“Hasta adam”

Gerçek kurtuluş ise emek, laiklik, bağımsızlık ve sosyalizm diyenlerin, ülkemizi hasta eden gericiliğe, sermayeye ve emperyalizme karşı kavga verenlerin, Türkiye işçi sınıfının eseri olacaktır.

Bilindiği üzere, 1853 yılında Rus Çarı 1. Nikola’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu duruma dair İngiliz elçisine söylediği şu cümleler tarihe geçmiştir: “Kollarımızın arasında hasta bir adam var. Çok hasta… Lâzım olan bütün tedbirleri almadan önce kaybetmemiz büyük bir felaket olacaktır.”

1800’lü yılların ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dinamikleri hızlanmaya başladıkça, “hasta adam”ın paylaşımı reel bir olgu haline gelmişti. Devamında yaşananları biliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra bu tabir dönem dönem yine çeşitli uğraklarda dillendirilmiş, İngiliz gazetesi The Times tarafından 2002 yılının Temmuz ayında dönemin başbakanı Bülent Ecevit işaret edilerek kullanılmıştı. Kemal Derviş’in emperyalizmin ekonomi müdürü olarak atandığı ülkemizde o dönem yaşanan ekonomik kriz ve siyasal istikrarsızlık tablosu burjuva düzen açısından yeni arayışları ve unsurları da gündeme getirdi. Burada öne çıkan unsurun AKP ve Tayyip Erdoğan olduğunu hatırlıyoruz. Ve yine hatırlanacağı üzere, ekonomik kriz ve siyasi çalkantılar ile boğuşan Türkiye’de aynı yılın Kasım ayında yapılan seçimlerde sermayenin onayı ve emperyalizmin desteği ile AKP iktidara geldi. Seçimin öncesinde Bülent Ecevit’in bir an önce görevini bırakması ve erken seçime gidilmesi gerektiğini propaganda eden Tayyip Erdoğan’ın son yirmi yıllık dönemi de bu seçimler ile birlikte başladı.

Bu kadar hatırlatma sanıyoruz ki yeterli…

Şimdi bugün de birebir aynı olmasa da benzeri bir mesaj Foreign Policy isimli bir yayın organında Tayyip Erdoğan için yapılıyor. Tayyip Erdoğan’ın artık “hasta adam” olduğu için Türkiye’yi yönetme kapasitesi kalmadığından hareketle olası senaryolar ele alınıyor. Erdoğan sonrası dönem için düzen muhalefeti cephesinden bazı unsurların adının zikredilmesinin dışında, yazıda Erdoğan’ın çizgisinin Hulusi Akar, Hakan Fidan ya da Süleyman Soylu tarafından devam ettirilebileceği ifade ediliyor. Bu noktada amacımız elbette müneccimlik yapmak ya da emperyalist yayın organlarındaki senaryolar üzerinden tahmin yürütmek değil.

Yirmi yıllık AKP iktidarı Türkiye’yi, tarihinde çokça yaşandığı gibi emperyalizmin müdahalelerine bir kere daha açık, savunmasız hale getirmiştir. O yüzden daha çok yazıp çizecekler, bazı unsurları parlatmak bazılarını ise geri plana atmak isteyeceklerdir.

Ancak, son olarak 2002 yılında “hasta adam” denilerek ıslah edilmeye çalışılan burjuva düzen, şimdi yine “hasta adam” denilerek yeni bir rotaya sokulmaya çalışılıyor.

Ülkemizin emperyalizme tam boy bağımlılığı AKP eliyle perçinlenmiştir. Bugün, geçmiştekine benzer bir değerlendirme aracılığıyla Türkiye’nin geleceğinin tek başına Erdoğan’ın sağlık durumuna indirgenmesi ise işin dikkat edilmesi gereken boyutunu oluşturmaktadır. Ancak buradaki vurgumuz bugün MHP ve bir dizi ulusalcı kesimde cisimleşen AKP ve Erdoğan destekçiliği ile ilgili değil tabii ki. Esas vurgu Türkiye kapitalizminin içinde bulunduğu durum, emperyalizme bağımlılık ilişkileri, bugüne gelinmesinde AKP’nin ve diğer aktörlerin rolüne yapılmalıdır diye düşünmekteyiz.

AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan 12 Eylül’ün açtığı yoldan yürüyerek bugünlere gelmiştir. O açıdan 24 Ocak kararlarının tartışmasız taşıyıcısı ve uygulayıcısı olan AKP iktidarı özelleştirmeler ve neo-liberal ekonomi politikaları aracılığıyla Türkiye’ye en büyük zararı vermiştir.

Yeni Osmanlıcılık ve BOP Eşbaşkanlığı diyerek Türkiye’yi ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’daki işgal ve emperyalist müdahalelerin parçası haline getiren yine AKP iktidarıdır. Unutmayalım, Erdoğan’ın ve AKP’nin bugünlere gelmesinde ve ülkemizin bu duruma düşürülmesinde, Irak’ı işgal eden ABD’ye Türkiye’nin askeri destek vermesi karşılığında 8,5 milyar doların geleceğini müjdeleyen dönemin Ekonomi Bakanı Ali Babacan’ın da, Yeni Osmanlıcılığın ve stratejik derinliğin mimarı Ahmet Davutoğlu’nun da payları bulunmaktadır.

“Ceberrut Kemalizme” karşıyız diyerek Cumhuriyet düşmanlığını yükselten liberallerin de AKP ve FETÖ ittifakı sayesinde Türkiye’nin ilerici birikimine karşı mücadelede yer aldıklarını da unutmayalım. Türkiye emperyalizme tam boy bağımlı hale gelirken, emek sömürüsü derinleşirken, 80’li ve 90’lı yıllarda siyasal İslâmcılığın laikliğe karşı açtığı savaş artık siyasal iktidar tarafından yürütülürken, bunları demokratikleşme olarak propaganda eden liberaller de Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumun birinci elden sorumlusular.

Sermayenin merkezileşme arayışı ve yukarıda bahsettiğimiz olgular ile birlikte gündeme gelen rejim değişikliği ise burjuva düzenin ve sermaye devletinin bir arayışı idi. Başkanlık sistemi ve Erdoğan’da cisimleşen tek adam yönetiminin nasıl devam edeceği ya da bu rejimin nasıl restore edileceği ise bugün temel siyasal konularından birisi olarak karşımızdadır. Ancak bugüne gelirken AKP ve Erdoğan ile birlikte birinci elden sorumluluğu olanların, Türkiye sağının, liberallerin, sermaye ve emperyalizm ile kavgası olmayan düzen muhalefetinin “Erdoğan hasta” diyerek ıslık çalması ise emekçiler için büyük bir kandırmaca olarak görülmelidir.

Türkiye’de pandeminin de iyice derinleştirdiği bir ekonomik kriz yaşanıyor. Emekçi sınıflar açısından işsizlik ve yoksulluk iyice zirve yapmış durumdadır.

Laiklik tasfiye edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı AKP’nin siyasi ofisi olmuştur. Anaokullarında zorunlu din dersi, üniversite yurtlarında ve hastanelerde Kuran kursu açılması gündeme gelmekte, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi İsmail Kahraman ise Anayasa’dan laikliğin kaldırılmasını dile getirmektedir.

Türk dış politikası, emperyalizmin ve “AKP-MHP iktidarının kendi beka sorununa” indirgenmiştir.

İç siyasette ise yine dinci gericilik ve milliyetçilik bir silah olarak kullanılarak AKP iktidarı varlığını devam ettirmeye ve kendine karşı çıkanları sindirmeye çalışmaktadır.

Buna karşı çıktığını ve “düzeni değiştireceği”ni söyleyenlerin yegane projesi olarak sunulan “güçlendirilmiş parlementer sistemin” her derde ve her hastalığa deva olarak sunulmasının sınırları olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.

AKP’nin bir anomali olarak gösterilerek, AKP’nin açtığı yolda devam edecek olanların aynen AKP gibi sermaye ve emperyalizm ile kavgaları olmayacak. AKP’den sonra gelenler gerçek laiklik kavgasını vermeyecekler, emek sömürüsü kaldığı yerden devam edecek, emperyalizmden kopuş sağlanmayacak. “Hasta adam” gitse de sermaye düzeni devam ettikçe hastalıklar bitmez. Emperyalistlerden “hasta adam” yakıştırmasını da daha çok duyarız.

Gerçek kurtuluş ise emek, laiklik, bağımsızlık ve sosyalizm diyenlerin, ülkemizi hasta eden gericiliğe, sermayeye ve emperyalizme karşı kavga verenlerin, Türkiye işçi sınıfının eseri olacaktır.