Yaygara siyasetiyle gargara
İktidarın, seçim sürecini zehirlemek için yaygara siyasetiyle yapacağı gargarayı devasa sorunlarla boğuşan halk bu kez yutmaz.
Son yerel seçimler gibi önümüzdeki genel seçimler de iktidarın muhalefete dönük kara propaganda stratejisiyle biçimlenecek. Bu nedenle rakipleri etkisizleştirmeye dönük hukuk ve etik dışı her türlü girişime tanık olabiliriz. Küfürlü konuşan İyi Partili milletvekili yüzünden kopartılan ‘kelle isterim’ yaygarası, seçim sath-ı mailine girildiğini gösteriyor. Vekilin özür dileyip görevinden ayrılmasını yetersiz gören sekter tutum, ahlaki duyarlılıktan öte oy fırsatçılığından kaynaklanıyor. Erdoğan’ın vekile yönelik tepkisini en iyi açıklayan atasözü ise ‘ele verir talkını, kendi yutar salkımı’ olsa gerek. Yalan söylemeyen, küfür ya da hakaret etmeyen bir kişinin, bunları yapanları ayıplaması ahlaki bir tutarlılık içerir. Ne ki tek adamlık mertebesi Erdoğan’a her koşulda haklı olma ve herkese ağzına geleni söyleme ayrıcalığı sağlıyor.
İktidarın muhalefeti orantısız güç kullanarak sindirmeye çalışması pek de işe yaramıyor. Son yerel seçimlerde İstanbul halkının hukuksuz seçim tekrarına sandıkta verdiği tepki biliniyor. Halkın sorunlarının katlanarak büyümesi nedeniyle süreç zaten muhalefet lehine işliyor. Bu bağlamda kaybetme fobisi, AKP’ye seçim sürecini zehirleyecek her türlü kötülüğü yaptırabilir.
Kötülük sarmalı
Türkçe’ye “Kötülüğün Psikolojisi” olarak çevrilen kitabında psikiyatr Morgan Scott Peck, bir hastalık olarak kabul edilmedikçe kötülüğün hep var olacağını belirtiyor. Dahası, kötülük toplumsal histeriye dönüşmüşse kaba gücün kendi ahlakını egemen kılacağını öne sürüyor. Peck’e göre kötü olanlar yalnızca kaba güç yanlısı iktidar sahipleri değil aynı zamanda günlük çıkarları uğruna onların yaptıklarına göz yumanlardır.¹
Türkiye, iktidar diliyle topluma yayılan kötülüğün olumsuz sonuçlarını yaşıyor. Tek adam rejimine özgü hoşgörüsüz nobranlık insan ilişkilerini de olumsuz etkiliyor. Özellikle gözetim ve denetimden muaf tutulmuş kişilere diğerleri üzerinde sınırsız güç kullanma hakkı verildiğinde istismar kaçınılmaz oluyor.
Sosyal psikolog Philip Zimbardo’nun Standford hapishane deneyinin sonucu da mutlak güce sahip olanların bunu kötüye kullandıklarını gösteriyor. Zimbardo, üniversite öğrencilerinden oluşan denekleri gruplandırıp tutsak ve gardiyan rolü vererek yapay bir hapishane ortamı yaratıyor. Deneyin ilk günlerinden itibaren gardiyan konumundaki öğrenciler, sözlerini tutsaklara dinletebilmek için çeşitli şiddet yöntemleri uyguluyor. Tutsaklar ise gerçek yaşamda aynı konumda olduklarını bildikleri gardiyan rolü oynayanlara bir süre direnç gösteriyor. Ancak bu direncin karşısında günden güne artan gardiyan şiddeti, tutsakları uysal ve ürkek bir hale getiriyor. Deney, kötü sonuçlar doğurma riski taşıdığı için yarıda kesiliyor .²
Narsisizmi, sadizmi kışkırtan ortam ve koşullar oluşmuşsa insanın kötülük sarmalına girmesi kolaylaşıyor. Kötülük, düşman bilinene zarar vererek var olmayı amaç edinmiş patolojik bir ruh halini yansıtıyor.
Rasyonel ölçütlerin yitimi
Rasyonel düşünceden uzaklaşan toplumlarda iyiyi kötüden ayırt etmek için gereken değer yargıları aşınıyor. Örneğin Erdoğan’ın görev yapış tarzını onaylayanların oranını belirlemek üzere yapılan son anketin sonucu yüzde 46 olarak çıkmış .³ Yani Erdoğan’ın 19 yıllık söylem ve eylemlerinin tutarsızlığından bihaber, ülkenin kötüye gidişini kavrayamayan milyonlarca insan var ülkede… Oysa bir kötülüğü iyileştirmenin yolu, değer yargılarına dayanak oluşturan rasyonel düşünceden geçiyor. Yalnızca rasyonel düşünebilen insanlar vicdan ve insaf sahibi olabiliyor. Değer yargıları gelişmemiş bir insan ne kendisi için kötü olanı görebiliyor, ne de başkasına yaptığı kötülüğü fark edebiliyor. AKP, göreve geldiği günden beri irrasyonel seçmen kitlesini büyütmek için uğraştı. Bugün anketlere yansıyan kemik oy yüzdesine bakılırsa bunu da önemli ölçüde başardığı anlaşılıyor.
Öte yandan ülkedeki kötülük sarmalı, muktedir olanı da geniş kitlelerin gözünde nefret objesi haline getirebiliyor. Örneğin Özal ya da Demirel gibi uzun dönem iktidarda kalmış siyasetçilere duyulan muhalif kızgınlık, Gezi direnişi benzeri kitlesel bir nefrete dönüşmemişti. Erdoğan, bu nefreti azaltmak için yıllardır hiçbir çaba harcamadı. Aksine Gezi’deki milyonların gizli nefretini, düşmanca söylemleriyle daha da büyüttü. Toplumun hemen her kesiminde gitgide yaygınlaşan kötülük, siyasi değil artık insani bir sorundur. Türkiye’de rasyonel bir gündeme duyulan özlem, ideolojik çelişkileri bile gölgede bırakıyor. İrrasyonel siyasal düzlem, ideolojik mücadelenin de önünü tıkıyor. Halk, temel sorunları çözme iradesi göstermeyen bir çok iktidarla karşılaştı ama salt varlığıyla sorun üretene ilk kez rastlıyor. Erdoğan, ülkedeki kötü gidişatı görmezden gelerek şahsıyla barışık yaşıyor; her şeyin iyi olduğu yalanına içtenlikle inanıyor. Takındığı tavır da bu nedenle sahici görünüyor. Sistemde mahzur diye kabul ettiği tek başlık ise yüzde 50+1’ lik seçilme şartı. Bu da ülkeyle değil şahsıyla ilgili bir kaygının dışavurumu. Erdoğan bugüne kadar hep başkaları tarafından aldatıldığından yakındı. Şimdilerde sadece şahsı tarafından aldatıldığı için bunu fark edip yakınma olasılığı da bulunmuyor.
Cumhur İttifakı’nın ‘en iyi savunma hücumdur’ taktiğiyle muhalefeti zayıflatıp seçim kazanması artık zor. İktidarın 19 yıllık yaygara siyasetiyle yapacağı gargarayı devasa sorunlarla boğuşan halk bu kez yutmaz.
¹ Peck, Scottt M. (2003). Kötülüğün Psikolojisi, çev. Göker Talay, İstanbul: Kuraldışı Yayınları.
² https://evrimagaci.org/stanford-hapishane-deneyi-guc-insanlarin-gozunu-nasil-donduruyor-944
³ https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/metropoll-anketi-erdogana-gorev-onayi-yuzde-46-cikti-1818114