Güncelliği devam eden bir kabare örneği: Vatan Kurtaran Şaban

Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle biraz tarihimize döndüğümüzde yazılacak, çizilecek isimlerden biri de oyun yazarı Haldun Taner olacaktır. Her dönemde olduğu gibi 50’li ve 60’lı yılların siyasi atmosferinde kolay kolay dile getirilemeyecek sosyal-siyasal konuları, ülkemize bir tiyatro türü olarak getirmiş biridir Haldun Taner.

Güncelliği devam eden bir kabare örneği: Vatan Kurtaran Şaban

Arjin Avcı

Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle biraz tarihimize döndüğümüzde yazılacak, çizilecek isimlerden biri de oyun yazarı Haldun Taner olacaktır. Her dönemde olduğu gibi 50’li ve 60’lı yılların siyasi atmosferinde kolay kolay dile getirilemeyecek sosyal-siyasal konuları, ülkemize bir tiyatro türü olarak getirmiş biridir Haldun Taner.

Kısaca değineceğimiz bu tiyatro türü de Kabare’dir.

Kabare türü, güncel sorunları alaycı ve yerici bir şekilde ele alarak güldürücü öğelere yer verir, içinde birçok eleştiri barındırır. Seyircilerle iç içe, samimi bir ortamdan çıkmış olan bu küçük tiyatro örneği, kelime kökeni bakımından da çıkış noktası olarak da Fransa’da kendini var etmiştir. Kabare, tüm yergisiyle aydınlatıcı bir öğeye sahip olduğundan, sonrasında büyük ölçekli olmasa da tüm Avrupa’ya da etki etmiştir. Türkiye’ye olan etkisi de biraz önce belirttiğimiz gibi Haldun Taner’le gelişmiştir. Bundan tam 55 yıl önce yazılan, 53 yıl önce sahnelenen Vatan Kurtaran Şaban da Türkiye siyasi tarihine, dönemin sol düşmanlığına bir birey üzerinden ışık tutan oyunlardan biridir. Haldun Taner direktifiyle Zeki Alasya, Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan tarafından kurulan Devekuşu Kabare adlı topluluğunun ilk oyunudur. Adalet Partisi’nin iktidarıyla sonuçlanan 1965 seçimlerinin hemen sonrasında yazılmıştır.

İki perdeden oluşan oyun, girişinden itibaren iğnelemelerle başlar. Yani, İsfendiyar oğlu Mehmet Şaban’ın tapu kadastro işinden kültür müsteşarlığına atanmasıyla başlar. Bu girişle beraber günümüzün bürokratik işleyiş yapısını da eşlenebilir konuma getirebiliyoruz.

Kuğu Gölü balesine giden Şaban’ın fuayede, başbakanlık özel kaleminden bir tanıdığı olması, onu kültür müsteşarlığında farkında olmadan gülünç maceralara sürükleyecekti. Kültür alanında uygun birisi bulunamayınca Şaban’a teklif gönderilir ve Şaban ilk başlarda ihtisası olmadığını dile getirse de “Devlet işinde ihtisas sonradan gelir.” denilerek yeni görevine atanır.

Oyunun gidişatına devam etmeden önce Şaban’ın sağ görüşlü, muhafazakâr ve biraz da saf görünümlü biri olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bu işin yoluna koyulurken bile vatanperverliğini esas alarak girişmiştir. Yanına da çok sevdiği dostu, komşusu Mısta Bey’i sağ kolu olarak inha eder.

Görevini belli etmeden önce teftişe çıkmak isteyen Şaban, sanatçı camiasını incelemek için plakçıları, sinemacıları, tiyatrocuları, müzikçileri, kitapçıları tek tek gezmeye karar verir ve Mısta Bey’in de kayıt tutmasını ister. İşte bundan sonra hem kültür-sanat camiasının hâlini hem de Şaban Bey’in paranoyaklık derecesindeki sol düşmanlığını bir temsiliyet olarak iyice anlamış oluyoruz.

İlk olarak bir güzel sanatlar akademisine giden Şaban, resmedilen bir tablodaki kızıllıklara takılır:

ŞABAN — Sen onu babana yuttur. Bu resim ne kaos, ne kavanoz…

RESSAM — Ya neymiş?

ŞABAN — Moskova’da Kızıl Meydan. Na şu da Kremlin’in kulesi. Sen giderken biz geliyorduk efendi.

RESSAM — Sizi temin ederim kî, tamamen non figüratif bir bilinçaltı aynası.

ŞABAN — Öyleyse neden kıpkızıl. Dünyada başka renk mi kalmadı? Sarı yapsaydın, yahut eflatun.

Ressam sadece insanların sanat eserlerini “anlamamasına” takılmışken Şaban aslında çok başka bir duruma odaklanmıştır. Günümüz sanatçıları, aydınları için de geçerli değil midir bu? İşin politik boyutu her iki taraf için de dengesiz bir biçime indirgenmiş olup anlaşmazlıklara sebebiyet veren duruma düşer. Çünkü Şaban, plakçıya gittiğinde de aynı durumu yaşar. Ruhi Su lafını duymak, Rus filarmonisi lafını duymak bile bir alerji yaratır kendisinde. Şu an için açık olmasa da bugün için de 60’lı yıllar için de sol düşmanlığı sosyal hayata etki eden bir “sorun”dur. Filmlerde, dizilerde, oyunlarda hatta sokaktaki afişlerde, yazılamalarda bile dikkat edilir. Her şeye rağmen halkta etki uyandıran sol görüş daima kendine yer buldu, hatta yer açtı diyebiliriz. Yer açtığı ölçüde o kadar engellendi, engellendiği kadar tam tersine bir korku uyandırdı tarihteki hükümetlerde, yandaşlarda…

Kitapta Şaban’ın gülünç olayları bu sefer bir konservatuvarda devam etmektedir. Hatta öyle ki bunu notaların değişmesine kadar vardırır:

KORO ŞEFİ — Başlıyoruz. (Piyaniste) Bir sol verir misiniz maestro? (Piyanist sol verir.)

KORO ŞEFİ — Dün akşam verdiğiniz sol daha iyi idi. Bir sol daha rica etsem. (Piyanist bir sol daha verir) Bu fena değil.

KORO ŞEFİ — (İşaret verir.)

KORO — (Marşa başlar) Sol sol mi re do mi sol

Sol si re fa la sol sol Sol la si do sol re fa Sol la sol fa sol sol sol

ŞABAN — Dur bakalım. Dur dur. Ne oluyor bu sollar?

PİYANİST — Nota.

ŞABAN — Neden bu kadar çok sol var bu marşta?

PİYANİST — Kompozitör öyle kompoze etmiş.

ŞABAN — Sen onu benim külahıma anlat. Bu besteye derhal 142. madde uygulanacak.

PİYANİST — Şaka ediyorsunuz galiba beyefendi. Solsuz müzik olur mu?

ŞABAN — Olacak. Yapacağız. Solsuz besteler ısmarlayacağız icabında.

PİYANİST — Hadi oldu diyelim. Sol anahtarını ne yapacaksınız?

ŞABAN — Başka anahtar koyacağız. Do anahtarı koyacağız. La anahtarı koyacağız. Ev anahtarı, cami anahtarı koyacağız. Diyeceğin var mı?

PİYANİST — Var.

ŞABAN — O halde seni de bakanlık emrine alacağız. Mısta Bey, beyi derhal makamıma götürün.

MISTA — Hay hay (Çıkarlar.)

MÜDÜR — (Koşarak girer) Ne oldu beyefendi.

ŞABAN — Konservatuvarı solculardan temizleme ameliyesi başladı. (Koroya) Hadi bakalım şimdi ben idare edeceğim. Sol diyenin ağzını yırtarım. Has dur. Bir, iki, üç yallah.

KORO — Sağ sağ mi re do mi sağ sağ si re fa la sağ sağ sağ la si do sağ re fa sağ la sağ mi sağ sağ sağ

Absürt bir değer taşıyan bu kısım fazlasıyla abartılı, olmamış veya olmayacak olaylar gibi gelebilir fakat bu kadar olmasa da sol düşmanlığı bazen absürt noktalara kadar varabiliyor. Bunun örneklerini sadece haberlerde, siyasette, kültür ortamlarında değil, çevremizde bile görebiliyoruz. Haldun Taner’in belki de bunu aydın çevreleri üzerinden ele alması, solun özellikle kendine yer edindiği ve kültürümüze ışık tutan eserlerinin de bu gibi süreçlerden geçtiğini gösterme gayesi olasıdır. Tabii burada aydın çevrelerinin eleştirisi de devreye girdiği için bahsedilmesi olanaklı olmayabilir aynı zamanda. Halktan kopuk, anlaşılmaz cümlelerle kendini ifade eden aydın tipi, sol görüşlü aydınların özellikle eleştirdiği bir yere sahiptir.

Oyunun devamı, yine devlet kademeleri arasında olan masa arkası ilişkiler, işin erbabı olan insanların değil tanıdıkların sözü geçtiği görevler ve hükümetin parti dostlarını kullanarak zaten çürük olan bürokrasinin ve demokrasinin altını üstüne getirmesi olarak devam etmekte…

Metinde de geçtiği gibi “Zamanımızda nasıl olsa tarih kurşun kalemle yazılıyor. Bir falso yaparsak siler düzeltirler.” cümlesi günümüzü de özetliyor.

1960’lı yılları konu alan bu eser dediğimiz gibi günümüze ışık tutmaya devam etmektedir. Hâlâ Şabanların, sanatçıların, aydınların, halkın ve iktidarın durumu bir tekerrür biçimindedir. Asıl nedeni Türkiye kapitalizminin sosyal, kültürel ve siyasi bir yansımasıyken hâlâ başka nedenlerle örtüştürerek aynı sonuçları yaşatmaya çabalayan ve şimdilik becerebilen bir sistemle karşı karşıyayız. Bu kabare örneğiyle anlamamız gereken tek şey belki de şudur: Tarih, bize farklı mutfaklardan sunduğu aynı yemekleri verebilir, yedirebilir. Bu bizim gözümüzün önünde bir perde de yaratabilir fakat önemli olan o perdeyi yırtabilecek güce sahip olan bir toplumu yaratabilmektir. Karanlıktan kurtulmak için aydınlığın içerisine dalarak kurtulan bir toplumu… Tam da bu yüzden Dünya Tiyatrolar Günü’nde bu isimleri daha fazla anmaya ve sanatın sanatçının misyonunu tekrar hatırlamaya ihtiyaç var.