Mafya devletine doğru son adımlar!
16-05-2021 17:36Mafya liderlerinden Sedat Peker’in son yayınladığı videolar ile birlikte devlet içindeki mafya, mafya içindeki devletin ne kadar iç içe geçtiği iyice ayyuka çıktı. Bilinen şey ise bu sınırların iyice silikleştiği.
Vedat Aktan
Mafya lideri Sedat Peker’in yayımladığı videolardaki iddiaların ardından mafya, devlet, siyaset üçgeni tekrardan ülkenin gündemine oturdu. AKP’ye geçen dönem yakınlığıyla bilinen, mitinglerinde AKP’ye oy toplayan, Barış Akademisyenleri’nin kanlarıyla duş alacağını söyleyen Sedat Peker bir anda ‘istenmeyen adam’ ilan edildi. Peş peşe gelen itiraflar otokratik bu yönetim altındaki rejiminin ülkeyi sürüklediği uçurumu gözler önüne serdi. Peker’in uyuşturucudan, cinsel saldırıya, karakolda milletvekili tartaklamaya dek iddialarını yayınladığı videolar ile ortaya saçıldı. Soruşturmayı derinleştirmeyen İçişleri Bakanlığı ise yine muhalefete ve medyaya yüklendi. Savcılık ise üç maymun pozisyonuna geçti. Daha ilginç bir noktaya parmak basalım, Sedat Peker’in “Adli Sicil Kaydı” sorgulamasında “Yukarıda kimlik bilgileri bulunan şahsın adli sicil kaydı yoktur” sonucu çıktı. Peker’in “arşiv kaydı”nda ise sadece Kelebek operasyonundaki mahkûmiyet kararı yer aldı(!).
Bu gelişmelerin öncesine ya da daha doğru ifadeyle tarihine bakacak olursak bu ilişkiyi 80 sonrası dönem ile başlatmak mantıklı olacaktır. 12 Eylül darbesinden sonra bir dönem “mafya operasyonu” yapılmıştı hatırlanacağı üzere. Generaller, “yeraltı dünyası”nı da emir komutaya bağlama niyetine girmiş, Kürt Ahmet, Dündar Kılıç gibi namlı figürleri hapse attırmıştı. O zaman da tıpkı bugünkü gibi mafya diye bir şey olmadığı, varsa da bittiği, bitmediyse de artık biteceği ilan ediliyordu her gün basın yayın organlarında.
İşin ihtiyacen cevabını “Baba” iletmişti, ona göre durum sınırlar içinde kalındığında sıkıntı yoktu. Bugün de bilindiği gibi Süleyman Demirel, “Devlet bazen rutin dışına çıkar” derken, devletin “mafya ihtiyacı”nı anlatıyordu; aynı geleneğin bir başka ifadesini Susurluk günlerinde oluşan baskısına dayanamayarak İçişleri Bakanlığı görevden istifa eden Mehmet Ağar, “Bin operasyon yaptık” sözleriyle dile getirdi. Demirel işin sınırlarını, Ağar istatistik boyutunu anlatıyordu. “Rutin dışı” demek, kendi ilan ettiği hukukla baş edemeyeceği işleri görmek ya da gördürmek demekti, yani hukuk dışının meşru görüldüğünün kabul ve ilanı. “Bin operasyon” da niceliğin büyüklüğünü anlatıyordu, 12 Eylül’den başlayarak binlerce göz altında kayıp, yüzlerce faili meçhul dahildi bu “bin”e. Olan bitenin bir başka devlet nezdinde kabulü, Mehmet Ağar’ı İçişleri Bakanı yapan Tansu Çiller tarafından Susurluk tartışmalarında dile getirilmişti: “Devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de şereflidir.”
Susurluk’tan beri şu fotoğraf iyi biliniyor: Mafya denilen şey, başta güvenlik bürokrasisinin üç kurumu (yani MİT-asker-polis) olmak üzere, siyaset ve gayrı meşru alanda yaşayan figürlerin dahil olduğu bir koalisyondur. Hukuken yapılamayan işleri yapmak üzere şekillenir ve çalışır. Bu çalışmanın mümkün olmasını sağlayan hukuksuzluk iklimi, elbette sadece makbul olanları değil, olmayanları da besler; siyasi otorite ve idari otoritelerdeki değişiklikler geçer akçeye göre şekillenir. Soru burada kimlerin öne çıkacağıdır.
2002’de iktidara gelirken sivil siyaset, şeffaflık gibi söylemleri dilinden düşürmeyen, ‘karanlık’ 90’ların aşılacağını iddia eden AKP, 19 yılda ülkeyi mafya liderlerinin çatışma mevziisi haline getirdi. Bilhassa 7 Haziran seçimleri siyaseten bir odak değişikliği ortaya çıkardı. HDP ile masa devrildi. MHP ile bugün de devam eden ittifaka girildi, devlet içerisine Ergenekon-Balyoz operasyonlarıyla tasfiye edilen isimlerin tekrardan söz ve güç sahibi olduğu yorumları yapıldı. Başkanlık sistemiyle, tüm gücün ve denetleme mekanizmalarının tek elde toplanması, devlet mafya ilişkisinin de seyrini değiştirdi. Çakıcı, Peker, Ağar gibi 90’larda mafya-derin devlet yapılanmalarından yargılanmış isimler bugünkü yönetimin ortağı oldu. Türkiye’de mafya ve derin devletin hem uluslararası arenada hem de siyasi hesaplaşmalarda daha belirleyici olabilmesinin önü açıldı. Son tartışmalar ise ittifakların dağılırken içeride yaşanan güç savaşlarını ve kirli ilişkileri daha görünür hale gelmesini sağladı.
Çakıcı – Peker: Dönemsel ihtiyaçlar
Siyasi iktidarla yakın ilişkiler kuran, yargı tarafından da korunduğu izlenimi verilen Sedat Peker, Ocak 2020 tarihinde sürpriz bir şekilde yurt dışına çıktı. Karabağ’dan açıklama yapan Peker, bunun gerekçesini ise “Bu sene üniversite mezuniyetimi tamamlayıp diplomamı alacağım. Ayrıca ticari çalışmalarım için bazı ülkelerden de oturum alma işlemlerimi tamamladım” sözleriyle açıkladı. “Ben herhangi bir suç işlemedim ki aranayım” iddiasında bulunan Peker, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin polisleriyle hiçbir sorunum yok, olamaz da. Ancak bu şerefli teşkilatın içine bir şekilde monte olmuş görünürde polis ama özünde hain olanlarla bizim hesabımız her zaman var olacaktır” diyerek, polis teşkilatı içindeki bazı grupları işaret etti. Peker’in yurt dışına kaçmasının ardından Alaattin Çakıcı ile yaşadığı gerilim de gün yüzüne çıkmaya başladı. Çakıcı’nın henüz cezaevindeyken Peker’e yönelik “ona etek giydireceğim” sözü sosyal medyada yayıldı. Karşılıklı videolar ile gerilim tırmandırıldı. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ısrarı üzerine infaz paketi kapsamında Alaattin Çakıcı 16 Nisan 2020’de tahliye edildi. Peker’in boşalttığı yeri, Çakıcı doldurdu. Mayıs 2020’de ise bir arabulucunun etkisiyle telefonda konuşan Peker ve Çakıcı’nın barıştığı iddia edildi. Çakıcı, bir süre sonra Bodrum Marina’da Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan ile birlikte fotoğraf verdi.
Peker’in ortaya attığı iddialar
9 Nisan 2021’de “Sedat Peker Suç Örgütü”ne yönelik 63 kişiye operasyon düzenlenmesiyle birlikte Sedat Peker, dört ayrı video yayınlayarak karşı hamle yaptı. (Şimdilik dört video toplamda ise 12 video iddiası var) Peker, konuşmalarında özellikle Mehmet Ağar ve “Pelikancılar” diyerek Serhat Albayrak’ı suçladığı görüldü. Palmali Group’un sahibi Azeri-Türk iş adamı Mübariz Mansimov’un Gülen yapılanmasını kapsamında tutuklanması konusunda Ağar’a işaret eden Peker, Ağar ve oğlu Tolga Ağar’ı Mansimov’un mallarına çökmekle suçladı. Peker, Elazığ’da 28 Mart 2019’da evinde ölü bulunan Kazakistan uyruklu üniversite öğrencisi Yeldana Kaharman’ın ölümünden Tolga Ağar’ı sorumlu tutarak “Bir tane kızcağız var Kırgız veya Kazak uyruklu. Bir gün evvel jandarmaya gidiyor, ‘Tolga Ağar bana taciz yaptı’. Tecavüz, kibarlaştırmaya gerek yok. Kıza tecavüz ediyor. Kız şikâyet ediyor. Daha sonra helikopterle gelip babası (Mehmet Ağar) bu kızı aldırıyor. Kız ertesi günü ölü bulunuyor… Kimse ağzını açmıyor. E derin devletin başı. Adam ne isterse o oluyor” açıklaması ile Ağar ekibini de doğrudan hedef tahtasına koymuş oluyordu. Kolombiya’da operasyonla ele geçirilen 4 ton 900 kilo kokainle ilgili de Ağar’a işaret eden Peker, “Lütfen internete gidin bakın Kolombiya Limanı’nın da 4 ton 900 kilo kokain yakaladılar. Açıklama yaptılar, ‘Bunlar Türkiye’ye gidecekti’ diye. İzmir Limanına bir kimya firmasına. Türkiye’de bu kokainleri teslim alacak yerle ilgili hiçbir operasyon yok. Hiç kimseye. Biz 4 ton bulgur getirsek bizi alır faturayı eksik yazdık diye gelir nezarete atarsınız. Uyuşturucunun geldiği adres belli” dedi. Peker’in bir diğer iddiası da eski AKP milletvekili Feyzi İşbaşaran’ı cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alındığı sırada “dövdürttüğü” oldu. İddialar bunula bitmedi ve diğer video da devam edecek gibi duruyor. Videoların yayınlanmaya devam etmesi arada bir anlaşma olmadığına dair yorumlanmakta.
Yargı her zamanki gibi sessiz
Peker’in iddiaların ardından gözlerin çevrildiği yargıda ise işler malum, Saray’dan gelecek emirleri bekliyorlar anlaşılan. Peker’in Kazakistanlı gazetecinin ölümüyle ilgili Tolga Ağar’ı suçlamasına karşılık Jandarma Genel Komutanlığı ile Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmadı, bunun yerine Peker’i yalanlayan bir açıklama yaptı. Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ve oğlu Tolga Ağar’la ilgili de henüz açılmış bir soruşturma yok. Peker’in diğer iddialarıyla ilgili de herhangi bir soruşturma açılmadığı öğrenildi. Buna ilişkin ne yargı ne de bakanlık çevreleri olumlu bir yanıt vermedi. Savcılık yerine Jandarma Genel Komutanlığı’nın açıklama yapması, Jandarma komutanını Ağar ile fotoları işin organizasyonu kafasında herkese fikir vermiş olmalı.
Tabloya sadece kapitalizm ve rutin işleri veya gayrı meşru işler ve pay bölüşümü üzerinden bakılamaz. Bunun ötesinde bir noktaya gelmiş durumda işler. Meşruluk ve toplum nezdinde geriye düşmüş bir iktidarın kendisini korumak için ne gibi yollara sapabileceği ve bunları olası bir iktidar yıkımında işçi sınıfına ve halka karşı kullanacağının da göstergesi olarak bakılması lazım. Bizim açımızdan ortaya saçılan bu pisliklerin anlamı budur. Bu tip organizasyonlar bugün türemedi sonuçta. Ama bugün gelinen nokta yeni bir iktidar ortağı konumuna yükselmiş olmasında. Paramiliter güç olarak kullanılmasında ve önünün açılmasında. Mücadelemiz kapitalizmin yarattığı tüm tahribatlara karşıdır, bunu unutmadan mücadeleye devam!