Padişahlar, içki ve İslamcıların mit inşası üzerine
21-12-2020 06:47İçki içilmesiyle mi kalıyor peki, Osmanlı Devleti’nin “Öteki Osmanlısı?” Hayır. Hanefi mezhebinin kabuklu deniz yiyeceklerini haram saydığını biliyoruz. Oysaki Fatih Sultan Mehmet’in sarayına istakoz getirttiği biliniyor.
Kaan Kavuşan
Osmanlı hanedanında içki kullanımı ve Hanefi mezhebince haram varsayılan yiyeceklerin tüketilmesi, tarihçilerce ve ortalama okurca pek bilinmeyen bir şey değil aslında. Sadece “esas” üzerinden yorumlama şansımız olsaydı bizi pek de ilgilendirmiyor olacaktı. Kim ne yemiş ne içmiş bize ne çünkü… Ancak böyle bir şansımız yok. Çünkü günümüzün “mit inşası” üzerine kurulu Neo-Osmanlıcı anlatısını göz önüne aldığımızda bir hatırlatma yapmak elzem oluyor. Tarihi; kendilerinin çarpık güncel politik ajandasına göre bükmek isteyenlerin elinden kurtarmak, onun tekerini geriye doğru çeviren bu aleti kırıp dökmek şart oluyor.
Duayen tarihçi Halil İnalcık, “Tarihi kayıtlar, Anadolu’da Türkler arasında şarap içme adetinin erken zamanlardan beri yaygın olduğunu göstermekte” diyor ‘Has-bağçe’de ayşu tarab’ adlı eserinde.[1] Ve bu kitabından bahsettiği bir yayında içkinin Osmanlı devrinde geleneksel bir saray adetine dönüştüğünü anlatıyor. Kısaltarak yazıyorum, meşhur Saray bahçesi, iktidarın şarkılarında “gülü” olmakla övündüğü Hasbahçe’de yapılan işret (içki) meclisi için şöyle diyor: “Ruhu bunalmış zavallı Sultan, dünyadan kâm almak için o bahçeye gelir. O bahçede kendi mezhebinde olan zariflerle oturup bir alem-i ab eyler. (…) Orada, meclis, (…) sakinamelerden (saki içki demektir) öğreniyoruz, şarapla başlar. Rehavî faslı başladığında halk (bahçedeki ahaliyi kastetmektedir) coşar, gece yarısına doğru, artık kafalar tütsülenmiş. O zaman mecliste olanlar kalkıp raksa başlarlar. Ondan sonra oturup açık saçık hikayeler anlatılmaya başlanır gece yarısından sonra. Sarhoş muhabbeti. Bunlar da literatüre geçmiştir. Gizli olduğu için orada kalıyor. İşret meclisi sıkı sıkı tembih edilir. Lale devrinde bunu aleniyete döktüler ve halk isyan etti.” Özetle, padişahın da bulunduğu içki meclisinin gizlice toplanması gelenekselleşmiş bir saray adeti olarak kayda geçiyor.[2]
Öte yandan içkinin saraya girdiğini kanıtlayan listeler de var elimizde: V. Murad’ın (d. 1840 – ö. 1903) annesi Valide Sultan’ın alışveriş listesi şunlardan oluşmaktaydı: 24 şişe kına kına şarabı, 300 şişe Bordo (şarabı), İki ambar Viyana birası, 24 şişe Porto, lakerda balığı, havyar, balık yumurtası.[3]
***
Bu girişten sonra, bir kişiye özellikle değinmek gerekiyor. Neo-Osmanlıcıların hayalini en çok süsleyen, ancak Necip Fazıl’ın yarattığı Ulu Hakan mitinden bambaşka biri olan II. Abdülhamit, İlber Ortaylı’nın Kafa dergisinde yazdığı yazıya göre, “veliahtken bazı içkileri ölçülü bir şekilde içer, kardeşi Vahdettin’e de ikram edermiş. Ama sonradan kesmiş.”[4] Murat Bardakçı ise şahsen tanıdığı ve torunlarından birine dayandırdığı bilgiye göre, “Tarihin Arka Odası” programında Abdülhamit’in Porto şarabı içtiğini söylüyor. Yine aynı programda başka bir tanıklığa başvurup II. Abdülhamit’in, yeğeninin oğlu Osman Bayezid Osmanoğlu’nu kucağına oturtup “bu şifadır, nefes açar” diyerek bir yudum da ona içirdiğini aktarıyor.[5]
Abdülhamit’in torunu Osman Ertuğrul ise, başka bir Teke Tek programında aktarılan ve 1999 yılında Güneri Civaoğlu’na verildiği görülen bir röportajda[6] “Dedem rom içerdi, babama söylerdi, bak ben bunu içiyorum, çünkü bu yasak değil, Kuran’a bak, orada şarap diyor, şekerden yapılanın bahsi geçmiyor” diyor.
Bugün, Osmanlı’da ilk fabrikasyon bira üretiminin, yine II. Abdülhamit dönemine denk geldiğini de bilmekteyiz; Şişli’de Bomonti kardeşlerin kurduğu bira fabrikasının halka satış yapabildiği tarihçilerin kayda düştüğü bir not. II. Abdülhamit döneminin devamından başlamak üzere, Cumhuriyet’in kuruluşuna dek birçok bira fabrikası ve bira satan dükkân açılmaya devam etmiştir; bu dükkanlar Müslümanlara satış yapmama teamülüne tabi olsalar da fiilen satış yapabilmekteydiler.
Ortaylı, yine yukarıdaki iki programdan başka bir tarihte yayınlanan Teke Tek’in bir bölümde Abdülhamit’in veliahtken esrar içtiği, hatta en sevdiği kardeşi Sultan Vahdettin’le içtiklerini ve sonra bıraktığını aktarıyor. [7]
Türkiye’de genelevlerin ilk kez yasallaşmasının ve burada Müslüman kadınların çalışabilmesinin Abdülhamit dönemine denk geldiğini ise, bu yazının kapsamına sığmayan mit inşasına itiraz olarak şerh düşmekle yetineceğim.
***
Siyasal İslamcı mit inşasının temel nesnesi olması sebebiyle biraz uzun tuttuğumuz II. Abdülhamit faslını aşarak konuşalım şimdi de. Tabii ki başta da belirttiğimiz üzere Osmanlı hanedanında alkol kullanımı Abdülhamit’le de başlamış değil. Hatta biz bugün, yeni yeni üzerine mit kurulmaya çalışan Selçuklu hanedanında içkinin daha da serbest olduğunu, dizilere konu olan meşhur Nizamülmülk’ün “içkili şölenleri bir devlet töreni halinde resmileştirmiş” olduğunu biliyoruz.[8] Ancak Osmanlı’yla sınırlı kalalım.
Ortaylı bahsi geçen Kafa dergisindeki yazıda: “Dördüncü Murat’ın kendisi hem içki içer hem de bazen afyon kullanırdı. Fakat bunların kamuda kullanılmasına asla izin vermez ve yasağa uymayanları son derece feci şekilde cezalandırırdı” diyor.[9]
Yine Murat Bardakçı köşe yazısında Padişah Abdülaziz’in oğlu ve son halife Abdülmecit Bey’in yazdığı basılmamış, el yazması risaleden aktarıyor:
Dördüncü Murat, “Bağdat ve İran seferlerine çıkan iktidar sahibi bu padişah, geleceğin en büyük hükümdarı olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş; devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terk ederek dünyadan çekilmişti.”
***
Dördüncü Murat’ı aşırı bir örnek olabilecek bulabilecekler için aynı risaleden diğer padişahlar hakkında da bilgilerle devam ediyorum:
(İkinci Bayezid), “En nihayet millete karşı vazifelerini yerine getirememesi ve içkiye olan düşkünlüğü yüzünden devletin geleceğinin büyük bir büyük felâket ile karşı karşıya bulunduğunu gören oğlu Yavuz Sultan Selim’in şiddetli müdahalesi ile ezilip bertaraf oldu. Felâketinin başlıca sebebi, içmesi idi.”
“İkinci Selim, Kıbrıs şarabı ile serhoş olan ve hiçbir işe yaramayan başını eski sarayda hamam mermerlerine çarparak parçalamıştı.”
İkinci Mahmut, “…çelik gibi vücudunu tahrip etmek için bir de içkiye müptelâ olmuş, 55 yaşında tam tecrübeye sahip olmuş ve iş görüp eserini tamamlayacağı sırada üzüntüler içinde gözleri kapatmış idi.”
Abdülmecit Han, “babasından devraldığı işleri bitirebilmek için daha pek çok çalışması lâzım iken, o da içkiye müptelâ oldu ve bu yüzden vefat etti.” [10]
***
Padişahlıkta katiplik yapmış 1659 doğumlu Osmanzade Taib Ahmed Efendi’nin geçmiş tanıklara dayandırdığı eseri Telhisü Mehasini’l-adab’a göre:
“Sultan Bayezid-i Veli (yani II. Bayezid), komutanları ve vezirleriyle arada sırada iyşü nuş (içki âlemi) ederdi. Hatta Bayezid-i Veli, Sadrazam Gedik Ahmed Paşa’yı işret sırasında katletmişti.”
“Yavuz Sultan Selim içki kadehine fazla iltifat etmezdi, ancak ara sıra içerdi. Heyhat, çabuk sarhoş olup şiir okurdu. Bir gün bir eğlence sırasında yine sarhoş oldu; ayağa kalktı, elindeki kadehi öne doğru uzattı ve üzümden ilk şarabı çıkardığı iddia edilen İran Şahı’nı anımsayıp şiir okudu.”
***
İçki içilmesiyle mi kalıyor peki, Osmanlı Devleti’nin “Öteki Osmanlısı?” Hayır. Hanefi mezhebinin kabuklu deniz yiyeceklerini haram saydığını biliyoruz. Oysaki Fatih Sultan Mehmet’in sarayına istakoz getirttiği biliniyor. Matbah-Amire defterinde sarayın mutfağına sık sık ıstakozun da girdiği görülüyor. Bir başka örnek: I. Abdülaziz tarafından 1869 yılında İstanbul’da bulunan Fransız İmparatoriçe Eugenie onuruna Dolmabahçe Sarayı’nda midyeli yalancı dolma sunuluyor. II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı’nda meclis üyelerine verilen ziyafetlerde mayonezli haşlanmış ıstakoz yemeğine rastlanıyor.
Uzun lafı kısası, esasına bakılırsa padişahların içki içip içmediği, âlem yapıp yapmadığı, ıstakoz yiyip yemediği aslında pek önemli olmamasına rağmen, üretilen yalanların kitlelere kendi görüşünü dayatan bir ideolojik bir silah olarak kullanılması önemlidir. Bir başka boyutuyla da iktidardakilerin, çarpıtılmış bir tarihe başvurarak hegemonya kurma, kendi ideolojilerine kök yaratma çabalarının esas yüzü de ancak bu tarz bir hatırlatmaya boşa çıkarılabilir.
Türkiye ne geçmişte Siyasal İslamcıların kabına sığmıştır, ne de gelecekte de sığacaktır.
[1] s.287
[2] https://www.youtube.com/watch?v=qrPdqzb1mJs
[3] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.SGE 1/23, Lef 1
[4] İ. Ortaylı, “Padişahların Bir Günü”, Kafa dergisi Şubat 2016
[5] https://www.youtube.com/watch?v=s112Uvdb91
[6] https://www.youtube.com/watch?v=N9xS66yy0i0
[7] F. Altaylı & İ.Ortaylı (Teke Tek, Habertürk TV) https://www.youtube.com/watch?v=Qk8-1YIp_UY
[8] Nizamülmülk, Siyasetname, 36. Fasıl, s. 137-139
[9] Yukarıda adı geçen yazı
[10] https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/841641-osmanliyi-dedelerimin-ickisi-yikti