Server Tanilli'nin öğrettikleri

Her iyi yapılan işte olduğu gibi, Server Tanilli’nin başı da bu kitap yüzünden derde girmiş ve "komünizm propagandası" yaptığı gerekçesiyle, isimsiz bir ihbar mektubu temel alınarak hakkında dava açılmıştı.

Yaklaşık 43 yıl önce 7 Nisan 1978 günü Doç. Dr. Server Tanilli evinin önünde faşistlerin saldırısına uğramıştı. Açılan ateş sonucu felç olmuş, yaşamının sonraki 33 yılını tekerlekli sandalyede sürdürmek zorunda kalmıştı. Önemli bir bilim ve fikir insanıydı. Tekerlekli sandalyesinde “mücadelemi sürdüreceğim” diyerek tutumundan hiç ödün vermemişti.

1970’li yılların ikinci yarısı faşist saldırıların iyice yükseldiği bir dönemdi, artık sadece öğrencilere ve işçilere değil, aydınlara ama özellikle demokrat yapılarıyla bilinen, daha ılımlı olanlarına yönelmişti silahlar. Saldırılar karşısında dönemin başbakanı Ecevit antifaşist güçleri oyuna gelmemeye çağırıyordu, o kadar.

Sanırım en iyi yanıt Aziz Nesin’den gelendi: “Başbakan konuşmasında karşıt görüşlerden söz etti… Sorun karşıt görüşlü akımlar sorunu değildir. Hedef öğretmenlerdir, aydınlardır. Başbakan tuzağa düşmeyeceğiz dedi. Nasıl tuzağa düşmeyeceğiz? Otomobile mi binmeyeceğiz? Evde oturmayacak mıyız? Yarın kimin öldürüleceği belli değil. Dün olduğu gibi hepimiz için can güvenliği sorunu vardır. Biz söz değil kesin önlem alınmasını istiyoruz.”

Saldırı sonrası Fransa’ya giden ve uzun yıllar Strasbourg Üniversitesi’nde çalışan Tanilli’nin yazdığı onlarca kitap, özellikle Fransız Devrimi üzerine olanlar, halâ temel kaynak olma özelliğini korumaktadır. Benim en çok önemsediğim kitabı ise 1973 yılında yazdığı Uygarlık Tarihi olmuştur. Aynı isimle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda da ders vermişti. Tanilli, liseden üniversiteye gelen gençlerin tarih, felsefe, sosyoloji, edebiyat ve sanat gibi kültürün temel konularında hiçbir bilgilerinin olmadığını gözlemleyip, bu derse başlamıştı. Kitabı okuduğumda lise öğrencisiydim ve üniversitenin nasıl bir yer olması gerektiği konusunda ufkumu açtığını söyleyebilirim.

Her iyi yapılan işte olduğu gibi, Server Tanilli’nin başı da bu kitap yüzünden derde girmiş ve “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle, isimsiz bir ihbar mektubu temel alınarak hakkında dava açılmıştı. Savcının iddialarından biri Tanilli’nin kitaptaki yaklaşımının nesnel olmayıp, taraf tuttuğuydu. Server Tanilli savunmasında çok önemli dersler vermişti:

“Bir bilim adamı olarak kabul ettiğim metot, görüş ve düşüncelerimden dolayı kime karşı sorumluyum? Yaşadığım çağa ve topluma karşı. (…) Bilim adamının mahkemelere karşı sorumluluğu var mıdır? Hayır! Bilim adamı, bilimsel görevini yerine getirirken mahkemelere karşı hesap vermez. Böyle bir yol tutulursa, o toplumda hem bilim ilerleyemez hem de tarihte çok acı örneklerini gördüğümüz büyük yanlışlıklar yapılmış olur mahkemelerce; giderek, adalet ağır yaralar alır… Yazdıklarım, yazılması gereken şeylerdi. Bugün yazmaya kalksam, -en azından- gene aynı şeyleri yazardım. Attilâ İlhan’ın, o yeni ve unutulmaz şiirlerinden birinin son mısraları geliyor aklıma:

O sözler ki, kalbimizin üstünde
dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız
O sözler ki, bir kere çıkmıştır ağzımızdan
uğrunda asılırız (…)

Bilim ve bilim adamı taraf tutar. Bilimsel objektiflik, gerçekliği (realiteyi), ‘olduğu gibi’, ‘sübjektif önyargıların etkisinde kalmadan’ tespit etmektir. ‘Taraf tutmak’ ise başka şeydir. Hemen söyleyelim: Bilim, taraf tutar; bilim adamı taraf tutar. Ama kimin tarafını? Gerçeğin, doğruların tarafını! Bütün bilim tarihi, gerçeklerin, doğruların tespit edilmesi ve kabul ettirilmesi, yanlışların giderilmesi çabasının, bu uğurda verilen mücadelelerin tarihidir. Bu mücadelede, bilim adamları, gerçeklerden; doğrulardan yana olmayan güçlerle karşı karşıya gelmiştir, zaman zaman korkunç ve iğrenç baskılara uğramışlardır. Galilei’nin Katolik Kilisesi ile çatışması bunun herkesçe bilinen bir örneğidir. (…) Bilim adamı, bilimsel çalışmalarından çıkan sonuçları kabullenmek ve ona göre bir tavır almak durumundadır da. Fikir dürüstlüğü, bilimsel cesaret bunu gerektirir. (…) Kitabımı yazarken, içinde yaşadığımız çağa ve topluma, bir bilim adamı gözüyle, yani objektif olarak baktım. Öyle olduğu için de tarafsız kalmadım, kalamazdım. Evet, bir görüşün insanıyım. Bir bilim adamı olarak zaten böyle bir görüş sahibi olmam gerekir.” (30 Eylül 1976)

Kitabından öğrenmiştim, sonra savunmasından, sonra dik duruşundan… Kendisinden hep öğrendim.