Geçtiğimiz günlerde Kanada Parlamentosu, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Uygurlar ve diğer Türkî Müslümanlara karşı izlediği politikaların Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi kriterleri ile “örtüştüğünü” iddia eden bir önergeyi oybirliğiyle kabul etti. Aşağıda okuyacağınız, Kanadalı yazar Stephen Gowans tarafından kaleme alınan ve 2 Mart 2021 tarihinde Marxism-Leninism Today’de yayınlanan Uygur soykırımı yalanı konulu yazı Manifesto için Afşin Burak Umar tarafından Türkçeye çevrildi.
EMPERYALİZMİN BEKÇİ KÖPEKLERİ VE UYGUR SOYKIRIMI İFTİRASI
Stephen Gowans
2 Mart 2021
26 Şubat’ta Kanada Parlamentosu, “Çin Halk Cumhuriyeti’nin Uygurlar ve diğer Türkî Müslümanlarda doğumları engellemeye dönük tedbirler” uyguladığı ve bu tedbirlerin Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi kriterleri ile “örtüştüğü” görüşünü ifade eden bir önergeyi 226’ya karşı sıfır oyla kabul etti.
Gerçekte ise Pekin, Uygurlar ve diğer Türkî Müslümanlarda doğumları engellememektedir ve engellediğine kanıt olarak yaygın biçimde atıfta bulunulan, bir Alman antropolog tarafından hazırlanmış olan raporun kendisi de bu iddia ile çelişmektedir. ABD hükümeti tarafından kurulan ve misyonu komünizmin ve Çin Komünist Partisinin sonunu getirmek olan bir vakfın mensubu olan Adrian Zenz tarafından hazırlanan bu rapor, Çin’in aile planlaması politikasının Çin’deki [bütün] çiftlerin sahip olmasına izin verilen çocuk sayısına kısıtlama getirdiğini, Uygurlar ve diğer Türkî Müslümanlar da dâhil olmak üzere herhangi bir gruptaki çiftlerin çocuk sahibi olmasını ise engellemediğini gözler önüne seriyor. Dahası, aile büyüklüğüne getirilen sınırlamalar, etnik çoğunluğu oluşturan Han Çinlileri bakımından da dinsel azınlıklar bakımından da aynıdır. Dolayısıyla, Çin aile planlaması politikasında ulusal, dinsel veya etnik köken temelinde hiçbir ayrımcılık bulunmamaktadır.
Belki kendileri de pozisyonlarının savunulamaz olduğunun farkında olan parlamenterler, önergede “birbirini izleyen iki yönetimin de tavrı, Çin Halk Cumhuriyeti hükümeti tarafından Uygurların ve diğer Türkî Müslümanların soykırıma tabi tutulduğu yönünde olmuştur” şeklinde ifade edilen Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyasi görüşlere atıfla önergelerini dayanaklandırmaya çalıştılar. Kanada’nın parlamentosu emperyal güce yaranma peşinde yakışıksız bir hareketle, Washington’da dillendirilen ve hiçbir kanıta dayanmayan bir bakış açısını aksettirmek adına, yine hiçbir kanıta dayanmayan bir yasa teklifi tertip etmiş oldu.
Birbirini izleyen son iki yönetimin de Çin’i kendilerine bir rakip olarak göstermiş olması ve bu nedenle her ikisinin de rakiplerine iftira atmak için politik gerekçelerinin bulunması manidardır. Dahası, aşırı agresif ABD ordusunu diğer ülkelerden zorla ekonomik ve stratejik tavizler almak için kullanmanın dışında, ABD yönetimlerinin saldırgan eylemlerini haklı çıkarmak için uydurdukları yalanların sicili de hayli kabarıktır. “Birbirini izleyen her iki yönetimin” de Çinlilerin bir soykırım gerçekleştirmekte olduklarını iddia etmeleri, Washington’un ABD’nin ekonomik, askeri ve politik yörüngesine entegre olmayı reddeden devletler hakkında seri üretim yalanlar yaymaya dönük alışılageldik tarzında hareket etmeye devam ettiğinden başka bir şeyin kanıtı değildir. “Kosova’da etnik Arnavutlara karşı Sırplarca organize edilen bir soykırım”, “Irak’taki gizli kitle imha silahları”, “Suriye’deki ılımlı isyancılar”: bütün bunlar, emperyal saldırganlığa bahane gösterilen ABD yalan ve kara çalmalarının oluşturduğu buzdağının yalnızca görünen kısmı. Sincan’daki soykırım da en fazla bunların sonuncusudur.
Aşağıda soykırım iftirasını dört açıdan ele alıyorum:
Jeostratejik bağlam
2003 yılında, ABD Milli İstihbarat Konseyi eski başkan yardımcısı ve CIA’nin Kabil’deki sabık istasyon şefi Graham E. Fuller, John Hopkins Üniversitesi’ndeki Paul H. Nitze İleri Seviye Uluslararası Çalışmalar Okulu için “Sincan Sorunu” başlıklı bir kitap yazdı. Kitabın diğer ortak yazarı, akademisyen S. Frederick Starr’dı.
Bu kitapta Fuller ve Starr: “tarihsel kayıtlar, ülkelerin ve hatta uluslararası örgütlerin belirli insan hakları konularını gündeme getirme konusunda aldıkları kararların sıklıkla politik ve oldukça da seçici olduğunu ortaya koymaktadır. Birçok ülke Çin’deki insan hakları sorunlarına, bu ülkeyle aralarındaki genel ikili ilişkilerin seyrine ters orantılı biçimde ilgi gösterecektir.” diye yazmışlardı.
18 yıl sonra bugün, ABD ile Çin arasındaki genel ikili ilişkilerin seyrinin keskin bir biçimde kötüleştiğini söylemeye gerek bile yok. Çin, ABD’nin ekonomik ve teknolojik üstünlüğünün karşısına zorlu bir rakip olarak dikilmiş ve Obama yönetiminden itibaren ABD politikası, Çin’in yükselişini gölgelemeye dönük olduğu aşikâr olan bir programa doğru yön değiştirmiştir.
Geçtiğimiz günlerde, ABD başkanı Joe Biden, “Amerikan liderliği, Çin’in ABD’ye rakip olmak için artan hırslarının karşısına dikilmeli.” dedi. The Wall Street Journal gazetesi, Biden’ın hedefinin “yarı iletkenler, yapay zekâ ve geleceğin ekonomisi ile ordusunu şekillendirmesi beklenen diğer ilerlemeler bakımından Çin’den önde olmayı sürdürmek” olduğunu naklediyor. Ancak gazeteye göre ABD başkanı, bu çatışmayı bir ekonomik çıkar çatışmasından ziyade, “değerler çarpışması: otokrasiye karşı demokrasi” temelinde bir çatışma olarak tasvir etmeye niyetleniyor.
Demek ki kötüleşen Çin-ABD ilişkisinin temelinde ticari bir rekabet yatmaktadır ve Washington değerler çatışmasına dair bir anlatıyı bunun üzerine kılıf olarak geçirmektedir. Başkan olmadan önce Foreign Affairs dergisine yazdığı bir makalede Biden; ABD işletmelerine, ABD’nin geleceğin endüstrileri üzerindeki hakimiyetine ve teknolojik (ve beraberindeki askeri) üstünlüğüne karşı oluşturduğu ekonomik tehditler konusunda Çin’in karşısına dikilme stratejisinin ana hatlarını çizmişti. Biden, kendisinin ABD öncülüğünde Çin’e karşı gerçekleştirilecek bir kampanyaya destek toplamak için, bir insan hakları anlatısını kullanacağını dile getirmişti.
Fuller ve Starr, devamla: “Gelecekteki olası bir kriz veya karşı karşıya geliş halinde, Amerika’nın Çin’e baskı yapmanın bir yolu olarak “Uygur kartını” oynama konusundaki istekliliğini kategorik olarak dışlamak gerçekçi olmaz.” “Çin’in rakiplerinin çoğu geçmişte Sincan’da aktif politikalar izlediler ve Uygur meselesini kendi çıkarları için istismar ettiler.” diye yazmışlardı. Bundan neredeyse yirmi yıl sonra, Washington’un dünya sahnesindeki üstünlük iddialarına meydan okunması karşısında ABD’nin Çin düşmanlığı yükselişe geçerken, ABD Uygur kartını oynamaya karar vermiştir.
Suçlamaların arkasında kim var?
Pekin karşıtı iftiraları uyduranlar arasında, Çin Komünist Partisi’ne düşmanlık üzerinden hareketlenen ve ABD’nin küresel üstünlüğünün sürmesine yandaş olan gruplardan ve bireylerden oluşan bir şebeke bulunmaktadır. Bunun ortasında da Alman antropolog Adrian Zenz duruyor.
Zenz’in Pekin’e muhalefeti dini inançlarından kaynaklanmaktadır. Köktendinci bir Hıristiyan olarak komünizmi, feminizmi ve eşcinselliği tanrı karşıtı iğrençlikler olarak görmektedir. Zenz ayrıca, Çin’deki komünist yönetimin sona ermesini sağlamak üzere tanrıdan kendisine vahiy yoluyla gelen bir misyonu yerine getirdiğine inanmaktadır.
Zenz, Komünizm Kurbanlarını Anma Vakfı’nın kıdemli mensuplarından biridir. Amerika Birleşik Devletleri’nin en gözde dini olan (Hıristiyanlık ikinci sırada gelir) ABD devlet kapitalizmine karşı rekabet halindeki bir ideolojiyi gözden düşürmek için ABD hükümeti tarafından kurulan bu vakıf, dünyayı “Marksizm’in sahte umudundan” özgürleştirmeye ve “komünizmin tiranlığından” kurtarmaya (ki bu Hitler’in siyasi kariyerinin ana temasıydı) çalışmaktadır. Bu hedefini de gelecek nesilleri “Marksist sosyalizm tarihteki en ölümcül ideolojidir” (bu görüşe göre Marksizm öyle bir ideolojidir ki bir soykırım icra etmesi pekâlâ mümkündür) düşüncesi doğrultusunda eğiterek gerçekleştirmeye uğraşmaktadır. Vakıf “komünizme ve sosyalizme karşı olumlu tavırların, Amerika Birleşik Devletleri tarihinde görülmüş en yüksek seviyesinde” olduğu bugün, bu görevin bilhassa acil olduğu görüşündedir.
Zenz ayrıca, Çin ve Kuzey Kore’ye karşı kamuoyunu şekillendirmeyi misyon edinen ve şirketler, vakıflar ve varlıklı kişiler tarafından desteklenen anti-komünist bir ekip olan Jamestown Vakfı için de Pekin karşıtı raporlar yazmıştır.
İftiracılar arasında ayrıca, National Endowment for Democracy (Ulusal Demokrasi Vakfı -UDV) tarafından finanse edilen Dünya Uygur Kongresi de dahil, bir dizi Uygur sürgün grubu da yer almaktadır. UDV, ABD hükümeti tarafından finanse edilen bir organizasyon olup ilk UDV başkanı, CIA’nın eskiden gizlice yaptığını, yani beşinci kol örgütlenmelerini güçlendirerek yabancı devletleri istikrarsızlaştırma işini, kendilerinin açıktan yaptıklarını doğrulamıştır. UDV, bunu demokrasiyi ve insan haklarını destekleme kılıfı altında yapmaktadır. Örgüt Twitter’da, 2004 yılından bu yana Sincan’daki beşinci kolcu yazarları finanse etmekte olduğunu belirterek övünmüştür.
Pekin karşıtı iftiraların bir diğer propagandisti, Falun Gong‘un[1] sahibi olduğu Epoch Times gazetesidir. Tıpkı Zenz gibi, Falun Gong‘un Pekin’e karşı güttüğü husumetin kökleri de onun gerici dinî inançlarında yatmaktadır. Tarikat, cinsiyet eşitliğini, eşcinselliği ve komünizmi tanrıya hakaret saymakta ve esefle karşılamaktadır.
Suçlayıcılar soykırımı nasıl tanımlıyorlar?
Pekin’i bir soykırım icra etmekle suçlayanlar, tüketicileri ve çalışanları kandırmak için şirketler dünyasında düzenli olarak kullanılan bir aldatmacaya başvurmaktadırlar. Buradaki dalavere, belli bir kelimeyi, onun ne anlama geldiğinin mantıksal yorumundan başka bir anlama gelecek şekilde yeniden tanımlamaktır.
Eski ABD dışişleri bakanı Mike Pompeo işte bu dalavereyi kullandı. Pekin’i, Sincan ve onun Türkî halkını daha büyük Çin toplumuna entegre etmeye çalışmakla itham etti. Bu, soykırım tanımına uymadığı halde Pompeo, Pekin’in eylemlerini yine de soykırım olarak nitelendirdi. Foreign Policy dergisine göre, Dışişleri Bakanlığı hukukçuları Pompeo’ya Pekin’in Sincan’daki eylemlerinin BM sözleşmesinin soykırım tanımına uymadığını söylemişlerdi. Hükümet avukatlarının aksi görüşleri şöyle dursun, gerçeğe de hiçbir saygısı olmayan Pompeo buna aldırış etmedi.
ABD’nin şimdiki dışişleri bakanı Anthony Blinken da Pekin’i soykırımla suçladı. Aynı dalavereyi kullanan Blinken, Pekin’in Müslüman bir azınlığı yok etmeye çalıştığını iddia etmek için soykırımla alakasız eylemlere, yani “toplama kamplarındaki” bir milyon Uygur’a işaret etti. Bu iddia çifte bir aldatmacaydı. Birincisi, Sincan’da Uygur toplama kampları yoktur ve ikincisi, velev ki olsaydı bile toplama kampları soykırıma eşitlenemez. Blinken büyük olasılıkla, tıpkı “kutup ve kar” ilişkisinde olduğu gibi toplama kampı varsa soykırımın da olduğunu ve Çin devleti ile onun Komünist Partisi’nin Nazi dehşetinin çağdaş ifadeleri olduğunu ima etmek için, Yahudi soykırımının Alman ölüm kamplarıyla olan bağlantısından istifade etmeye çalışıyordu.
Toplama kampı iddiasının kaynağı, Pekin’in siyasi düşmanlarından bir diğeri olan, Türkiye’deki Uygur ayrılıkçıları tarafından yönetilen İslamcı bir medya kuruluşudur ki bu kuruluş, El Kaide bağlantılı bir cihatçı ekip olan ve Sincan’ı bir İslam devletine dönüştürmeye çalışan Doğu Türkistan İslami Hareketi (DTİH) için bir platform işlevi görmektedir. DTİH Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Aslında, Pompeo Ekim ayında grubu ABD’nin terörizm listesinden çıkarana ve bu sayede ABD’nin Sincan’ı istikrarsızlaştırma, Çin hükümeti hakkında karalama propagandası yapma ve nihayetinde Çin’in dünya sahnesinde ABD şirketleriyle rekabet etme kabiliyetini zayıflatma projesine cihatçıların yapabilecekleri katkıyı sınırlandıran bir ayak bağını ortadan kaldırana kadar Amerika Birleşik Devletleri tarafından terör örgütü olarak kabul edilmekteydi demek daha doğru olacaktır.
Geçen yılın Temmuz ayında Zenz, Jamestown Vakfı için Uygur doğum oranları üzerine bir makale kaleme almıştı. Kanadalı parlamenterlerin dillendirdiği, Çin’in Sincan’da bir soykırım icra etmekte olduğu iddiasının temelinde bu makalenin olduğu anlaşılıyor. Zenz’in raporunda, soykırım meselesi yalnızca son cümlede ve o da tereddütlü biçimde gündeme getirilmişti. Buna karşılık, hazırladığı bir sunuş notunda: “Zenz, Sincan’daki ÇKP parti-devlet aygıtının BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde tanımlanan soykırım kriterlerini karşılayan ağır insan hakları ihlallerine gömülmüş durumda oldukları konusunda ikna edici bir sav ortaya koymaktadır.” sonucuna varan, Jamestown Vakfı editörü, eski bir ABD deniz subayı ve ABD Kongresi personeli bir araştırmacı olan John Dotson idi. Oysa Zenz yalnızca, Çin politikalarının BM sözleşmesi uyarınca “bir demografik soykırım kampanyası” olarak “nitelenebileceği” sonucuna varmıştı. Şüphesiz herhangi bir politika, kişinin arzusuna göre herhangi bir şekilde nitelenebilir ama konuya asıl uygun düşen soru “x politikası y olarak nitelenebilir mi?” değil “x politikası y midir?” sorusudur. Dotson’dan farklı olarak Zenz, Çin’in doğum kontrol politikasının soykırım teşkil ettiğini söylemeye hazır değildi. Ve bunun da gayet iyi bir nedeni var; teşkil etmediği apaçıktır.
Zenz’in makalesi, Pekin’in aile planlaması politikaları ve bunların Sincan’daki Uygur ve Han Çinlisi doğum oranları üzerindeki etkilerine ilişkin bir raporun temelleri üzerine bina edilmiş bir siyasi risaleydi. Dotson’un siyasi amaçlı yanlış yorumunun aksine raporun gösterdiği şey şuydu:
Zenz’in raporu; aile planlaması politikalarının uygulanmasına rağmen Uygur nüfusunun artmaya devam ettiğini, Uygur çiftlerin çocuk sahibi olmalarının engellenmediğini (sadece sahip olabilecekleri çocuk sayısının sınırlandığını) ve aile planlaması kurallarının Han Çinlileri için de aynı şekilde geçerli olduğunu göstermiştir.
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin II. maddesi şu şekildedir:
“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.
Konumuzla ilgili olan husus dördüncü benttekidir, yani grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirlerin dayatılması. Çin aile planlaması politikası Uygur nüfusu içindeki doğumları engellememekte, sadece kısıtlamaktadır ve bu kısıtlama da ayrımcı değildir; bütün gruplar bakımından eşit biçimde uygulanmaktadır.
Kanıt nedir?
ABD Dışişleri Bakanlığı hukukçuları, Pompeo’ya Sincan’da soykırıma dair bir kanıt olmadığını söylemişlerdi. Gördüğümüz gibi bu -bir zamanlar CIA yöneticisiyken “yalan söyledik, aldattık ve çaldık” diye böbürlenen- Pompeo’yu suçlamayı yapmaktan alıkoymadı. Çıkarlarını ilerletmek için yalanlar uydurma konusundaki ABD devlet geleneğini sürdürerek, basitçe soykırımın tanımını değiştiriverdi.
Kanada’nın BM temsilcisi Bob Rae, Çin’i soykırım yapmakla suçladı ve ardından bunun doğru olduğunu ortaya koymak için kanıt toplanması hususunda çaba sarf edilmesi gerektiğini söyledi.
Canada’s Globe and Mail gazetesinde köşe yazarı olan John Ibbitson, Çin hükümetinin Sincan’daki eylemlerinin BM’nin soykırım tanımına uymadığını kabul etmek zorunda kaldı ama öyle bile olsa Pekin’in yine de bir soykırım icra etmekte olduğunu yazdı.
Emperyalizmin bekçi köpekleri
Amerika Birleşik Devletleri; ekonomik, askeri ve teknolojik üstünlüğünü korumak için Çin’e karşı bir ekonomi ve enformasyon savaşı yürütmektedir. Washington; vatandaşlarını, müttefiklerini ve onların vatandaşlarını ve ilerici kesimleri, Çin’in barışçıl yükselişinin yarattığı tehdit karşısında Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası diktatörlüğünü korumak için bir kampanya etrafında toparlamaktadır. Pekin’e karşı bir halk muhalefeti harekete geçirmek, Halk Cumhuriyeti’ne karşı sürdürülen ekonomik saldırganlığa ve artan askerî gözdağına bir kitle desteği seferber etmek amacıyla; Çinli yetkililerin koronavirüsün yayılmasını gizlediği suçlamalarından Müslümanların toplama kamplarına kapatıldıklarına, zorla çalıştırıldıklarına ve soykırım için hedef tahtasına konduklarına, Pekin’in Hong Kong’daki “bir devlet-iki sistem” anlaşmasını ihlal ettiğine (gerçekte sadece anlaşmanın “bir devlet” kısmını kuvvetlendirmek amacıyla bir güvenlik yasasını uygulamaya koymuş olduğu halde) ve 1950’de ABD Yedinci Filosunun birleşmesine engel olduğu bir toprak parçasını yeniden ülkeyle birleştirmek için Pekin’in gösterdiği çabanın gerçekte Tayvan adındaki bağımsız bir ülkeye karşı saldırganlık eylemleri olduğuna varıncaya kadar iftiranın her türlüsü Çin’in üzerine boca edilmektedir.
İlerici güçler, Adrian Zenz’e Pekin’e çamur atması için bir platform sağlayan Demokrasi Hemen Şimdi! hareketinden, Sincan’da bir soykırımın icra edilmekte olduğunu deklare eden yasa teklifine lehte oy veren Kanada’daki Yeni Demokrat ve Yeşiller partilerine varıncaya kadar, Çin’in yükselişinin yarattığı zorluklar karşısında batılı hissedarların, yatırımcıların ve bankacıların kârlarını korumak ve arttırmak için sürdürülen bu kampanyayla tertiplenen tezgâhın bir parçası olmaktadırlar. Komünizm, uluslararası rekabet ve ilerici geçinenlerin hıyanetleri hakkında epey tecrübeli ve bilgili olan Lenin, bugünün Demokrasi Hemen Şimdi’lerinin, Yeşillerinin ve Yeni Demokratlarının önceki kuşaklarını emperyalizmin bekçi köpekleri olarak tanımlamıştı. Sözleri zamanın koridorlarında hâlâ yankılanmakta.
[1] [ÇN]: Falun Gong, Çin’de 1992 yılında Li Hongzhi tarafından kurulan FETÖ benzeri bir tarikat. Çin hükümeti tarafından “hurafeleri savunduğu, yanlış inançlar yayarak insanları kışkırtıp toplumsal istikrarı tehlikeye sokmayı amaçladığı ve batı istihbarat servislerinin eline geçtiği” gerekçesiyle faaliyetleri yasaklanan tarikatın lideri 1998 yılında ABD’ye kaçmıştır.
Gündeme ilişkin basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Adalet Bakanı Tunç, muhalefeti hedef aldı. Tunç, MHP'den istifa…
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Ukrayna'nın 4,65 milyar dolarlık borcunun iptaline ilişkin kararın Kongreye…
Merkez Bankası, kasım ayında da faiz oranını değiştirmeyerek yüzde 50'de sabit tuttu. Banka böylece üst…
Bir gencin ölümüne ve iki kişinin yaralanmasına neden olduğu için yargılanan eski Kızılay Başkanı Kerem…
Laiklik Meclisi tarafından 150 kapsamlı başlıkta hazırlanan Ekim 2024 Laiklik İhlalleri Raporu yayımlandı.
Türkiye Komünist Hareketi'nin (TKH) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yaptığı…