İkinci Cumhuriyetçilik zemininde muhaliflik

"Böylesi bir dönemde ülkemizde bir Cumhuriyet tartışması yapılmalıdır. Bugün ülkemizde Cumhuriyet tartışması yapılacaksa özellikle son yirmi yılla derin bir hesaplaşma gerektiği açıktır. Sizce düzen muhalefeti bu hesaplaşmayı yapabilecek midir? Biz pek zannetmiyoruz."

Son yirmi yılda liberallerin ve İslâmcıların hülyalarının gerçek olduğu bir dönemden geçmiş olduğumuzu söylemek mümkün. AKP iktidarına sermaye ve emperyalizm tarafından verilen desteklerin, liberallerin AKP’nin mümessili olarak ortalıkta dolaşmalarının, “ceberrut Kemalizme ve vesayet rejimine karşıyız” söylemi ile yapılan işbirliklerinin altından çok sular aktı.

1923 yılında bu ülkede kurulmuş olan Cumhuriyet tam da bu koalisyonun işbirliği ile yıkılmıştır. Şimdi bugün 29 Ekim’in arifesinde sanki aynı şekilde Cumhuriyet’in devam ettiğini söylemek, yeri geldiğinde “zinde kuvvetlere” vurgu yapmak, bununla birlikte Türkiye’nin kurtuluşu için güçlendirilmiş parlamenter sisteme sarılmaya çalışmak ise bir yanıyla yersiz diğer yanıyla ise yetersiz.

TÜSİAD’ın çıkıp ulus devlete ve laikliğe vurgu yapmasının elbette bir anlamı var. Vakti zamanında Rahmi Koç, Türkiye’de başkanlık sisteminin ne kadar gerekli olduğunu söyler ve başkanlık adayı olarak Tayyip Erdoğan’a işaret ederken bugünlere gelineceğini tahmin ediyorlar mıydı bilinmez. Ancak bu durum çok da umurlarında olmasa gerektir. Türkiye kapitalizminin rotası sermayenin çıkarları, kâr oranlarının maksimizasyonu ve emperyalizme bağımlılık üzerine kurulu. Ancak bundan yirmi yıl önce destek verdikleri İslamcılar’ın laikliğe düşman olduğunu, liberallerin ise Cumhuriyet’le birlikte şekillenmiş olan ulus devlet kavramına hasmane yaklaştıklarını bilmiyorlar mıydı? Elbette biliyorlardı ve bile isteye bu ittifaka destek verdiler. Şimdi timsah gözyaşları dökme ve düzeni yeniden yapılandırma zamanı gelmiş olsa gerek ki yüksek perdeden konuşmaya başladılar.

Bu açıdan bakıldığında sermayeye büyük krediler sunmuş olan AKP iktidarının, bu kredileri keseceğine dair bir belirti olmasa da ülkenin yönetimi konusunda yaşanan sıkıntılar ve ekonomik krizin gelmiş olduğu nokta artık büyük sermayeyi de pozisyon almaya itmiştir. Burada da bütün kapılar ne hikmetse güçlendirilmiş parlamenter sisteme çıkmaktadır.

Başkanlık sisteminin gelmiş olduğu noktaya referansla kurulan muhalefet çizgisinin ufku kesinlikle bu söylemi aşmayacak gibi görünüyor. Örneğin laiklik vurgusunun TÜSİAD’a havale edilmiş olmasının da bununla ilgisi olduğu düşünülebilir. Bu tür gündemler en üst perdeden ve siyasal olmayan bir aktör tarafından dillendirilirse güncel siyasette ve hatta toplumsal mücadele alanında ayağa dolaşmayacaktır. Düzen muhalefetinin ufku tam da budur.

Buradan bakıldığında ortada tasfiye edilen bir Cumhuriyet üzerinde yapılan siyasal mücadele mevcutsa, düzen muhalefetinin bu anlamıyla yeni bir Cumhuriyet kurma iradesi de programı da bulunmadığını söylemek mümkün gibi görünmektedir. Verili durumda, İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz düzlem bugün burjuva siyasetinin temel düzlemi olmuştur. Örneğin verili düzlem liberaller için bulunmaz bir nimettir. Belki de otuz yıldan fazla süredir dile getirdikleri, İkinci Cumhuriyet adını verdikleri rejimin geldiği nokta tam da şu olsa gerektir: Köhnemiş bir başkanlık sistemi ile çürümeye yüz tutan bir rejim, çıplak sermaye diktatörlüğü ve bunun siyasal temsilciliğinde el yükseltmeye çalışan özneler. Yükseltilen el ise bundan yaklaşık yüz yıl önce ülkemizde kurulan Cumhuriyet’in gelmiş olduğu noktayı pas geçerek meseleyi bir rejim sorunu olmaktan çıkartıp yönetimsel bir seviyeye ya da soruna indirgemektedir. Dolayısıyla bugün düzen muhalefetinin siyasal hattı tam anlamıyla İkinci Cumhuriyetçi bir çizgiye evrilmiş durumdadır. Bu bağlamda her soydan ve boydan liberallerin düzen muhalefetinin sağına soluna yerleşmiş olması da tesadüf değildir.

Böylesi bir dönemde ülkemizde bir Cumhuriyet tartışması yapılmalıdır. Bugün ülkemizde Cumhuriyet tartışması yapılacaksa özellikle son yirmi yılla derin bir hesaplaşma gerektiği açıktır. Sizce düzen muhalefeti bu hesaplaşmayı yapabilecek midir? Biz pek zannetmiyoruz.

Önümüzdeki seçimlerde yaşanacak olası bir iktidar değişikliği durumunda dahi bu hesaplaşmanın gündeme gelmeyeceğinden emin olabiliriz. Bir kere daha tekrar edelim: Bugün Millet İttifakı’ndan başlayıp, DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti’ye uzanan hat ve bununla birlikte Demokrasi İttifakı adı altında toparlanacak Kürt siyasi hareketi ile reformist sol artık tam anlamıyla İkinci Cumhuriyetçi bir çizgiye gelmişlerdir. Buranın toplamından yeni bir cumhuriyet mücadelesi çıkar mı? Bunu da pek zannetmiyoruz.

Şimdi tam da bunun tersi bir kutuptan bakarak tam da yeni bir cumhuriyet mücadelesinin elzem, mümkün ve AKP iktidarına karşı mücadelenin en önemli halkası olduğunu ifade etmek durumundayız.

Sömürüye ve eşitsizliklere karşı bir mücadeleyi yükseltmeden, sermayeye karşı bayrak açmadan olsa olsa düzeni restore edersiniz. Oradan yeni AKP’ler, yeni Tayyip Erdoğanlar çıkar.

Emperyalizme karşı bağımsızlık kavgasını yükseltmez ve emekçileri yurtseverlik bayrağı altında toplamak için mücadele etmezseniz milliyetçiliğe su taşımaya devam edersiniz. MHP iktidardan düşer yerine onların benzerleri gelir.

Dinci gericiliğe karşı gerçek laiklik kavgasınız vermezseniz AKP muhalifi İslâmcılarla kol kola girer, TÜSİAD’ın laiklik çağrısı ile mutlu olmakla yetinirsiniz. İktidar değişir ama gericilik baki kalır.

Bu pencereden bakıldığında yeni bir cumhuriyetin ne kadar elzem olduğu anlaşılacaktır. Bugün AKP’nin iktidardan düşmesinin, tek adam yönetiminin sona ermesinin önemini elbette tartışacak değiliz. Ancak bunun kendisini fetişleştiren, tüm toplumu bu anlamıyla İkinci Cumhuriyet rejimine ve onun restorasyonuna odaklayan, solun görevini ise düzen güçlerine eklemlenmek olarak tarif eden anlayışa ise mahkum olmak zorunda değiliz. AKP iktidarına karşı gerçek mücadele gericiliğe, sömürüye ve emperyalizme karşı mücadeleden geçer.

Ülkemizdeki sermaye düzeni yıkılmalıdır. Yeni bir Cumhuriyet kurulmalıdır. Bugün sadece adında Cumhuriyet kelimesi kalmış olan köhnemiş rejimden hiçbir şey çıkmayacağını bilelim.

Ülkemizde umut dolu, aydınlık bir geleceği, insanca bir yaşamı, eşitlikçi bir düzeni kurmak mümkündür. Bu anlamıyla yeni bir Cumhuriyet, sermaye ve yandaşı partilerin çürümüş düzeni değil emekçilerin omuzlarında yükselecek olan Sosyalist Türkiye Cumhuriyet’i olacaktır.