X, Y, Z derken harf kalmadı

X, Y, Z derken harf kalmadı

05-07-2020 00:08

Patron ağzından çıkma onca kitap niye, “İşinde dakik değilsin, otoriteye saygısızsın, sadık değilsin, kendini toparlamalısın” diyor?

Kaan Kavuşan

I.

Popülizm, sağ için her zaman makul olmuştur; sağ versiyonu olduğu kadar sol versiyonu da öyledir. Çünkü sağlam bir tanı koymamanın, alkış toplayacak, kulağa hoş gelecek yanlış sözlerle tribünlere oynamanın, tarifi bile çetrefilli konularda kafa yormamanın, daha da önemlisi lokomotifi rayından çıkarmanın adıdır bir anlamda. Lokomotif bir süre rayın üstünde gitse de en sonunda devrilir.

Dil bilgisinde “Galat-ı meşhur” diye bir terim vardır: Yaygın yanlışlar tekrarlandıkça yanlış olmaktan çıkmış gibi ve hakikatmiş gibi algılanırlar, en sonundaysa, aslında hakiki olmamalarına rağmen “hakikatin illüzyonuna” dönüşür ve “reel” hale gelirler. Son günlerde iyice konuşulmaya başlayan jenerasyon kavramına da bu bağlamda bakmak lazım. Sınıfların yerine jenerasyonların ortaya atıldığı yaklaşımlar gerek sınıf perspektifini reddeden kitlelerce gerekse sınıfları kabul etmesine rağmen bunların gittikçe sönümleniyor olduğuna inananlarca destek buluyor. Sol taraftansa sınıf perspektifi sabit kalmak şartıyla “marksizmi zenginleştirmek” şartlanmasıyla sol entelektüellerden ve sosyal bilimler doktora adaylarından destek görüyor.

Elimizde bir veri varsa kullanmalıyız, değil mi? Somut olmak şartıyla tabii ki, diyalektik materyalizmin yolu budur. Ancak jenerasyon perspektifini kabul eden biri aslında onun kavram setlerini de kabullenmiş oluyor. Peki ya bu kavramlar, somut bilgiler ve bunları destekleyen veriler üzerinden biçimlenmemişse? Arayan Tanrı fikrinde de mantık bulabilir, sabah havlayan köpeklerin depremi hissettiğinde de. Önemli olan tanımların mantıklı olması değil, bilginin sınanabilir ve kanıtlanabilir olmasıdır.

II.

Kitap satan portallardan birine girdim ve kuşaklarla ilgili ilk 20 kitaba baktım. Bu kitapların bir kısmı akademisyenler tarafından, bir kısmıysa iş dünyasının çeşitli kademelerinde görev alan insanlar tarafından yazılmıştı. Özetleri okurken gözden asla gözden kaçıramayacağınız şeyse, tanımların hep iş dünyasına ve tüketim alışkanlarına göre kurulmuş olması. Sanal kütüphanemde bulunan iki-üç kitaba da şöyle göz gezdirdim. Tezler benzer; falanca kuşak işine sadıktır, filanca kuşak esnek çalışmaya açıktır, falanca kuşak çok çalışkandır, azimlidir, iyi bir maaştansa patronuyla aynı yemekhanede yemek yer ister… (Böyle bir kuşak ne iyi olurdu değil mi patronlar için?) Listeyi uzatmak mümkün. Aynı zamanda tüketim alışkanlıklarıyla ilgili de pek çok şey söyleneduruyor; falanca kuşak ev alacağına dünyayı gezmeyi tercih ediyor, beriki tatile çıkacağına ailesiyle pizza yiyor, vs. vs. Peki, bu kadar eşitsizliklerin olduğu bir devirde, bir kuşağının genelinin bu özellikleri külliyen ya da büyük oranda taşıması olasılıklar dahilinde mi?

Bu konuda üç genel yaklaşım var. 1) İstisnalar olsa da, bu kadar şablonsu olmasa da, genel olarak mümkün çünkü zamanın küresel ruhu insanları şekillendiriyor diyenler. 2) Mümkün tabii ki ama bu veriler tamamiyle olmasa da daha çok dünyanın gelişmiş ülkelerinin beyaz ve mavi yakalılarını kapsıyor diyenler. Bu ikinci madde için, ayrıca beyaz ırkın mensubu olmaktan bahsederek çerçeveyi daha makul bir alana oturmaya çalışan bir alt dal da var ve ülkelere indirgeyenler de. 3) Jenerasyonları suni kavramlar olarak görenler.

III.

“Bu boomerlar hep böyle!”

Nasıl?

İki büyük savaşın ardından doğan çocuklar bunlar. 45-65 arası doğanlar diye bir uzlaşma var sayılır. Şimdi iddia edilen karakteristiklerine bakalım: Uyumlu, amaç odaklı, çalışkan, otoriteye saygılı, sorumluluk sahibi, işkolik, iş yerine sadık, ailenin kutsallığını savunan, ılımlı politikaları tercih eden… Bakın, nasıl da “biznıs” odaklı, nasıl da Amerikan değerleri odaklı bir kuşak. Oysa savaş sonrası yıkımda doğdular ama bu insanların 3’te 1’i, sosyalist bloğun mensubu olarak yaşadılar. Bu, sadece birinci dünya için yapılmış bir tanımlamadır tezini savunanlar da şunu unutuyor: Bu yaş grubu Amerika’da geniş ölçüde Vietnam protestolarına katıldı. Hippilik bunların jenerasyonunda başladı ve dünyaya yayıldı. En büyük ırkçılıklar da büyük protestolar da bu kuşakta yaşandı. Bunların gençlikleri boyunca sınıf mücadelesi çeşitli iniş ve çıkışlarla sürdü, büyük grevlere tanık olundu. Türkiye neredeyse sağ-sol diye ikiye bölündü. Hani işine sadık, işkolik ve otoriteye saygılıydı bunlar? Buradan nasıl bir bilimsel kategori ortaya çıkabiliyor?

Bir önceki kuşağa “Sessiz Jenerasyon” deniyor ki bu kuşağın bir kısmı devrimci mücadeleler sonucunda sosyalizmi kurarken diğer kısmı kapitalist dünyanın temellerini sağlamlaştırdı. İki ekol arasındaki kontrasta (ilericilik-gericilik, muhafazakarlık-gelişimcilik vs. vs.) bakmanızı söylemekle yetineceğim. Birbirinin antitezi iki dünya.

Bir de bu yazının sahibinin yaş grubuna bakalım. Y Kuşağı (80-94). Tüm tanımlar olumsuz. İşlerine sadık değiller, çok iş değiştiriyorlar, kendilerine gereksiz güvenliler, benciller, her şeyi beğenmiyorlar, biraz mıymıntılar, hemen de müdür olmak istiyorlar. Biraz insafa gelen “efendim, kültürel değişimler sebebiyle bencil oldular” diyor, daha sol ama gene kültüralist açıdan inceleyen neoliberalizmin yükselişiyle, tüketim toplumuyla lâfa giriyor. Genel olarak sınıftan kaçış eğilimiyle ilişkilendirmek sanırım uygundur. SSCB’nin yıkılmasıyla sosyalizm geri çekilmiş olsa da bu kuşak yeşil duyarlılığını, iklim problemlerini kitlesel olarak kafaya takan; feminizme sempati duyan ilk kuşak. Diğer kuşaklardan da sayıca çok daha mülksüz. Nasıl bencil oluyorlar? Bu iş değiştirmeler kapitalizmin bir krizinin, politikasının, bir ürünü mü yoksa insanlar karakteristiklerinden dolayı mı iş değiştiriyorlar? 20 yaşında memnuniyetsiz olan bir Y kuşağı mensubunun 40 yaşında kariyer yapmışken de memnuniyetsiz olacağı nasıl söylenebilir?

Tüm kuşakları incelemeye gerek yok sanırım, daha sonraki kuşaklar için tanımlar iyice muğlaklaşıyor ve daha da popülist boyutta. “Vallahi çok yaman bu çocuklar”la, “hiçbir şeye saygıları yok” arasında gelip gidiyor.

IV.

Sınıfsal konumları hiçe sayan ve akademisyenlerin birbirinden 180 derece faklı şeyler söylediği jenerasyonlar hakkında, ne diyebiliriz? Farklı sınıflara aitler, farklı davranacaktır elbette oysa jenerasyon teorisi dünyayı “global bir köy” olarak ele alarak en büyük hatayı yapıyor. Yok efendim, küresel değil bölgesel veya ulusal diyen diyenler de öyle. Instagram ve tiktoku açtığımızda gördüğümüz hayatların, eğilimlerin, fikirlerin farklılıklarını nasıl jenerasyon potasında eritebiliriz?

Bu elbette 80 yıl öncesiyle aynı olduğumuz anlamına gelmiyor. Ama, bugün aynı olduğumuz anlamına da gelmiyor. Reagan ve Thatcher dönemi Batı’dan yayılan neo-liberalizm paradigması, SSCB’nin çöküşü, 12 Eylül Darbesi, İkiz Kulelere saldırı, daha yakın dönemlerde sağ popülizmin yükselişi gibi olgular hayatlarımızı elbette etkiler, ekonomi-politikle kesişir. Benim kuşağım için 10 sene önce liberal kuşak diyorlardı, şimdi umut sosyalizmde diyen kuşak olduğumuz söyleniyor. İşsizliğin çoğalması, eğitime ulaşmanın zorlaşması, esnek çalışma rejiminin yaygınlaşması, dinselleşme, göç gibi başlıklar yüzünden bir neslin daha fazla göçmen karşıtı olduğu belki söylenebilir. Bunun tespiti için bir kuşak teorisine gerek yoktur. Bu tespitler, jenerasyon kavramının içine dahil edilen bin bir türlü zırvaya karşı çıkmamızı nasıl engeller? Patron ağzından çıkma onca kitap niye, “İşinde dakik değilsin, otoriteye saygısızsın, sadık değilsin, kendini toparlamalısın” diyor?

Elbette CIA, FBI, Amerikan hükümeti (ya da AB üyelerinin kurumları) oturup bir kuşak teorisi yaratalım deyip “düğmeye basmıyor” ama bu eğilimleri desteklemeye hem hayat görüşleri dolasıyla teşneler hem de bilinçli veya bilinçsiz bundan çıkarları var; doğal olarak meylediyorlar. Öbür yandan, telkinleriyse bu doğrultu da bir nevi “jenerasyonu” şekillendirme çabasına sebep olabiliyor. Bir de bunu düşünmek lazım. Reel haliyle “kuşakçılık” falcılıktan ötesi değil gibi.