Seçme seçilme hakkı ve bozacının şahidi Ahmet Hakan

Erdoğan şiddeti önlemek için ‘’inşallah’’ demiş. İstanbul Sözleşmesi’ni kadınların bütün itirazlarına ve hukukçuların, kararın hukuki olmadığına dair yorumlarına rağmen bir çırpıda rafa kaldıran Erdoğan şiddetle mücadeleyi inşallaha bırakmış görünüyor.

5 Aralık Türkiye’de kadınların kazanılmış hakları açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmesi elbette uzun mücadelelerin sonucudur. Cumhuriyetin kuruluşu saltanata ve hilafete son vererek ve özünde monarşiyi sonlandırarak yolu açmıştır.

Kısa bir tarihi hatırlatma yaparak devam edelim.

Monarşik yönetimlerin yerini cumhuriyet yönetiminin alması aydınlanma döneminin sonu ve burjuva devrimlerinin ürünüdür. İktidarının gücünü ve yetkisini ‘’tanrıdan alan’’ monarkların iktidarının sarsıldığı ve iktidarın gökyüzünden yeryüzüne indirildiği aydınlanma dönemi sonrasında cumhuriyetin kabulü emekçi sınıfların hak mücadelesinin de zeminini döşedi.

İşçi sınıfının hem sekiz saatlik iş günü hem de genel oy talebiyle yaptığı grevler ve eylemler kıta Avrupası’nın tarihine yön veren büyüklükte idi.

Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşu görece gecikmiş olsa da arkasına aldığı birikim ve mirasın izinden daha hızlı yol aldığı söylenebilir. Bir diğer etken ise genç Cumhuriyet’in hemen yanı başında gerçekleşen Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği’nde atılan köklü adımlardır. Kapitalizm koşullarında kadınların seçme ve seçilme hakkı için ayrıca mücadele vermesi gerekirken Sovyetler Birliği’nde devrimin hemen akabinde kadın erkek bütün yurttaşlar seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir. Üstelik bu hak kapitalizmin sahte demokrasisinden farklı olarak örgütlü bir toplumda halkın devlet yönetimine katılımını açan mekanizmaların örülmesiyle gerçeklik kazanmıştır.

Ülkemize dönersek kadınların seçme ve seçilme hakkı kazandığı 5 Aralık son yıllarda AKP iktidarının ve yandaşların manipülasyonlarına sahne oluyor. AKP iktidarı, tarihi her fırsatta ters yüz etme ve yeni bir tarih yazma gayretinde. Bu senede AKP’nin geleneksel açıklamasını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Bildik cümlelerle, kadınların seçilme hakkını ve başka pek çok hakkını AKP döneminde kazandığı minvalinde bir mesaj paylaşan Erdoğan, kadına yönelik şiddeti de ‘’inşallah’’ bitireceklerini ifade etti. Ancak ne yalan söyleyelim Erdoğan’ın mesajlarındaki ton farkı bizlere de ‘’ha gayret’’ dedirtti. Malum Yeni Osmanlıcılık hayalleriyle iktidarını pekiştirmeye çalışan AKP’li Cumhurbaşkanı’nın Cumhuriyet’in en azından ilk yıllarını ‘’sahiplenici’’ ifadeler kullanması ve suçu daha sonra gelişen ‘’vesayetçi anlayışa’’ yüklemesi AKP için de bir yenilik. En azından bu başlıkta.

Erdoğan’ın açıklamalarına gelen tepkilere yanıt vermek ise kendi mahallesinin de pek haz etmediği Ahmet Hakan’a düştü. Hürriyet gazetesindeki köşesinde Erdoğan’ın sözlerini alıntılayan Hakan, “E haksız mı birader? Tüm kadınlara tanınan seçilme hakkını başörtülü kadınlara tanımadığınız yalan mı?” ifadelerini kullandı. Ahmet Hakan’a ve diğer yandaşlara naçizane önerimiz AKP güzellemesi yapmak için kadın hakları dışındaki başlıkları tercih etmeleridir. Zira kadın hakları siyasal İslam için zorlu bir başlık.

Türban siyasetinin Türkiye’de siyasal İslamcı hareketi iktidara taşıyan önemli bir argüman olduğunu daha öncede değişik vesilelerle burada ifade etmiştik. Siyasal İslam’ın kadına bakışı ve kadın haklarına nasıl yaklaştığı da sır değil. AKP’nin liberal soslu gerici siyasetinin zaman zaman ortaya çıkardığı garabet ise tartışmanın eksenini ve temel referansları bulanıklaştıran bir yan barındırıyor. Bu nedenle bazı hatırlatmaları tekrar tekrar yapmak durumundayız.

Birincisi Siyasal İslamcılığın Türkiye’deki uzantısı AKP de diğer bütün yol arkadaşları gibi Cumhuriyet fikrinin karşısına monarşiyi koyan bir anlayışın temsilcisidir. Osmanlı’ya öykünen, saltanata özenen, hilafete hayırhah bakan bir siyasi öznenin bir bütün olarak seçme ve seçilme hakkına dair söyleyecekleri en hafif tabiriyle inandırıcılıktan uzaktır. Siyasal İslam’ın özlemini duyduğu yönetim şekli monarşidir ve cumhuriyet fikrine düşmandırlar. Saltanat kurmak isteyenlerin bırakın kadınların seçilme hakkından söz etmeyi, bütün toplumu tebaa, ümmet olarak gördükleri, yurttaşlık hakları kavramından dahi uzak oldukları açık olsa gerek.

İkincisi AKP kurduğu başkanlık sistemi ile kısmi saltanat ilan etmiştir. Bugün yetkisi olmayan, esamesi okunmayan parlamentoya kadınların mı erkeklerin mi, türbanlı kadınların mı türbansızların mı seçildiğini tartıştırmak büyük bir riyakarlıktır. Bırakın parlamentoyu, bakanların dahi bir gece kararnamesi ile görevden alındığı, iktisadi, siyasi, hukuki, sosyal ve toplumsal her alanda kararların tek adama bağlandığı bir sistem kurmadılar mı? Yine monarklara, padişahlara özenerek saraylar inşa etmediler mi? Yargıyı tahakküm altına almadılar mı? Yurttaşlık hakları ve en küçük bir hak arayışını şiddetle baskı altına almaya çalışmadılar mı? Kurdukları istibdat rejimini kadınların haklarını öne çıkararak örtme çabaları nafile. Buradan özgürlük çıkarma marifeti kadim liberallerin eseri idi, onlarda gemiyi şimdilik terk etmiş görünüyor.

Üçüncüsü siyasal İslamcılığa göre kadınların yönetici olması kabul görmez. Nitekim tarihte de bugünde Siyasal İslam’ın egemen olduğu yönetimlerde bu kural uygulanır. Kimisinde çok katı şekilde, kimisinde dönemin ihtiyaçlarına göre daha ‘’ılımlı’’ uygulamalar söz konusudur. Erdoğan 5 Aralık’ta ‘’İnancıyla alakalı ters bir yanımız yok’’ dediği ve elinden tutmaya karar verdiği Taliban’a da bir mesaj verseydi daha isabetli olurdu.

Dördüncüsü AKP döneminde kadınların haklarına kavuştuğu propagandasına çanak tutmak tarifi zor bir psikoloji olsa gerek. AKP döneminde değişen iktisadi koşullar ve kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda kadınlar sermayenin ucuz işgücü olarak sahaya sürüldü. Kadın istihdamını arttırıyoruz, kadınların lehine düzenlemeler yapıyoruz diyerek esnek ve güvencesiz çalışma bütün emekçiler için kural haline getirildi. Öte yandan budanan sosyal haklar ve hizmetlerin kadınlar tarafından ücretsiz, karşılıksız yapılması istendi. Bunun en bilindik yolu olarak ise ‘’kutsal aile’’ önümüze sürüldü. Yani kadınlar hem ucuz işgücü olarak istihdamda olsun, güvencesiz ve esnek çalışsın hem de bakım hizmetlerini karşılıksız ve eksiksiz yerine getirsin.

Son olarak AKP döneminde katlanarak artan kadına yönelik şiddeti nasıl açıklayacağız? Kadın kimliğini ikincilleştiren ve her fırsatta aşağılayan bir politik anlayışın ürünü değil midir kadın cinayetleri? Sokak ortasında tekmelenen, öldürülen, taciz edilen kadınlar hangi hak ve hukukun ürünü? Türbanlı kadınların seçilme hakkı gasp edildi diyen Ahmet Hakan ve muadilleri AKP döneminde yaşam hakkı gasp edilen binlerce kadın için ne demektedirler?

Erdoğan şiddeti önlemek için ‘’inşallah’’ demiş. İstanbul Sözleşmesi’ni kadınların bütün itirazlarına ve hukukçuların, kararın hukuki olmadığına dair yorumlarına rağmen bir çırpıda rafa kaldıran Erdoğan şiddetle mücadeleyi inşallaha bırakmış görünüyor.

Bu arada İstanbul Sözleşmesi konusunda aykırı fikir beyan eden ve AKP’nin Meclis’e taşımakla çok övündüğü kadın milletvekillerinin de sesinin kısıldığını hatırlatmak gerekir. Örneğin geçtiğimiz yıl 5 Aralıkta AKP’nin sözcülüğünü yapan Özlem Zengin’in sesini duyan var mı?

Ahmet Hakan’ın yazısında isim vermeden gündeme getirdiği ve Meclis’ten dışlandığını söylediği Merve Kavakçı vakasının ise kadınların seçilme hakkı ile değil Türkiye’nin gerici dönüşümü ile ilgili olduğunu belirtip geçelim. Bugün Türkiye’nin sürüklendiği karanlığın, Cumhuriyet’in adım adım tasfiyesinin bu hamleler sonucunda ve ABD destekli bir toplum mühendisliğinin eseri olarak tarihe geçtiği ayrıca not edilmelidir.

Yirmi yıla yaklaşan AKP iktidarının sarsılmaya başladığı bu günlerde yeniden kadınların kazanılmış hakları üzerinden siyasi dizayn çabaları gündemde. Ahmet Hakan belli ki AKP sonrasında da AKP’nin kurduğu rejimin selametini düşünmekte ve bugünden siyasete ayar vermeye çalışmaktadır. Ancak kadınların AKP eliyle kurulan yeni rejime boyun eğmediklerini, bundan sonrada boş masallarla avunmayacaklarını bir kez daha hatırlatalım.