İKD Genel Başkanı Umut Kuruç: Bu düzeni değiştirmek için en fazla kadınların mücadele etmesi gerekir
8 Mart mücadele birikimimizi ileriye taşıyacak adımları atma iradesini dosta düşmana gösterdiğimiz gün. Emekçi ve ilerici kadınların mücadelesi 365 gün devam ediyor. Bu mücadeleye 8 Mart’ta katılın ve nicelerinde bir arada olalım diyoruz. Ta ki, bu günü kutlanacak bir gün haline getirene kadar…
Yaklaşan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle bir dizi değerli isimden aldığımız kadın mücadelesinin dününe ve bugününe dair görüşleri yayınlamaya devam ediyoruz.
Röportajlar serisinde Akademisyen, Yazar Doç. Dr. Sibel Özbudun’un, İlerici Kadınlar Derneği (İKD) GYK Üyesi Semiha Özalp Günal’ın, tarihsel İKD üyesi Gülden Bilgili, Tarihsel İKD üyesi, İKD Danışma Kurulu üyesi, Yazar Emel Akal ve İKD Danışma Kurulu üyesi Tülin Tankut’un 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü mesajlarını okurlarımızla paylaşmıştık.
Röportaj serimizin son gününü ise İKD Genel Başkanı ve Manifesto yazarı Umut Kuruç’a ayırıyoruz. Kuruç’un sorularımıza yanıtları ise şöyle:
8 Mart’ın, tarihsel bağlamından ve mücadele zemininden koparılarak kadınlara çiçek veya hediye alınarak kutlanacak bir bayram gibi veya “hepimiz kadınız aynı saftayız” görüşü etrafında şekillendirilmeye çalışılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Umut Kuruç: Öncelikle şunu söylemek isterim: 8 Mart tarihselliği itibariyle de, bugün belki çok daha fazla sınıfsaldır. Ne demek istiyorum? Elbette ekonomik bir indirgemecilik değil bahsettiğim şey. 8 Mart’ın tarihsel arka planı sınıf mücadelesidir. 19. yüzyıldan bugüne kadar, 8 Mart’ı 8 Mart yapan kadınların sınıf mücadelesindeki rolüdür, emekçi sınıfların bu mücadelelerle ve ödedikleri bedellerle kazandıkları haklardır. Sosyalist kadınların eşit, özgür bir yaşam için yürüttükleri mücadeledir. Bu kazanımların üzerine, bu kazanımlarla birlikte, kadınlar güçlenmiş, özgürleşmenin yolunu açmıştır.
Tarihsel ilerlemelere baktığımızda aslında gördüğümüz şey sınıflar mücadelesidir. Bunun en ileri noktası ise işçi sınıfı mücadelesinin zaferle sonuçlandığı 1917 Büyük Ekim Devrimi’dir. Kadınların da bütün tarihsel kazanımlarının sınıf mücadelelerinin güçlü olduğu ve zaferler kazandığı dönemlere tekabül ettiğini tespit etmek gerekir. Aksini iddia etmek gerçek dışıdır. Kadınların işçi sınıfı mücadelesi içerisinde kitlesel olarak yer almaları hem sınıf içerisinde hem de düzen karşısında ileri konumlar elde etmelerini sağlamıştır. Ve bu kazanımlar toplumsaldır. Toplumsal, siyasi ve ekonomik yapıyı değiştirmeden, yani aslında hep tekrar ettiğimiz gibi, bataklığı kurutmadan, sineklerden kurtulamayız. Sömürünün, yoksulluğun devam ettiği, gerici referansların toplumu belirlediği, kadını ikincilleştirdiği, bütün bunların da değişmez olduğunun ön kabulüyle hareket edildiği koşullarda kadınların eşit işe eşit ücret alması, şiddetin ortadan kalkması, yoksulluğun bitirilmesi mümkün müdür? Şiddet de, yoksulluk da, işsizlik de içerisinde yaşadığımız düzenin sonuçlarıdır. Dolayısıyla, bu düzeni değiştirmek için en fazla kadınların mücadele etmesi gerekir.
Şimdi bakın, tarihte kadınların mücadeleleri de sınıfsaldır. İlk modern feministler olarak adlandırılan Sufrajetlerin mücadelesi kendi sınıfsallıklarının mülkiyet ilişkileriyle sınırlıdır. Endüstri devrimiyle birlikte tarih sahnesine çıkan işçi sınıfının kadınları yoktur bu mücadele başlıklarında. Oysa, sermayenin ucuz işgücü olarak insanlık dışı koşullarda istihdam ettiği kadın ve çocuk işçiler ile o kadın işçilerin emek piyasasında yer alması, siyasi mücadeleler yürütmesi Sufrajetlerin çalışma hakkı mücadelesini belirlemiştir.
Emekçilerin mücadelesinden, yani bağlamından koparılmış, soyut ve biyolojik varoluşa indirgenerek kutlanan 8 Mart’lar tarihsel birikim ve ilerlemeyi ne yazık ki göz ardı ediyor. Cinsel kimlikler merkeze alınarak yaşadığımız eşitsizlikler ataerkilliğe indirgeniyor. Bu bir geri çekiliştir, bir savunma pozisyonudur ayrıca. “Hepimiz kadınız, aynı saftayız” öncelikle örgütlü mücadeleyi de silikleştirir. Burada sadece kadın olmaktan kaynaklı bir tek tek kadınların bir araya gelişi vardır ve karşıtlık “erkek egemenlik” üzerindendir. Oysa kadın-erkek, insanın temel, değişmez bir doğası yoktur. Toplumsal, kültürel, tarihsel koşullar erkeklerin ve kadınların davranışını, ilişkilerini belirler. Toplumsal ilişkiler de esas olarak egemen üretim ilişkileri tarafından belirlenir. İnsan, kadın ya da erkek, tarih dışı, koşulların ötesinde ve dışında salt biyolojik ve psikolojik varlıklar değildir. Böylesi bir tarif gerici zihniyetin kadını bedene indirgemesiyle benzer bir noktaya tekabül etme tehlikesi taşır. Bu yaklaşım aynı zamanda, tarihsel ve toplumsal ilerlemeyi ve dolayısıyla insanlığın bir bütün olarak, siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik olarak ileri sıçramasının koşullarını en baştan sınırlar, engeller. Ve böylesi bir perspektif, geri olan yaşam ve var oluş biçimlerini meşrulaştırırken, kadının kurtuluşunun koşullarını da silikleştirir.
Bir de burjuvazinin “Kadınlar Günü” var. Aslında emekçi sınıfların kazanımı olan her tarihselliğin, her kavramın içini boşaltarak kendine mal etme çabasını burada da görüyoruz. Sermaye cephesinin kadınları pastadan daha fazla pay almak için bir takım çalışmalar yürütüyor. Peki bu pay kimin alın teridir, kimin emeğine el koyarak bu payı büyütmek istiyorlar? Öte yandan bir tüketim günü haline getiriliyor 8 Mart’lar. Çiçekler, mücevherler, vb hediyeler… Oysa milyonlar bambaşka bir gerçeklikle karşı karşıya. O yüzden “hepimiz kadınız aynı saftayız” gerçeklikle örtüşmüyor. Biz yoksulluk nedeniyle intihar eden emekçi erkeklerle aynı saftayız mesela. Direnişteki belediye işçileriyle, her ay iş cinayetlerinde katledilen inşaat işçileriyle aynı saftayız.
Pandemi koşullarıyla beraber kadın emekçiler işsizlik ve ekonomik kriz ile mücadele ediyor. Bugün kadın mücadelesi hangi zeminde şekillendirilmelidir? İKD’nin emekçi kadın vurgusu bu zeminde nereye oturuyor?
Umut Kuruç: Aslında bir önceki soruya verdiğim cevap bu sorunun cevabını da kapsıyor. Ama şöyle tekrar edelim. Bugün kadın mücadelesi toplumsal kurtuluş mücadelesi zemininde, sömürüye ve gericiliğe karşı eşit, laik, özgür bir ülke mücadelesi zemininde kurulmalıdır.
Özellikle COVID-19 salgını bizlere kapitalizmin ne kadar insanlık dışı bir düzen olduğunu göstermiştir. Sermaye bu salgını ve bununla birlikte güçlenen krizi fırsata çevirmiştir. Esnek ve güvencesiz istihdam, işsizlik artmıştır. İşsizlik Demokles’in Kılıcı gibi emekçiler üzerinde bir tehdit olarak kullanılmaktadır. Yoksulluğun boyutları hızla büyümektedir.
Bir yandan her iş kolundan emekçiler yoksulluk ve yoksunluk nedeniyle intihar ederken, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı artmıştır. Sağlığın piyasalaşması salgın nedeniyle emekçilerin kitleler halinde ölmesine neden olmaktadır. Aşı uluslararası ilaç tekellerinin elinde bir kar kalemi haline gelmiştir, formülleri gizli saklıdır. Oysa, insanın hastalıklara karşı korunması piyasa kalemi haline gelemez.
Bütün bunlar olurken, işçilere, emekçilere Diyanet İşleri Başkanlığı ve iktidarın en yetkili ağızları tarafından sabır, itidal ve kabulleniş dayatılmakta, hatta daha da ileri giderek yoksulluğun bu dünyadaki sınav olduğu söylenmektedir. Kadını ikincilleştiren gerici ideolojiler emekçilere de yoksulluğu reva görmektedir.
Toplumsal şiddet artmıştır. Kurye dövenler, birbirini boğazlayanlar, lokanta emekçilerine canı istedi diye saldıranları görüyoruz, duyuyoruz, okuyoruz her gün. Silahlanma inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bunun yanında kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin artması da ne yazık ki şaşırtıcı değildir.
Öte yandan tedbir paketi adı altında sermayeye bizim vergilerimizle büyük kar transferleri yapılmaktadır. Bankaların ve zenginlerin karları, zenginlikleri salgın döneminde hiç olmadığı kadar katlanarak artmıştır.
İKD’nin emekçi kadın vurgusu açıktır ki, bu yoksulluğu, bu karanlığı ve şiddeti, bu sömürüyü yaşamlarımızdan çıkarmanın yolu ilk soruda da bahsettiğim gibi başka bir toplumsal ve siyasi düzen için mücadeledir. Burada kadınların bu mücadeleye katılması yaşamsaldır. Çünkü sermaye iktidarları sömürü politikalarını, gerici ideolojileri ilk önce kadınları teslim almak için hayata geçirirler. Çünkü kadınları teslim almadan bir halkı teslim alamayacaklarını bilirler. Tarihte de böyle olmuştur. Faşist iktidarlar, gerici iktidarlar önce kadınları teslim almıştır. O yüzden emekçi kadınların bataklığı kurutmak için saflara katılması çok önemlidir.
8 Mart Akp Türkiye’sinde kadınlar için ne ifade ediyor?
Umut Kuruç: AKP Türkiye’sinde kadınlara düşen daha fazla sömürü, daha fazla güvencesiz istihdam, daha fazla yoksulluk, daha fazla şiddet ve ölümdür. Bunlar zaten rakamlarla da ortada. Çocuklarımız için de daha büyük karanlık…
8 Mart bu koşullarda bir ışık aslında hem dünyada hem ülkemizde. Tarihteki öncüllerimizin aydınlattığı bir yol var. Biz bu yolda mücadeleye çağırıyoruz emekçi kadınları. Ya bu karanlığa teslim olacağız, ya da bu karanlıktan yeni bir Cumhuriyet ile çıkacağız.
8 Mart, gericiliğe karşı laiklik, sömürü ve yoksulluğa karşı eşitlik için, yeni bir ülke, Sosyalist bir cumhuriyet için mücadelenin günü. Gelin hep birlikte bu iradeyi gösterelim diyoruz emekçi kadınlara. Gelin, sadece bedenden, dört duvar arasına sıkıştırılıp anne olmaktan ibaret değiliz. “Ekmek de istiyoruz, gülleri de” diyelim. AKP Türkiye’sinde kadın olmak bunu gerektirir.
İKD’nin 8 Mart programı nedir?
Umut Kuruç: 8 Mart’ta İstanbul Kadıköy’de Eşitlik Kadın Örgütü ile birlikte bir basın açıklaması gerçekleştireceğiz. “Eşitlik, Laiklik, Sosyalizm için Yaşasın 8 Mart” sloganıyla saat 19.00’da buluşacağız. İzmir’de “Ekmek, Gül ve Hürriyet Günleri” için Alsancak, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde bir araya geleceğiz.
Ama mücadelemiz 8 Mart’la sınırlı değil. 8 Mart mücadele birikimimizi ileriye taşıyacak adımları atma iradesini dosta düşmana gösterdiğimiz gün. Emekçi ve ilerici kadınların mücadelesi 365 gün devam ediyor. Bu mücadeleye 8 Mart’ta katılın ve nicelerinde bir arada olalım diyoruz. Ta ki, bu günü kutlanacak bir gün haline getirene kadar…