RÖPORTAJ | COVİD-19 ve çalışma ilişkileri araştırması: “Evde kalamayanların hikayesini anlatmak istedik”

"Evde kalabilenlerin aksine, salgında çalışmaya devam eden motosikletli kuryelerde ve market çalışanlarında aynı durumu gördük. Gelecekten endişeli, yarınından bir beklentisi olmadan ve işsiz kalma korkusuyla günü geçiriyor insanlar."

RÖPORTAJ | COVİD-19 ve çalışma ilişkileri araştırması: “Evde kalamayanların hikayesini anlatmak istedik”

Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi, Evde Kalamayanlar: COVID-19 Günlerinde Çalışma İlişkileri araştırmasının sonuç raporunu paylaştı.

Araştırma, salgın sürecinde evde kalamayanların çalışma koşullarına, gelir durumuna, güvencesizlik deneyimlerine, işçi sağlığı ve güvenliğine dair çarpıcı sonuçlar sunuyor.

Doç. Dr. Aziz Çelik’in danışmanlığını yaptığı araştırmanın, koordinatörlüğünü Fırat Çoban üstlenirken; Deniz Durdu, Kağan Şeker, Kubilay Cenk Karakaş, Meltem Oktay, Sinem Yıldız da araştırmacı oldular.

Araştırma sürecini ve ulaşılan bulguları Kubilay Cenk Karakaş ile konuştuk.

“EVDE KALAMAYANLARIN HİKAYESİNİ ANLATMAK İSTEDİK”

Manifesto: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Kubilay Cenk Karakaş: Kısaca kendimden bahsetmem gerekirse, Viyana Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisans öğrencisiyim. Ayrıca merkezi İstanbul’da bulunan Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi’nde akademik araştırmacı olarak çalışıyorum. Yine Universus bünyesinde geçtiğimiz günlerde yayınladığımız Evde Kalamayanlar: COVID-19 Günlerinde Çalışma İlişkileri Araştırmasını gerçekleştiren ekipte araştırmacı olarak yer aldım.

Manifesto: Araştırmanın çerçevesinden bahsetmenizi istesek… Neden böyle bir araştırma yapmak istediniz?

Karakaş: Araştırmamızın bulguları ve bazı detaylarına geçmeden önce bizim bu çalışmayı hangi çerçevede ele aldığımızdan bahsetmek istiyorum. COVID-19 salgını bir çok alanda bazı değişiklikler getirdi. Okullar kapalı, pandemi öncesinde de güncel kapitalizmin eğilimlerinin önemli bir ayağını oluşturan dijitalleşme hızla arttı ve hayatın büyük bir bölümüne yayıldı. Bunun bir sonucu olarak artık bazı sektörler uzaktan çalışma modeline döndü. Ağırlıklı olarak bilgi ve iletişim, eğitim, pazarlama, reklamcılık vb. gibi sektörlerdeki beyaz yakalı olarak adlandırabileceğimiz kesim şu an uzaktan çalışıyor. Buna ek olarak sosyal hayatın durma noktasına gelmesiyle birlikte evde geçirilen zaman da artmış durumda. Evde kalabilenler için tablonun kabaca böyle olduğunu söyleyebiliriz. Bildiğiniz üzere Türkiye’de hükümetin salgın politikası da “evde kal” ve “herkes aynı gemide” sloganları üzerine kuruluydu. Bu sloganlar, evde kalmanın maddi şartlarını oluşturmadan sorumluluğu bireylere yüklüyor. Bu anlamda dünyada diğer ülkelerde gördüğümüz neoliberal salgın yönetiminin bir parçası olduğunu söyleyebiliriz.

Evde kalabilenlerin dışarıda gerçekleştirdiği aktiviteler eczaneye ve markete gitmek. Google’ın hareket raporları bunu söylüyor. Türkiye’de geçtiğimiz yıl resmi olarak ilk vakanın açıklandığı 11 Mart ile 1 Haziran arasında uygulanan karantina döneminde market harcamalarındaki ciddi düzeydeki artış da bunu doğruluyor aslında. Salgınla birlikte market zincirlerinin kullanıma sunduğu dijital uygulamalara da önemli bir talep var. Tabi online market alışverişinin önemli ölçüde artmış olmasına ek olarak fiziksel olarak da marketlere gitmeye devam ediyoruz. Bu duruma bağlı olarak emek piyasasında ikili bir durumun oluştuğunu gözlemliyoruz: evde kalabilenler ve evde kalamayanlar.

Evde kalabilenlerden kabaca bahsetmiştim. Fakat bu kesimin evde kalabilmesi ve uzaktan çalışabilmesinin maddi koşullarını sağlayan üç çalışan grubu var; market çalışanları, motosikletli kuryeler ve kargo çalışanları. Çeşitli e-ticaret sitelerinden yapılan alışverişler, mobil platformlar üzerinden alınan ürünler ve Gel-Al çalışmaya devam eden yemek sektörünün siparişleri bu çalışan grupları tarafından evlere ulaştırılıyor.

Temel çıkış noktamız salgın boyunca çalışmayı sürdürmüş bu çalışan gruplarının, yani evde kalamayanların hikayesini anlatmak, çalışma koşullarındaki değişiklikleri incelemekti. Çalışmaları araştırırken benzeri bir araştırmaya denk gelmediğimizi de söylemeliyim. Bu yüzden bu üç gruba odaklanmak istedik. Odaklanmak istedik diyorum çünkü araştırmada kargo çalışanlarına maalesef yer veremedik. İletişime geçtiğimiz hemen hemen bütün örgütlü kurum ve sendikadan olumlu (hatta genellikle hiç) dönüş alamadık. Bu nedenle araştırmamızın odak grubu market çalışanları ve motosikletli kuryeler ile sınırlı kaldı.

Manifesto: Araştırma için kimlerle görüşebildiniz, pandemi koşullarına rağmen geniş bir emekçi toplama ulaşmışsınız?

Karakaş: 16’sı motosikletli kuryelerle, 14’ü market çalışanlarıyla olmak üzere toplamda 30 görüşme gerçekleştirdik. Bazı istisnalar dışında bunlar büyük ölçüde yüz yüze gerçekleştirdiğimiz görüşmeler. Buna ek olarak market çalışanlarıyla toplam 101, motosikletli kuryelerle ise 119 online anket yaptık. Hem yüz yüze görüşmeler hem de anketlere İstanbul’un hemen hemen bütün ilçelerinden katılım oldu. Görüşmelerimiz sırasında ve anketlerde sorduğumuz sorular çalışma koşulları, pandemide gelir, işyeri anlaşmazlıkları ve mücadeleleri, sağlık-güvenlik-güvence ve müşteri ile ilişkiler olmak üzere beş bölümden oluşuyor. Çalışmanın ana eksenini bu şekilde özetleyebilirim.

“DAHA UZUN VE YOĞUN ÇALIŞMA”

Karakaş: Bütün görüşmelerimizde ve anketlerde öne çıkan ilk bulgu özellikle market çalışanlarının iş yoğunluğunun arttığı ve çalışma sürelerinin uzadığı. Bu bizim araştırmaya başlamadan önceki beklentimizle kısmen uyumlu diyebilirim. Burada şunun altını çizmek istiyorum; çalışmanın yoğunlaşması ve uzaması arasındaki ayrım oldukça önemli. Görüştüğümüz market çalışanları sık sık sepet yoğunluğunun arttığından bahsediyordu. Yani bu şu demek; siz kasada çalışıyorsanız okuttuğunuz ürün sayısı artıyor, insanlar sepetlerine daha fazla ürün koyuyor. Ayrıca alışveriş yapan müşteri sayısı da artmış durumda. Haliyle mesait saatleriniz aynı kalabilir fakat süre içerisinde iş yükünüz artıyor. Buna ek olarak, haftasonu sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte mesai günlerinin 5’e indiği düşünülebilir. Ancak boşa düşen günün de hafta içi çalışma günlerine dağıtıldığı görülüyor.

Motosikletli kuryelerde ise durum biraz daha farklı. Bizim de çalışma sürecinde öğrendiğimiz önemli bir çıktı, sektörün çalışma koşullarının genelleştirmelere uygun olmayışı. Restoran, lokanta ve kafelerde çalışan kuryelerin iş yoğunluğu azalırken, çeşitli mobil uygulamalar için parça başı hizmet sağlayan kuryelerin iş yoğunluğunda ve çalışma sürelerinde ciddi bir artış var. Evde kalabilenlerin günlük temel ihtiyaçları da yine bu kesim tarafından sağlanıyor.

GELİR AZALIYOR, GİDERLER ARTIYOR

Manifesto: Son olarak araştırma sürecindeki gözlemlerini dinlemek isteriz. Ulaşılan çarpıcı bulgulara dair neler aktarmak istersiniz?

Karakaş: Çalışma yoğunluğu artıyor, çalışma süresi uzuyor fakat evde kalamayanların gelir düzeyinde bir artış yok. Market çalışanları hayatlarını asgari ücretle idame ettiriyor ve görüştüğümüz çalışanlar salgın döneminde bir ücret artışı gerçekleşmediğini aktarıyor. Kuryelerin durumu ise yine daha farklı. Salgının yarattığı gelir kaybına ek olarak bir de mobil uygulamalar ve şirketlerin kullanıma soktuğu temassız teslimat gibi seçeneklerin bahşişlerden yoksun bıraktığını da gördük. Bahşişler kuryelerin gelirlerinin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Buna ek olarak, yine bu mobil uygulamaların kullanıma sunduğu online bahşiş sistemleri var. Ancak buradan toplanan bahşişlerden de kesinti yapıldığını görüyoruz. Her iki çalışan grubunun da çok büyük bir çoğunluğu aldığı ücretleri adil bulmuyor. Özellikle motosikletli kuryeler için mobil uygulamaların sipariş değerlendirme bölümündeki hız kısmı ciddi riskler barındırıyor. Kazaların hemen hemen hepsi siparişi hızlı yetiştirmeye çalışırken yaşanıyor. Üstüne bir de gelirdeki düşüş eklenince 118 motosikletli kuryenin 102’si aldığı ücreti adil bulmadığını belirtiyor. Aynı soruya yanıt veren 99 market çalışanının da 79’u aldığı ücreti adil bulmuyor mesela.

Gelir azalırken gider artıyor. Marketlerde temel tüketim maddelerine olan talep arttı. Çalışanlar da özellikle salgının ilk günlerinde makarna bulmanın mümkün olmadığını, insanların peynir zeytin gibi temel gıdalara yöneldiğini aktarıyordu. İnsanlar borçlanıyor ve “tasarruf” ediyor. Cips, çikolata gibi bazı ürünlerin artık “lüks” görüldüğünü anlıyoruz market çalışanlarıyla yaptığımız görüşmelerden.

İŞÇİLER ÖRGÜTSÜZ

Karakaş: Çalışmanın başında bizim varsayımımız kötüleşen şartların işçileri örgütlenmeye iteceği ve işyeri mücadelelerinin artacağı yönündeydi ancak bu konuda elde ettiğimiz sonuç beklediğimizden farklı oldu. Her iki grubun da karşılaştığı en büyük hak kaybının mesai ücretlerinin eksik ödenmesi veya hiç ödenmemesi olduğunu görüyoruz. Buna karşın yapılan eylemlerin başındaysa sosyal medya paylaşımları ve istifalar geliyor. Büyük çoğunluk ise herhangi bir iş mücadelesine dahil olmadığını söylüyor. Çalışanların İşveren/işyeri yönetimine ilettiği en temel talep iş saatlerini kısaltmak. Fakat bu aynı zamanda en az karşılanan talep. Aynı ücreti alarak daha uzun, daha yoğun ve salgınla burun buruna çalışıyorsunuz yani.

Yüz yüze yaptığımız görüşmelerde de bu iki grubun çalışanlarıyla iletişime geçebilmekte oldukça zorlandık. Motosikletli kuryeler sürekli hareket halindeler. Siparişi bir noktadan alıp diğerine yetiştirmeye çalışıyorlar. Market çalışanları ile mağaza içerisinde görüşebilmek mümkün değil. Mola aralarında da denk gelemiyorsunuz çünkü bir çalışan 10 dakika mola verdikten sonra işe geri dönüyor, ondan sonra başka bir çalışan molaya çıkıyor.
Her iki grupta da örgütlü çalışan ve kurum sayısı oldukça sınırlı. İletişime geçtiğimiz kurumların büyük çoğunluğundan olumlu-olumsuz herhangi bir dönüş de alamadık zaten. Market sektörü için değil ancak motosikletli kuryeler için henüz araştırmanın yapıldığı dönemde ortaya çıkan çeşitli dayanışma ağları vardı. Bunlar sosyal medya üzerinden doldukça dağınık şekilde faaliyet yürütüyordu. Bugün gelinen noktada bazı sendikalar toplu iş sözleşmesi hakkı elde edilmeye çalışıyor. Şahsen bunu sevindirici bir gelişme olarak görüyorum ancak yeterli değil.

GELECEKSİZLİK HAKİM

Karakaş: Bizim için belki de bu çalışmanın en somut çıktılarından biri geleceksizliği ve güvencesizliği gözler önüne sermesi oldu. Emekçi kesimlerin gelecekten bir beklentileri olmadığını, hatta korku ve panik içerisinde olduklarını gördük. Bununla birlikte, çalışanlar salgında riskli grupta oldukları konusunda hemfikirler. Ailesinin mahalle marketinde çalışmak zorunda olan 19 yaşındaki Semih’le görüşmemiz mesela. Salgın başladığında üniversite sınavına hazırlanan bir lise son sınıf öğrencisi, salgından dolayı dershaneye ve okula gidemiyor. Ağabeylerinden biri atanamamış bir tarih öğretmeni. Hem online derslerini takip etmesi gerekiyor hem de kronik bronşit olduğu için markette çalışamayan diğer ağabeyinin yerine aile marketinde tam zamanlı çalışmak zorunda. Semih sınava hazırlanamadığını söylüyor ama hazırlansa bile geleceğinden hiç ümidi olmadığını da ekliyor: “Tekrar hazırlanacağım ama üniversiteye hazırlanırken bile endişeleniyorum. Girip bitireceğiz de ne olacak, iş mi var? Daha bu yaştan düşünüyorum”. Evde kalabilenlerin aksine, salgında çalışmaya devam eden motosikletli kuryelerde ve market çalışanlarında aynı durumu gördük. Gelecekten endişeli, yarınından bir beklentisi olmadan ve işsiz kalma korkusuyla günü geçiriyor insanlar. Bunun memleketin genel halini yansıttığını düşünüyorum. Bu nedenle de önümüzdeki dönemde özellikle güvencesizlik üzerinden mücadele başlıklarının ön plana çıkmasını bekliyorum.

Bir de işin müşteri ile ilişkiler boyutu var tabi. Burada ben de dahil herkesin bir dönüp aynaya bakması gerekiyor. Zira hem market çalışanları hem de motorlu kuryelerden müşterilerin davranışlarını salgın döneminde tanımlamalarını istedik. Halden anlamaz, bilinçsiz, kaba ve kaprisli en çok aldığımız dört cevap. Her iki çalışan grubu da salgının müşterilerle ilişkilerini olumsuz etkilediğini düşünüyor. Sipariş götürülen binanın karantinada olduğunu söylemeyenler, parayı yere bırakanlar, siparişi alırken maske takmayan ve hatta enfekte olduğu halde bunu belirtmeyen müşteriler olduğunu aktarıyorlar. Motosikletli kuryeler özellikle temel ihtiyaçlar dahilinde olmayan ürünleri götürmekten memnun değiller. Gecenin 12’sinde dondurma söyleyenler olduğundan bahsediyorlar.

“HERKES AYNI GEMİDE DEĞİL”

Karakaş: Ben akademi gibi üstyapı kurumlarının politikadan bağımsız olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle araştırmanın somut çıktısı yalnızca akademik anlamda bir veri çalışmasından ibaret görülmemeli. Aksine, politik çıktıları olan bir akademik çalışma var elimizde. Maalesef sosyal bilimlerde şu an genel yaklaşım bundan çok uzak.

Nedir bu politik çıktı? Birincisi, evde kal söyleminin bir salgın yönetimi politikası olmadığı anlaşılmalı. Bu söylemle birlikte sanki evde kalmak bireyin kendi sorumluluğunda olan gönüllü bir tercih izlenimi veriyor. Bu aynı zamanda neoliberal yönetişim modeliyle de tam uyumlu bir politika. Gerçeklik bundan çok uzak. Bizim odak grubumuz olarak görüştüğümüz motosikletli kuryeler ve market çalışanları güvencesizlik, korku ve panik içerisinde bulaş riskinin en yüksek olduğu işlerde çalışıyorlar. Kişisel tercihlerinden dolayı çalışmaya devam ettiklerini hiç düşünmüyorum. Evde kalma çağrısı yapıyorsanız bunun gerekli koşullarını yaratmak zorundasınız. İkincisi ise herkes aynı gemide değilmiş. Bu konuda araştırma öncesinde de bir şüphemiz yoktu ancak raporumuzla birlikte bunu gözler önüne sermiş olduk. Kriz anında üretilen bu söylem aslında toplumun tamamını kesen bir sağlık krizinin farklı sınıfları farklı ölçülerde etkilediği gerçeğini kamufle ediyor.

Araştırma salgın döneminde yapıldığı için bu yeni normalin ne ölçüde kalıcı olacağı, daha doğrusu ne kadarının kalıcı olacağını kestirebilmek şu an mümkün değil fakat bugün özellikle kapitalizmin genel eğilimlerini ve sektörel anlamda emekçi kesimlerin durumunu daha da yakından incelememiz gerekiyor. Örneğin kimler ofise geri dönecek? Emek piyasasındaki bu ikili durum devam edecek mi? Çalışma hayatının parametreleri neler? Şimdilik böyle sorular üzerinde düşünüyorum.

Son olarak, başta araştırma ekibimize, danışmanlığıyla bizi yönlendiren Doç. Dr. Aziz Çelik’e ve röportaj için Manifesto ekibine teşekkür ederim.