Güneş Doğan
“Umudumuz, çelişkilerimizin içinde yatıyor.” Bertolt Brecht
Yazıya başlamadan önce belirtmek gerekiyor ki Bertolt Brecht; yazıldığı satırlara sığmayacak kadar büyük bir şair, kuramcı, tiyatro yazarı ve çağının tüm gerekliliklerini kendisinde bulunduran bir aydındır. Onu böylesi kısa bir yazıda anlamaya ve anlatmaya çalışmak pek mümkün olmasa da denemenin boynumuzun borcu olduğunu biliyor ve geçmişi olduğu gibi bugünü de aydınlatması açısından bunu bir zorunluluk olarak görüyoruz.
Brecht’in Yaşamı
1898’in Şubatı’nda, Ausburg’da dünyaya gelen Brecht, ilkokul yıllarından itibaren edebiyata ilgi duymuş ve bir öğrenci dergisi olan Die Ernte (Hasat) için öykü ve şiirler yazmıştır. Bu dönemler, Birinci Dünya Savaşı’na denk gelmektedir ve ilk zamanlarda savaş yanlısı olan düşüncelerinin radikal bir şekilde değişmesine çok az kalmıştır. 1915 yılına gelindiğinde, yayınladığı eserlerde daha pasifist bir tavrı olduğu görülmektedir. Bu zamandan sonra savaş karşıtı düşünceler geliştirmiş; askere çağrılması dolayısıyla tıp eğitimini yarım bırakarak gittiği cephede ise bu düşünceyi ölene dek taşımasına sebep olacak tecrübeler edinmiştir.
Askeri hastanede görev yaparken gördüğü acıların kişiliğinde ve sanatında büyük bir tesiri olmuştur. Daha sonraları kitaplarını yakacak Naziler tarafından suçlanmasına sebep olan “Ölü Askerin Öyküsü” (Die Legende vom toten Soldaten) adlı şiiri de bu dönemde kaleme almıştır. İlerleyen yıllarda tiyatrolarını geliştirmeye ve sahnelemeye, aynı zamanda sol eğilimli Volkswille (Halkın İradesi) gazetesi için de tiyatro eleştirileri yazmaya başlamıştır. Oyunları, sanat camiasında heyecan uyandırmakta, eleştirmenlerin ilgisini üstüne çekmektedir.
Reichstag Yangını’nın ardından ailesiyle birlikte Prag’a giden Brecht, ABD’de komünist parti üyesi olmakla suçlandığı davaya kadar birçok ülkede ikamet etmiştir. Gezdiği yerlerde çalışmalarına devam etmiş ve tiyatroları çevrilerek birçok ülkede sahnelenmeye başlanmıştır. Bu süreç zarfında Naziler tarafından vatandaşlıktan çıkarıldığını öğrenmiş ve bunun üzerine “Kaçışımın İkinci Yıldönümü” isimli şiiri yazmıştır. Birçok eser sahibi olan Brecht, geçirdiği kalp krizi sonrasında hayatını kaybetmiş, vasiyeti üzerine hiçbir tören yapılmadan Berlin’deki evinin bahçesine gömülmüştür.
Brecht’in Düşüncesi
“Yeteneğimi özgürce kullanmayı reddediyorum,” diyor Brecht. “Onu bir eğitimci, bir politikacı, bir örgütleyici olarak kullanıyorum.” Kalemini dünyayı değiştirmekten yana kullanan aydın için edebiyat; bu karmaşık sürecin bir yan ürünü, bir aracı olarak görülmektedir. Yazı, bir araç veyahut da bir alet işlevi görürken ona değerini veren işte bu işlev; yani değiştirip dönüştürmeyi ne oranda başarabildiğidir. İnsanların kandırılmaya, ikna edilmeye değil; bilinç sıçramasına ihtiyacı olduğu savından yola çıkan bu sanat anlayışı, Brecht’in öncüsü olduğu ‘Epik Tiyatro’nun da temelini oluşturacaktır. Bu yönteme, yazının ilerleyen kısımlarında değineceğiz.
Sosyalizm, faşizm, sınıf çatışması gibi birçok kavrama eserlerinde yer vermiş olan Brecht’in üstüne düştüğü en ilginç konulardan birisi ölümdür. Ölüm fikrine ve korkusuna dair birçok çözümleme yapan Brecht, sınıflı toplumlarda hiçbir güvencesi olmayan insanın, aldırmaz bir tavırda olamayacağı ve ölümden korkacağı sonucuna varıyor. ‘Her şeyi savaşarak elde etmek ve her an tetikte olmak zorunda bırakılan toplumda, aldırmazlık ya hiç yoktur ya da çok enderdir’ düşüncesiyle yukarıda bahsettiğimiz vasiyeti, işte burada bağlanıyor. Arkasından herhangi bir tören yapılmasını istemeyen aydın, yalnızca tanıdığı şehirlerden; insanlardan, sokaklardan değil, tanımadıklarından da vazgeçmeye hazırdı. Kendisinden sonra yaşayacaklara bıraktığı her güzellikten bu kadar kolay vazgeçiyor ve “aldırmaz olmayı” proletaryaya bu yüzden öğütlüyordu. Elbette bu, uğruna gönül rahatlığıyla savaşım verdiği düzenin; gelecek toplumlara özgürlük ve mutluluk getireceğine inanmasından ileri geliyordu.
“Dünyayı değiştirirken, değiştirin kendinizi!
Vazgeçin kendinizden!”
Ölümü rahat karşılamak onun için olması gerekenken, emperyalist paylaşım savaşlarında ölen askerler ve siviller için asla böylesi bir tutum sergilememiştir.“Ne der yukarıdakiler: / Zaferdir yolun sonu. / Aşağıdakiler ne der: / Mezardır yolun sonu.” Brecht, döneminde savaşın nedenlerini okuyabilen sınırlı aydınlar içerisindedir. Bu nedenleri halka indirebilmek için birçok yazısında ayrıntılı bir şekilde ele almış ve diğer aydınların tutumlarını eleştirmiştir. ‘Savaşların Gerçek Nedenleri’ isimli yazısında Brecht, “Einstein’ın, savaşların maddi çıkarlarda yatan gerçek nedenlerini görmesini engelleyen yanılgısı nerededir? Bu sorunun yanıtı şöyle: Sınıf kavgalarını algılayamaması!” Aynı eserinde, savaşın ezilen sınıflar üzerindeki etkisi için “Sözü edilen sınıf (proletaryadan bahsediyor), savaşa yol açan ve rekabet durumundaki öteki devletlerce yapılan iktisadî baskıyı yönetici kesimden çok daha acı biçimde ve doğrudan doğruya duyar. Baskının büyük bir kısmının yabancı devletlerden geldiğine inandırılmak istenir. Bu sınıfın her şeyi göze almaya hazır oluşunun nedeni, içinde bulunduğu korkunç durumdur.” demektedir.
Gelecek toplumlar için hazırlanacak özgürlük zemini ise ona göre bir salt özgürlük safsatasından fazlasıdır. ‘Ezilen Halkların “Magna Charta”sı Üzerine Notlar’ adlı eserinde bunu, “Avrupa halklarını, yaşam koşullarının değişmesine olanak tanımayan liberal ülkülere göre yetiştirmeye çalışmak, tıpkı akciğerinden hasta birini iyileştirmeye çalışmadan ona öksürmemeyi öğretmeye benziyor.” Brecht bunun tersine “Yaşamını daha iyi kılma özgürlüğünü”, “insanın temel özgürlüğü” olarak görüyordu.
Brecht’in Yöntemi
Bertolt. Brecht, bugünün toplumunun çelişkilerini gözler önüne sermeden yarına sağlıklı uzanabilmenin söz konusu olamayacağını biliyordu. Sanatçının, icra ettiği sanat tarafından ele geçirildiğini ve üzerinde hiçbir denetimi kalmadığını söylüyordu. “Hala inandıklarının aksine, bu aygıt üreticilerin yanında değil, karşısında yer alan bir araç haline gelmiştir.” Devrime giden yolda bir araç olarak kullandığı sanatını da bu anlayışın karşısında konumlandırmış; diyalektik üzerine kurmuştu. Bir başka deyişle, öncüsü olduğu ‘Epik Tiyatro’, diyalektik tiyatroydu.
‘Epik Tiyatro’da izlediği yol, sahnenin üzerine tarihi değil, sahneyi ve salonu tarihe yerleştirmektir. Seyircileri sahnede oynanan oyunla özdeşleştirmektense ona yabancılaştıran Brecht, bu yöntemi bir araç olarak kullanarak Aristotalesci ‘katharsis’i reddeder ve sahne – salon – tarih arasında yeni bir ilişki sırası, bir diyalektik kurar. Oyuncuyla özdeşleşmemiş olan seyirci, tüm oyunu bir uyku ve uyuşukluk durumunda izlemektense üstüne düşünerek eleştirel bir tutum alır ve oyunun sonunda kendisi, dünyası ve politik durumuyla karşı karşıya kalır. Bu karşılaşma, sanatın aracılığıyla gerçekleştirilir ve sonucunda varılan gerçeklik kader değil, yeni bir özgürlüğün olabilirliğidir.“Seyirci heyecanlandırıldığı ölçüde öğrenebilme yeteneğini yitirir. Başka deyişle, onun sahnedekilere ayak uydurmasını sağladığımız ölçüde öğrenemez olur… Geçmiş tiyatronun bunalımı da bu noktadaydı.” Brecht için iyi tiyatro, seyirciyi birleştiren değil ayıran tiyatrodur; bu ayrım tarihe katılmayı sağlar. Oyunlarında tam olarak bir son söz konusu değildir çünkü çatışmalar hayatın kendisinde çözülecektir ve yeni yazar konumunu alan seyirci oyunu, kendi eylemiyle bitirecektir.
Sona Doğru
İçinde bulunduğu toplumu aydınlatma ve ilerletmeye adanmış bir hayat, her aydının başarabildiği bir şey değildir. Brecht bunu hem mücadelesiyle hem de ondan ayrı görmediği sanatıyla başarabilmiş, birçok kimsenin kaçtığı “Çelişkileri açığa çıkararak üzerine düşünmeye itmek” misyonunu hayatının her alanında yürütmüştür. Diyalektiği tam anlamıyla öğrendiği Marks’ı okuma macerasını “Marx’ın Yapıtı” isimli yazısında esprili bir dille anlatan Brecht, daha sonrasında Komün Günleri isimli oyunu yazmıştır. Bu oyunun çerçevesini ise, Marks’ın ‘Fransa’da İç Savaş’ isimli eserinde savunduğu “İşçi sınıfının mevcut devlet mekanizmasını eline alıp kendi amaçları için çalıştırması, bütün sorunların çözümü değildir.” çözümlemesi üzerinden çizmiş, Lenin’in Komün’e dair görüşlerini de metne çeşitli şekillerde eklemiştir.
Komünist bir aydın olarak yaşayan ve ölen Brecht’in mirası, yalnızca doğup büyüdüğü ülkenin işçi sınıfına değil, tüm insanlığa bırakılmıştır. Neredeyse tüm yaşamını sürgünde ve Nazilerin tehdidi altında yaşayan Brecht, tüm bunlara rağmen doğru bildiğini mezara götürmemiş, her alanda işçi sınıfını bilinçlendirmenin yollarını aramıştır. Bu yazıyı, “Halkın Ekmeği” isimli şiirinden bir parçayla bitirerek anısını yaşatmak uygun düşecektir diye düşünüyoruz:
“Bu denli önemliyse ekmeği adaletin
Kim pişirmeli onu, kardeşler,
Siz söylemelisiniz…
Peki kimdir diğer ekmeğin pişireni?
Günlük taze ekmek gibi
Pişirmeli halkın kendisi
Kendi adaletinin ekmeğini”
Yararlanılan Yazılı Kaynaklar:
Gergedan Dergisi / Fotobiyografi Dizisi 3
Sosyalizm İçin Yazılar, Bertolt Brecht (Derleme, Günebakan Yayınları)
The Days of the Commune, Bertolt Brecht
Sosyalist Gerçekçilik ve Toplum, Bertolt Brecht
Seçme Şiirler, Bertolt Brecht
Oyun Aylık Tiyatro Dergisi (Kasım 1979)
Bu haber en son değiştirildi 10 Şubat 2021 14:47 14:47
Gündeme ilişkin basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Adalet Bakanı Tunç, muhalefeti hedef aldı. Tunç, MHP'den istifa…
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Ukrayna'nın 4,65 milyar dolarlık borcunun iptaline ilişkin kararın Kongreye…
Merkez Bankası, kasım ayında da faiz oranını değiştirmeyerek yüzde 50'de sabit tuttu. Banka böylece üst…
Bir gencin ölümüne ve iki kişinin yaralanmasına neden olduğu için yargılanan eski Kızılay Başkanı Kerem…
Laiklik Meclisi tarafından 150 kapsamlı başlıkta hazırlanan Ekim 2024 Laiklik İhlalleri Raporu yayımlandı.
Türkiye Komünist Hareketi'nin (TKH) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla yaptığı…