Türkan Saylan’la dertleri ne?
Türkan Saylan ise bütün bunlardan önce, 1999 yılında katıldığı bir TV programında “En önemli zarar siyasetçilerden geliyor. Siyasetçiler cumhuriyetin temel ilkelerini sadece bir yemin gibi okuyup ondan sonra hangi tarikattan cemaatten oy alırız kaygısı taşıdıkları için her zaman bu insanlarla bir şekilde temas kurma yarışı içindeler. 'İyi tarikatlar vardır' diyen siyasetçiler de karşımızda. Bu olayın ne boyutlara vardığının bilinmesi lazım" der.
Sağlı sollu “muhalefet” uzlaşma arayadursun, gerici saldırılarda iktidar ve yandaşları gaza basmış gidiyor. Her gün tekrarlanan skandal ifadelerden biri de geçtiğimiz hafta İBB Meclisi AKP Grup Sözcüsü Faruk Gökkuş’tan geldi. Türkan Saylan’ın toplumun ortak değerlerini böldüğünü öne süren Gökküş “Biz Türkan Saylan, toplumun çoğunluğunu teşkil eden insanların ortak değerlerine saygı duymayan biridir. Türkan Saylan bu milletin ortak değerlerine hakaret eden birisidir. AK Parti çoğunluğu burada olduğu sürece Türkan Saylan gibi bu toplumu bölen kişilerin isimleri bir yerlerde yaşatılmayacaktır” diye konuştu. Gericilerden gelen destekler arasında sosyal medya canavarı Gökçek “Bu konuşma alkışlanır” sözleriyle ilklerdendi.
ÇYDD’ne “darbe ajitasyonu içinde önemli ve merkezi bir rol oynayan örgüt” Türkan Saylan’a “darbe ajitatörü” diyen Murat Belge, “Güneydoğudan kızları askerî okul talebeleriyle eşleştiriyor” diyen Bejan Matur, “Çocukları fişleyen Türkan Saylan’ın evi aranır” “Şimdi ortada adına “Ergenekon” denilen kocaman bir direk var. Bir de bu direğin üstündeki kıymıklar. Türkan Saylan’ın görüntüsü bir kıymıktı (…) Kıymıkları temizlemeli, onların insanın vicdanına batmasını engellemeliyiz.” diyen Ahmet Altan, ÇYDD’nin “burslu kız öğrencilerin denizci subay eğitimi alan askeri öğrencilerle birlikte kalmasını sağlamak yönünde çalıştığını” söyleyen, “her tutuklananın arkasından hukuk darbesi demeyin” diyen Nazlı Ilıcak…
“12 Eylül usulü bir askerî darbeye zinhar razı olmazdı ama 28 Şubat stili “çağdaş” bir müdahaleden hoşnuttu. Ordunun 27 Nisan 2007’deki gece yarısı muhtırasını “haklı bir uyarı” saymıştı. Ordunun doğrudan politik sürece müdahalesine karşıydı ama muhtıraları sivil tepkiye denk sayıyordu; yanı sıra, “askerin toplumsal projelere yatkınlığını” değerlendirmekten yanaydı. Zaten “Laiklik, kadın-erkek eşitliği, insan hakları konularında Jakoben” olduğunu söylüyordu. Militarizmi sorgulamayan bir darbe karşıtlığının, 12 Eylül’ü gösterip 28 Şubat’a razı eden bir siyasete onay vermek olduğunu görmüyor, “ne şeriat ne darbe” formülünün kifayetsizliği, muğlaklığını fark etmiyordu. Açık ki, Cumhuriyet mitinglerinde doruklaşan darbe arayışı süreci, Türkân Saylan’ın şerhlerini, dikkatlerini de araya kaynatan, onu da kapıp sürükleyen bir süreçti.” diyerek Cumhuriyet’le hesaplaşmasını Türkan Saylan üzerinden yapan Tanıl Bora…
“Ergenekon soruşturması kapsamında evi aranan Türkan Saylan hakkında medyada epeyi bir kıyamet koparıldı. ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan dine karşı alerjik aydın zihniyetinin bir prototipidir” ifadelerini kullanan Gergerlioğlu, 24 Nisan 2009 tarihinde kaleme aldığı yazısında Türkan Saylan’la ilgili “Dine karşı bu denli alerjik yapıdaki bir zihniyet varsaydığı tehlikenin önlenmesi için her türlü çılgınca işe girişebilir”, “Tutturamayacağını bilse de darbe heveslisi olabilir. Bugün artık en çok reddetmeye çalışanlar bile bir Ergenekon yapılanması ve bir darbe hazırlığı olduğu yönündeki delilleri görmezden gelemiyor. Dine ve başörtüsüne karşı refleks alerjik tepki verenler Danıştay baskını olduğunda sokaklara dökülmüşlerdi, döktürülmüşlerdi. Bu cinayetin kendi hassasiyetleri üzerinden bir darbe tezgâhı olabileceğini hiç akledememişlerdi. Allah insanın gözünü kör etmesin” “Ergenekon davası sadece dine alerjik bir zihniyetin deşifre olmasını sağlamayacaktır. Aynı zamanda komplocu, halkı her alanda biçimlendirmeye çalışan projenin de iflasını gösterecektir.” diye yazar. Aynı Gergerlioğlu insan hakları havarisi olarak allanıp pullanırken “cemaatler de denetim eksiği olmazsa yurt açabilir” açıklamalarını rahatlıkla yapabilmektedir.
Türkan Saylan ise bütün bunlardan önce, 1999 yılında katıldığı bir TV programında “En önemli zarar siyasetçilerden geliyor. Siyasetçiler cumhuriyetin temel ilkelerini sadece bir yemin gibi okuyup ondan sonra hangi tarikattan cemaatten oy alırız kaygısı taşıdıkları için her zaman bu insanlarla bir şekilde temas kurma yarışı içindeler. ‘İyi tarikatlar vardır’ diyen siyasetçiler de karşımızda. Bu olayın ne boyutlara vardığının bilinmesi lazım” der.
1990’lar Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun gibi Cumhuriyet aydınlarının katledilmesi ile birlikte 1993’te Sivas’ta 33 aydının yakıldığı, dinci gericiliğin siyasette yükselerek bir yandan da meşrulaştırıldığı dönemdir. 19 Aralık 1978’de başlayan Maraş katliamının üzerinden de bugün 43 yıl geçti… 1980’lerde başlayan ve 90’larda iyice görünür hale gelen dinci gerici yükselişe eşlik eden laikliğin tasfiyesi ise liberal koronun tezahüratları ve gerici ideolojiyi “özgürlük” söylemiyle meşrulaştırma atakları AKP iktidarının güçlenmesiyle ülkemizi bugünlere getirir.
Dinci gerici kuşatma, sermayenin sınırsız sömürüsünün önünü açma ve bütün kazanımları hızla gasp etmesini sağlayan en önemli araç olur. Halkın değerleri diye diye pazarladıkları ve topluma yedirdikleri gerici formlar emekçi kitleleri güçsüzün güçsüzlüğüne ve yoksulun yoksulluğuna ikna ederken, mülkiyet hakkının kutsallığı sorgulanamaz hale gelir. Böylece kutsallıktan kaynaklanan güç, gerici ideolojilerle yeniden ve yeniden üretilir. Emekçilerin geleceğe ilişkin bütün umutlarının adresi öbür dünya olur.
Böylece, kimileri bir yandan ekranlarda kameraman tokatlar, onlarca milyona adacıklar satın alanlar “simit yeriz” dalgasını geçer, “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim” diye alay eder, kimileri ise pazar artıklarından karın doyurmaya çalışır, faturasını ödeyemediğinde evinde elektriği kesildiği için 2 yaşındaki çocuğunun ölüm acısını yaşar.
Emekçileri daha da yoksullaştırarak ve Türkiye’yi daha fazla “ucuz emek cenneti” haline getirerek, zengin rantiyeleri daha da zenginleştirecek olan faiz ve dolar atakları ise en yetkili ağız tarafından “nas suresi” ile gerekçelendirilirken, majestelerinin muhalefetinden laikliğe dair tek bir cümle duymak mümkün değil.
Devam edelim… Ülkemizde laikliğin tasfiyesi ve bununla birebir ilişkili piyasalaşma çocuklar ve gençlerin eğitim ve okullaşma oranlarında büyük düşüşler yaratırken, 4+4+4 eğitim sistemiyle birlikte kız çocuklarının okullaşmasındaki tahribatı da gözler önüne seriyor. Bunun yanı sıra, çocuk yaşta evlilikler söz konusu olduğunda Türkiye 15 yaş ve öncesinde evlenen çocuk oranı sıralamasında %2 ile Avrupa’da çocuk evliliklerinde birinci sırada yer alırken kız çocuk evliliklerinin toplam evlilikler içindeki oranı ise %2,7… Veriler son 18 yılda ülkemizde 542 bin 821 kız çocuğunun doğum yaptığını, bu çocukların 20 bin 392’sinin ise 15 yaş altında olduğunu ortaya koyuyor. Elbette bu rakamlar TUİK verileri…
Şeyhülislamlık haline gelen Diyanet İşleri Başkanlığı fiilen işlerlik kazanmış olan sıbyan mekteplerini “Kuran kursu okul öncesi zorunlu eğitim sayılsın” talebi ile yasal statü de kazandırmak için adım atarken MEB Şurası’nda bu talep “tavsiye kararı” olarak kayıt altına alınıyor. Aynı DİB emekçilere yoksulluk ve yokluğun öbür dünya için sınav olduğunu her fırsatta vaaz ediyor.
Öte yandan sayıları Turgut Özal döneminde yükselişe geçen özel yurtlar son 15 yılda yüzde yüzün üzerinde bir artış gösteriyor. Birçok kaynakta, eğitimde çoğu tarikatlara ait olan özel yurtların sayılarının devlet yurtlarının en az üç katı olduğu ortaya konuyor. Çocuk istismarlarının, yangınların, zehirlenmelerin ve son olarak da IŞİD zihniyetinden farksız bir cinayetin mahalli olan tarikat-cemaat yurtlarına ilişkin ise majestelerinin muhalefetinden laiklik sözcüğünü duymak yine mümkün değil.
Türkan Saylan’a bugün hala bu kadar rahatlıkla dil uzatabilmelerinin nedeni, Cumhuriyet’e dönük saldırıların ve hedefe yerleştirdikleri laikliğin tasfiyesinde kendilerince en önemli hamle olan katlettikleri Cumhuriyet aydınları ile ilericilerin bugün hala bu yobazların en büyük kâbusu olmalarındandır. Bu toprakların ilerici birikimi tohumu atmıştır. Nasıl sermayenin en korkulu rüyası hala karalamaya çalıştığı sosyalizm ise bununla birebir ilişkili olan gerici cenahın da en büyük korkusu, dünyayı ve yaşamı anlama, idrak etme ve değiştirme, dönüştürme iradesini bünyesinde taşıyan, emekçilerin düzeni değiştirme iradesinin de mayası olan laikliktir.
İşte bu yüzden, bütün emekçilere ama en başta biz kadınlara düşen, ülkemizin geleceğini kurma iradesinin sahibi olarak, bu ışığa sahip çıkmak, öncü olmak ve laiklikten bir adım geri basmamaktır. Türkan Saylan’a da Turan Dursun’a da Bahriye Üçok’a ve daha nice Cumhuriyet aydınına karşı ama en çok da bu ülkeye borcumuz, Türkiye’nin aydınlık geleceği için de görevimizdir.