Hindistan'da işçi ve köylü direnişi
Kasım 2020’de üç komünist partisinin, Hindistan Ulusal Kongresi’nin ve diğer muhalefet partilerine bağlı konfederasyonların çağrısıyla ülke çapında genel grev ilan edildi. 1.3 milyar nüfusun bulunduğu Hindistan’da 250 milyon işçi iş bıraktı.
Utku Asar
Hindistan uzun bir süredir işçi, köylü ve çiftçi mücadelelerine tanıklık ediyor. Kasım 2020’de üç komünist partisinin, Hindistan Ulusal Kongresi’nin ve diğer muhalefet partilerine bağlı konfederasyonların çağrısıyla ülke çapında genel grev ilan edildi. 1.3 milyar nüfusun bulunduğu Hindistan’da 250 milyon işçi iş bıraktı. Dünya basınında “tarihin en büyük grevi” olarak nitelendirilmekte.
Günlük çalışma süresinin uzatılması, gelir vergisi üzerinden bir takım yasal düzenlemeler, salgın nedeniyle yaşanılan kriz ve özellikle son dönemde artan özelleştirmeler Hindistan işçi sınıfı için büyük bir kırılma yarattı. Kırılma yalnız ulusal ölçekte yani iç dinamiklerin belirlediği koşullardan kaynaklı ortaya çıkmıyor. Hindistan’ın dünya emperyalist-kapitalist sistemde edindiği pozisyon ve taraflaşma bu kırılmanın bir parçası.
Uzak Asya’da Hindistan’ın pozisyonu
Çin’in ve Rusya’nın Asya ve dünya üzerinde büyük iktisadi, siyasi ve askeri bir güç oluşturmasıyla beraber ABD emperyalizmi temel stratejisini bu iki ülkeyi her yönden kuşatma şeklinde belirlemektedir. Rusya’yı başta Suriye ve Ukrayna olmak üzere bir çok noktadan askeri olarak tehdit etmekte.
ABD asıl büyük askeri, siyasi ve iktisadi yığınağını Asya’ya ve özellikle Çin’e karşı yapmakta. Hong-Kong üzerinden siyasi olarak baskı oluşturması, Güney ve Doğu Çin Denizlerinde bölge ülkeler üzerinden nükleer yığınak yapması, Hint Okyanusu üzerinde askeri faaliyetini genişletmesi, Tayvan-ÇHC arasındaki krizden faydalanarak Tayvan boğazından donanmalarını geçirmesi ve Keşmir bölgesindeki siyasi krizden faydalanarak Hindistan, Pakistan ve Çin arasında ki kırılmayı arttırmaya yönelik siyasi faaliyette bulunması ABD’nin Asya’da ki abluka hareketlerinin temel örneklerini oluşturmakta. Hindistan bu krizin tam ortasında yer almakta.
Modi yönetiminin Hindistan’da iktidara gelmesiyle uluslararası ölçekte ABD’ye doğru bir yöneliş görülmekte. BRICS üyesi olan Hindistan’ın, Keşmir bölgesinde yaşanan siyasi krizden dolayı Pakistan ve Çin ile çelişkileri iyice derinleşmekte ve kırılma noktasına gelmeye başlamaktadır. ABD’nin başta Çin’i hedef alan bu hamlelerin sonucunda, Pakistan ve Çin krizine bağlı olarak, Hindistan’ın ABD’ye dönük bir yönelim içerisinde olduğu ortaya çıkıyor. Rusya ile SU-57 projesini de askıya alması bu yönelişin bir örneği olarak açıklanabilir.
Hindistan özelinde verilebilecek bir çok örnek ABD’ye yönelişin ve egemen emperyalist blokla “kardeşçe” hareket etmenin yollarını izlediği görülebilir.
Neo-liberal politikalara hızla dönüş
Hindistan bağımsızlığını aldıktan uzunca bir süre ithal ikameci ve korumacı bir ekonomi yolunu izledi. Modi iktidarından önce hükümette bulunan Hindistan Ulusal Kongresi emperyalist-kapitalist sistemle bütünleşmesinin yanı sıra belli bir süre devletçi politikalarını göreli olsa da devam ettirmekteydi. Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi’nin iktidara gelmesiyle beraber Modi iktidarı, Pakistan ve Çin’e karşı yaşadığı bölgesel krizin etkisiyle kitleleri milliyetçilikle depolitize etme yolunu uzunca bir süre kullandı. Bölge de yaşanan krizlere paralel olarak ülke çapında büyük bir neo-liberal kampanya başlatıldı. Devletin, kamu başta olmak üzere piyasadan çekilmeye başlaması tarımsal alanda bir dizi reformların da gelmesinin yolunu açtı.
Modi yönetiminin son dönem adım atmış olduğu sözde “tarım reformu” köylü ve çiftçiler açısından da kırılma noktası oldu. Neo-liberal tarım reformu esas olarak ürün taban fiyatlarındaki denetimin kalkmasını içeriyor. Ürün taban fiyatlarının devlet tarafından düzenlenmemesi milyonlarca küçük köylüyü piyasaların, ticaret sermayesinin insafına terk etmek anlamında.
Hindistan’da piyasa için üretim yapan, kendi toprağını aile emeği ile işleyen 110 milyonluk bir emekçi sınıf bulunmakta ve ücretli tarım işçileri de nicel olarak büyük yer kaplamakta. Üretim aracına sahip köylülüğün yanında milyonlarca topraksız köylü nüfusu da Hindistan’da önemli bir yer etmekte. Tarım sektörü, Hindistan’ın 2,9 trilyon dolarlık gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYH) yüzde 15’ini oluştururken, 1,3 milyarı aşan ülke nüfusunun yüzde 60’ından fazlası geçimini topraktan sağlıyor.
Neo-liberalizmin tarım reformuyla beraber küçük ve orta köylülük doğrudan tekelci sermayenin insafında olmakta ve piyasanın kaderi köylülüğün kaderini belirlemektedir. Bu açıdan değerlendirildiği zaman – Hindistan nüfusu ve yüzölçümü de göz önünde bulundurursak- Hindistan’da köylülük büyük bir dinamizm etmenini oluşturmakta ve işçi sınıfının yanında geniş emekçi sınıflarını oluşturmaktadır.
Emekçilerin Yeni Delhi’yi kuşatması
Kasım 2020’de üç komünist partisinin, Kongre’nin ve diğer muhalefet partilerinin örgütlü olduğu konfederasyonlar genel grev kararı aldı. 26 Kasım’da işçilerin grevini Hindistan Çiftçi Örgütleri Birleşik Cephesi (AIKSCC) de destekledi. Gerçekleşen büyük grevin ardından Hindistan’da yaygın bir köylü/çiftçi hareketi başladı. Hindistan’da ki sınıf mücadeleleri için çok büyük anlam taşıyan bu grev, işçi sınıfı ve köylülük arasında oluşan dayanışmadan öte emekçi sınıfların topyekün direnişini başlattı.
Başkentin giriş ve çıkışları emekçiler tarafından kuşatma altına alındı. Hükümet yasaların geri çekilmesine yönelik hiçbir adım atmamakla beraber, emekçilerin Yeni Delhi’ye doğru kitlesel mücadelesi hâlâ devam ediyor.
İşçi sınıfının neo-liberal politikalara karşı genel grevinin ardından köylü direnişiyle devam eden emekçi hareketi bir çok deneyimleri de içerisinde barındırıyor. Neo-liberal politikalara karşı, salt ekonomik talepler içeren bir dizi tepkisellik değil, aynı zamanda emperyalist-kapitalist sisteme karşı da bir politik hareket olarak Hindistan emekçi hareketi ivme kazanıyor. Komünist Partilerin kitlelerin önemli bir kısmına önderlik ettiği bu hareket köylülüğün politik taleplerini işçi sınıfının tarihsel mücadelesi ile buluşturmasının bir örneği olarak karşımıza çıkmakta. Nüfusunun %60’ının toprağa bağımlı bir ekonomisi bulunduğu göz önünde bulundurulursa, köylü kitleler bugün Hindistan işçi sınıfının en büyük ittifakı olarak gözüküyor.
Emekçilerin bu politik eylemliliği Modi iktidarının son dönemde yapmış olduğu milliyetçi hezeyanları da boşa çıkarmasına bir örnektir. Pakistan ile yaşanan krizin ardından kitleleri milliyetçi siyasetle etkisi altına alan Modi iktidarı, bölgesel ve ulusal krizlerin ardından büyük bir sarsıntı geçirmekte.
Emekçi hareketinin başarıya ulaşması yalnız tekil olarak Hindistan işçi sınıfının kurtuluşu değil, aynı zamanda emperyalist-kapitalist zincirin Hindistan’da kırılabilecek olma ihtimali dünya komünist hareketi için büyük önem taşımaktadır. Bu anlamda Hindistan’da gerçekleşen emekçi hareketi hem ulusal ölçekte kapitalizmin sınıflarını zorlamakta hem de uluslararası ölçekte emperyalizmin bölgedeki kırılmalarını da derinleştirmekte.
İşçi ve emekçi kitlelerin bu politik hareketinin başarısı sınıfın partisinin başarına ve önderlik kazanmasına bağlı. Milyonlarca emekçi kitle dünya komünistlerine umut oluyor. İşçi ve köylü kitlelerin öncü partileriyle buluşması, siyasal iktidarı almanın yollarını zorlaması büyük önem taşıyor. Önümüzde ki süreçte meydanlara akan emekçiler siyasal iktidarı almak için yürüyecek mi yoksa hakim sınıfların altında sürüklenecek mi? Uzun bir süre Hindistan emekçilerini takip edeceğiz.