sürdürmenin bir aracı olarak çıkarıldığını söyler.[4] Marx her iki ülke işçi sınıfının da bu savaş da taraf olmamalarını ve enternasyonale proletarya saflarında barış propagandası yapılmasını önerir. Ayrıca bu savaş üzerinden tüm Avrupa’nın burjuva hükümetlerinin suçlu olduğunu söyler, çünkü “Louis Bonaparte ‘a onsekiz yıl boyunca kan dökücü onarılmış imparatorluk kaba güldürüsünü oynama iznini verenlerin, Avrupa hükümetleri ile egemen sınıfları olduğunu da unutmayalım.”[5]
İmparator’un Prusya’da esir düşmesiyle birlikte Komün ’den önce 4 Eylül 1870 de gerçekleşen Paris Devrimi’yle yeniden bir kez daha ilan edilen cumhuriyet için Marx, imparatorluk tahtının bütünüyle çökertmediğini, sadece burjuvazi adına siyasal yönetim için boşluk doldurduğu yorumunu yapar. Proletaryaya ise cumhuriyetin sağlayacağı görece özgürlüklerden yararlanarak kendi örgütlülüklerini yapılandırmalarını önerir.
Nitekim cumhuriyet ve burjuvazi proleter devrimden korkmaktadır, proletaryayı silahsızlandırmaya çalışır. Proletaryanın bu kez yanıtı 18 Mart 1871 de Paris Komünü ’nü ilan etmek olur. Marx, bu ilk çıkışı “imparatorluğun anti tezi” olarak görüp, Komün’ü, “bir işçi sınıf hükümeti,… emeğin iktisadi kurtuluşunu sağlamak için en nihayetinde bulunan siyasal biçim”[6] olarak açıklıyordu. Kısacası Marx, Komün’ü bir yandan tarihsel-kuramsal nitelikleriyle değerlendiriyor; diğer yandan pratik olarak işçi sınıfının siyasal eylemi örgütlülüğü olarak değerlendiriyor. Hatta bu yönetim biçimiyle yeni bir toplumsal formasyon oluşturulabileceğine inanır, Marx’ın deyimiyle Komünal kuruluş olacaktır.[7]
Nihayetinde komün ile proletaryanın burjuva siyasallığından kopuşunun mümkün olduğunu görüyordu. Aslolan şeyin siyasal iktidarın fethi olduğu ispatlanıyordu. “Şimdiye kadar ki bütün hareketlerin en önemlisi Komün’dü, çünkü komün, siyasal iktidarın işçi sınıfı tarafından fethini simgeliyordu.”[8] Alınan iktidarla birlikte sınıfın hegemonyasını oluşturmak için diktatörlükle belirlenmiş bir siyaset tarzının uygulaması gerektiğini düşünüyordu. Hatta Komün’ü işçi sınıfı içinde demokrasiyi uygulamadığı için değil, burjuvaziye karşı diktatörce davranmadığı için eleştirmiştir. Kamulaştırma süreci için proletarya diktatörlüğü şarttı. Ve dahi, Fransız merkez bankasına bu yüzden dokunulamamış -yeterince diktatörlük aygıtı kullanılmamış-, böylece Fransız burjuvazisinin kalbinin tam orta yerine hançer saplanılamamış, hatalardan en büyüğü yapılmıştı Komün’de.
Komün üzerinde yaptığı değerlendirmeler sırasında Fransız devrimine kadar gelen geleneksel devletin, devrim sonrasında modern bir üst yapıda yapılanmasıyla esasında devletin işlevsel özü açısından bir şey değişmediğini, “gitgide sermayenin emek üzerindeki ulusal bir iktidar, toplumsal kölelik ereklerine göre örgütlenmiş toplumsal bir güç, bir sınıf egemenliği aygıtı niteliği” kazandığını söyler.[9] Bu açıdan Komün’ün de devlet mekanizmasını işçi sınıfı adına olduğu gibi alıp onu kendi hesabına işletmekle yetinemeyeceğini vurgular. Komün’ün doğru bir şekilde işçi devletini proleter çıkarlar doğrultusunda yapılanmaya tabi tutmasını olumlar.
Marx elbette, Komün ‘ün bir takım yapısal eksikliklerini de görüyor, bunları ifade ediyordu da; ama yoldaşı Engels ile birlikte inşa ettikleri kuramını zenginleştirici soyutlama örnekleri ve derslerine daha fazla yoğunlaşmayı tercih etmişti. Komün, sınıf mücadeleleri tarihinde, tüm Marksistler için işçi sınıf iktidarının ne tür olası olaylarla da karşılaşacağını gösteren önemli bir deney olmuştur.
Sonsöz Komün ‘ün “mimarlarından” Marx’ın olsun yine:
“İşçi Paris, Komün’ü birlikte, yeni bir toplumun şanlı öncüsü olarak her zaman yüceltilecektir. Şehitlerinin anısı, işçi sınıfının soylu yüreğinde yaşayacaktır. Cellatlarındıysa tarih, daha şimdiden sonsuz bir teşhir direğine çiviledi ve rahiplerinin tüm duaları, günahlarını bağışlatmayacaktır.”
[1] Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları (1848-1850), sol yayınları, s.117
[2] Karl Marx, a.g.e., s.61
[3] Karl Marx, Louis Bonaparte ’in 18 Brumaire’i, sol yayınları, s.148
[4] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, sol yayınları, s.24
[5] Karl Marx, a.g.e., s54
[6] Karl Marx, a.g.e., 54
[7] Karl Marx, a.g.e., 129
[8] Karl Marx, a.g.e., 16
[9] Karl Marx, a.g.e., 61