Eşitlik için vazgeçmiyoruz
İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmaya çalışanlar aynı zamanda eşitlik fikrine, laikliğe, emekçilerin haklarına saldırıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmanın yolu da topyekün mücadeleden geçiyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece vakti kararnamesiyle apar topar rafa kaldırılmasının ardından onlarca kadın öldürüldü. Bir iktidar düşünün ki öldürülen kadınları birer sayıdan ibaret görüp bir de üstüne sözleşme iptal edilince kadın cinayetleri azaldı minvalinde paylaşımlar yapabiliyor. Oysa ki her biri hayalleri gelecekleri çalınmış, sevenlerinden ve sevdiklerinden koparılmış hayatlardı. Bir iktidar düşünün ki hukuki düzenlemeleri rafa kaldırırken bunun yerine gelenek ve görenekleri ikame edeceğini ilan ediyor.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi on yaşında. 2011 yılında İstanbul’da imzaya açılması bir tesadüf değildi. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra kadın cinayetlerinde ki korkunç artışın tesadüf olmadığı gibi. Kadına yönelik şiddetin tek başına yasal metinlerle engellenemeyeceği konusunda AKP iktidarını temsil eden yetkililerin açıklamalarına katılmamak mümkün mü? AKP iktidarı ile birlikte yaşanan gerici dönüşümü, toplumsal yozlaşmayı ve elbette her şeyden önce insanın ve insan emeğinin alabildiğine serbest piyasanın insafına terk edildiği, kar hırsı için insan yaşamının hiçe sayıldığı koşulları göz ardı etmek mümkün mü?
Kadına yönelik şiddet ve kadınların toplumsal yaşam içerisindeki ikincil konumları elbette ki AKP iktidarı ile başlamadı ve Türkiye’ye özgü bir olgu değil. Ancak son yirmi yılda Türkiye’nin yaşadığı gerici dönüşümün ve bu dönüşümün yarattığı enkazın altında en fazla ezilenler kadınlar oldu. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana binlerce kadın öldürüldü, şiddete uğradı.
Sözleşmenin yürürlükte olduğu süre içerisinde ise iyi hal ve tahrik indirimleri devam etti. Şiddet failleri adeta yarım bıraktıkları işlerini tamamlasınlar diye salıverildi. Kadınların şikayetleri hasır altı edildi ya da kadınlar ikna edilerek, arabuluculuk yapılarak ve nasihatlerle evlerine geri gönderildi. Kadın katilleri aftan yararlandırıldı. Çocuk yaşta evliliklerin önünü açmak için her fırsatta yasal düzenlemeler gündeme getirildi. Kadınların ikincil konumunu pekiştiren yayınlar, gericilerin vaazları ve iktidarın gerici politikaları hiç eksik olmadı. Aile ve annelik kutsanarak kadınların geleneksel rollerine hapsedilmesi, bunun dışına çıkmak isteyen kadınların ise marjinalize edilmesi için bizzat iktidar tarafından sistematik bir propaganda faaliyeti yürütüldü. Kadınların eşitlik talebi ise gericiler tarafından sulandırılarak içi kof bir fıtrat söylemi ile itibarsızlaştırılmak istendi. Devletin, cinsel yönelim ayrımı yapmaksızın her yurttaşını şiddete karşı korumakla yükümlü olduğu gerçeği yine gericiler tarafından propaganda malzemesi haline getirildi ve adeta farklı cinsel yönelimi olan yurttaşlara dönük bir linç kampanyası yürütüldü. Bu tablo, bile isteye yaratıldı. Öldürülen kadınların ardından yürütülen kara propaganda ise toplumu hizaya sokmanın aracı oldu.
Kadın cinayetlerine daha yakından bakıldığında ortaya çıkan bir başka gerçek AKP’nin kurduğu yeni rejimin kirli çehresidir. Son günlerde Sedat Peker’in ortaya attığı iddialara iyi bakılmalıdır. Daha düne kadar korunup kollanan Sedat Peker bugün gözden çıkarılınca düzenin kirli yüzünü ifşa etmiştir. Elazığ’da intihara sürüklenen Yeldana Kaharman, Gaziantep’te öldürülen Dilan Delen, ölümü için “intihar” denen Aleyna Çakır, Ankara’da bir plazanın yirminci katından atılan Şule Çet, akıbeti meçhul Gülistan Doku’nun sırra kadem basmasının ardında yeni rejimin karanlık yüzünü alenen sergileyen ilişkiler bütününü görmek mümkün.
Yeni rejimin muteberleri kadına şiddeti meşru görmekte ve meşrulaştırmaktadır. Yeni rejimin muteberleri yolsuzluklarını gizleme ihtiyacı duymamaktadır. Yeni rejimin muteberleri mafyatik ilişkilerini ortalığa saçmaktan geri durmamaktadır. Yeni rejimin muktedirleri ise hukuk tanımaz olduklarını, evrensel kabulleri kolayca ayaklar altına alabileceklerini ilan etmektedir. İstanbul Sözleşmesi bu koşullar altında rafa kaldırılmak isteniyor.
AKP iktidarının üzerinden on dokuz yıl, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının üzerinden 10 yıl, sözleşmenin iptal edildiğine ilişkin kararnamenin üzerinden yaklaşık 2 ay geçti. AKP eliyle adım adım kurulan yeni rejim sömürüyü kutsamaya, gerici karakteriyle her türlü ilerici birikimin karşısında durmaya ve kadın düşmanlığında bir süreklilik arz ediyor. Bütün bu süreçte değişmeyen tek şey kadın düşmanlığıdır. Kadınlara giydirilmek istenen bu gömlek ise aile ve annelik kılıfı ile örtülmek isteniyor.
Tarihe en büyük yalan makinası diye geçen Joseph Goebbels Nazilerin kadın politikasını “Kadın için öncelikli, en iyi ve ona en uygun yer ailedir; onun yerine getirmesi gereken harika bir görevi vardır: Halka çocuklar armağan etmek!” ifadeleri ile tanımlıyordu.
Sovyetler Birliği’nde karşı devrimin mimarlarından Mihail Gorbaçov “kadınların salt kadınlık görevlerine, yani aile içi ve annelik görevlerine geri dönmesini” salık veriyordu. Bugün İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini isteyen gericiler yine aile kurumunun dağıldığından dem vurmaktadır.
Sonuç olarak sömürünün arttığı, toplumun eşitlikçi taleplerinin yükseldiği her dönemde kadınların baskı altına alınmasının en temel yolu olarak aile ve geleneksel rollerin propaganda edilmesi neredeyse bir kural.
İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmaya çalışanlar aynı zamanda eşitlik fikrine, laikliğe, emekçilerin haklarına saldırıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmanın yolu da topyekün mücadeleden geçiyor.
AKP’nin 20 yıla yaklaşan iktidarı boyunca değişmeyen bir diğer fotoğraf ise boyun eğmeyen, gericiliğe karşı sokakları dolduran kadınlar oldu. İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan kadınlar elbette eşitlikçi bir düzen için mücadeleden vazgeçmeyecektir.
AKP iktidarı haklıdır, kadına şiddetin önlenmesi için yasal metinler yetmez nihai kurtuluş için sömürünün ve gericiliğin alaşağı edilmesi gerek. Bize eşitlik gerek.