Taliban’ın dostları laiklik talebinden rahatsız
Bugün amasız fakatsız laikliğe sahip çıkılmalı, dinci gericiliğin emperyalizmin öz evladı olduğu ise asla ve asla unutulmamalıdır
Taliban’ın yönetimi teslim almasının ardından Afgan kadınların dramı bütün dünyanın gündemine girdi. Ülkemiz açısından ise meselenin bize içkin tartışmaları yeniden gündeme getirmesi kaçınılmazdı. Taliban’ın inancı ile alakalı ters bir yanımız yok diyen siyasal İslamcı AKP iktidarı, Taliban örgütü ile ortak ve ayrıksı yanlarını ayıklamanın derdine düştü. İslamcı kimliğe halel getirmeyecek ama sermayenin çıkarlarını da gözeten liberal politikalara alan bırakacak bir çizgi çekme ihtiyacı AKP’nin Taliban konusunda ki tutumunun temel belirleyeni oldu. Taliban bugüne kadar terör örgütü olarak mimlenmişti. Türkiye’nin Afganistan’da üstleneceği rolleri meşrulaştırmanın yolu olarak Erdoğan, Taliban’ı İŞİD ve El Kaide’den ayrıştırma gayretine girdi. Ancak bir de işin Türkiye’nin iç siyasetine dair yanlar barındırdığı açık. AKP’nin liberal İslamcı çizgisinin pekiştirilmesi, cumhuriyet ile hesaplaşma ve laikliğin arızi bir durum olarak kabul ettirilmesi için yeniden harekete geçildi. Taliban’ın şeriat yönetimi kuracağını ilan etmesinin ardından yükselen tepkiler ve liberallerin dahi bir süreliğine de olsa laikliği hatırlaması Siyasal İslam’ın temsilcilerini epey rahatsız etmişe benziyor. İlk günlerde yaşanan şokun ardından yeniden fabrika ayarlarına dönüldü. Ve daha büyük bir saldırı ile laikliğin ruhuna el Fatiha diyerek adli yıl açılışında malum fotoğraf ortaya çıktı. Adli yıl açılışındaki fotoğraf alelade ortaya çıkmış bir kare değildir, laiklikten vazgeçmeyiz diyen cumhuriyetçi, ilerici kesimleri susturmaya dönük büyük bir meydan okuma söz konusudur. Diyanet işleri başkanı Ali Erbaş’ın gelen eleştirilere verdiği yanıt ile Cüppeli Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü ’nün şeriat talepleri arasındaki mesafe ise çok çok kısadır. Buraya kadarı Türkiye’nin son çeyrek asırdır yaşadığı dönüşümün, Siyasal İslam’ın toplumsal gericileşmenin sınırlarını zorladığı bir tablonun ürünüdür. Bunun karşısında ise Türkiye’nin asırlara dayanan aydınlanmacı birikimi, gericiliğe boyun eğmeyen önemli bir mücadele deneyimi var. Ancak dikkat edilmesi gereken bir başka tehlike Taliban gericiliğine karşı yükselen tepkiyi kötürümleştirme çabalarıdır. Siyasi kodları gereği gericilikle kol kola girmekten kaçınmayanlar yeniden sahne almaya, ülkeyi felaketin eşiğine taşıyan sahte özgürlükçü liberal tezleri ısıtıp ısıtıp önümüze koymaya başladılar yeniden. AKP’nin ezberi haline gelen türban mağduriyeti, darbe hatırlatmaları, dilediğince eğip büktüğü özgürlükler ve ideolojik olarak AKP’nin yetemediği boşluklara dolgu malzemesi olan liberal tezlerin savunucuları…
Eskimiş ancak kullanışlı bir strateji ile hareket ettiklerini görmek gerekiyor.’’ Ama inançlara saygı’’ gevelemelerinin ardından, Erbaş’ın din siyasette, hukukta, ticarette ve sosyal hayatta olacak açıklamalarına gerekçe üretmek üzere ekranlarda ter döken aklı evveller çok yorulmasınlar, alenen şeri hukuk talebini özgürlükçü laiklik kılıfı ile süsleme şansları bulunmuyor. 28 Şubat hatırlatmaları, türban mağduriyeti çıkarma çabaları da nafile. Bugün bir baskı ve mağduriyetten bahsedilecekse kadınlar üzerindeki gerici baskı başa yazılmalıdır. Özgürlükleri buradan tartışmaya başlayabiliriz. Üstelik kadınlar üzerindeki gerici baskı ne bugüne özgüdür, ne de kadınların tepkisi yenidir. 28 Şubat ne ki, kadınların üzerindeki din baskısının tarihi sınıflı toplumlar kadar eskidir. Üstelik salt bir dini anlayıştan bahsetmiyoruz, tarihte ortaya çıkmış bütün dini anlayışlar sınıflı toplumların kadınlara reva gördüğü ikincil konumu, baskıyı en iyi ihtimalle pekiştirmiş, daha radikal topluluklar ise kadınları cadılıkla suçlayıp yakacak ya da recm ederek infaz edecek kadar ileri gitmiştir. Ülkemizde ise ılımlısından radikaline, liberal İslamcısından şeriat çığırtkanlığına değin geniş bir yelpazede dinci siyasetin temsilcisini bulmak mümkün. Ve ılımlısından radikaline Siyasal İslam’ın toplum ütopyasında kadınların yeri her daim ikincildir. Kadın aile içinde tanımlanır, cinsiyetinden kaynaklı rollerini yerine getirmekle yükümlüdür. Yönetim kademelerinde bulunması, erkeklerle aynı statüde boy göstermesi hoş karşılanmaz. Siyasal İslam’ın egemen olduğu ülkelerde kadınların toplumsal yaşama katılımı konusundaki değişik uygulamalar ise bu ülkelerdeki sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda çeşitlilik arz eder. Öte yandan şer-i hükümler epey teferruatlı ve kati kurallar tanımlamaktadır. Bu kuralları eğip bükmeye çalışan aklı evellere önerimiz laikliği dine uydurma çabalarından vazgeçip, cesur çıkışlar yapmalarıdır. Kur’an da ifade edilen ve hukuktan ekonomiye, aile yaşamından sosyal yapının dizaynına kadar tanımlanmış şer-i hükümlerin bir geçerliliğinin olmadığını ilan edecek, din otoritelerine hükmünü yitirmiş bu kurallar bütününün dışında fetva vermelerini salık verecek cesur liberalleri de ekranlar da görmek istiyoruz. Tarikat ve cemaatlerin kendi içlerinde kurdukları ve özellikle daha çeper yerleşimlerde kendi hukukunu icra etmelerinin önüne geçecek, bu yapılanmaların özellikle kadınlar üzerinde kurdukları mahalle baskısının karşısında dimdik duracak cesareti sergilemelerini salık veriyoruz.
Tarihi çarpıtan, tarihsel ilerlemeciliğin reddiyesi ile gericiliğe alan açan ve sola virüs gibi sirayet eden sahte özgürlükçü liberallere bir kez daha prim vermek intihardır. Bugün amasız fakatsız laikliğe sahip çıkılmalı, dinci gericiliğin emperyalizmin öz evladı olduğu ise asla ve asla unutulmamalıdır. Ne istediğimizi ise Ali Erbaş’ın tanımıyla ifade edelim. Evet, inanç bireyseldir. Dinin ticarete, siyasete, hukuka sirayet etmesine, toplumsal yaşamda düzenleyici olmasına karşıyız. Karşı olmaya devam edeceğiz, insanlığın aydınlanma birikiminin önemli bir mirası olan laiklikten vazgeçmeyeceğiz. Kendi irademizin, bir kez daha sırtını ‘’ilahi güçlere’’ dayadığını iddia eden sömürücüler tarafından gasp edilmesine müsaade etmeyeceğiz.
Diyanet’in öncülüğünde laikliğe ve bu ülkenin ilerici değerlerine meydan okuyanlara meydanı boş bırakmamak başta kadınlar için yaşamsaldır.