Bir bahar vardı yaşayacağımız...
AKP karşıtlığının düzen karşıtlığına, düzen karşıtlığının, düzeni değiştirme gücüne dönüştürülmesini sağlamak en güncel görevimizdir.
Son da söyleyeceğim şeyi başta yazayım. Mutlaka bu baharı yaşayacağız…
Ancak şimdi derin bir kara kışın ortasındayız. Ne yerel seçimlerde Ekrem İmamoğlu ile özdeşleşen “Martın sonu bahar” oldu ne de emekçiler için sayılacak mevsim kaldı. Kıştan çıkamayan emekçiler için durum sadece ekonomik çöküş, hayat pahalılığı, açlık ya da yoksulluk ile sınırlı değil. Milyonların mevcut duruma ve AKP’ye duydukları öfkenin soğutulmadan sınırlandırılması emekçilerin başındaki büyük tehlikelerden biri ve bir bahar gelecekse eğer bu tehlike bertaraf edilmeden gelmeyecek.
Kastettiğim tam olarak şudur.
2010 referandumundan bu yana, en genel anlamıyla AKP karşıtlığı olarak tanımlayacağımız milyonların sayısının giderek %50’nin üzerine çıktığını, AKP’nin bir azınlık iktidarına artık net bir şekilde büründüğünü görmekteyiz. Gördüğümüz başka şey de şudur ki; AKP karşıtlığının pandemi süreci ile giderek, bir düzen eleştirisine, iş, aş, özgürlük, eşitlik, laiklik ve bağımsızlık talebine döndüğü, AKP eleştirisinin hızlı bir şekilde düzen değişikliği talebine vardığı bir dönemin içerisindeyiz.
AKP açısından bu durumun zerre önemi yok, zira AKP’nin şimdilerdeki tek derdi, elindekinden de olmamak adına, istibdadı derinleştirmek, gericiliğin önünde kalan son engelleri kaldırmak, elde avuçta kalan son varlıkları satıp seçim sürecine tahvil etmek. Yani 2010 referandum sonuçlarında “Hayır” diyenlerin sayısına üzülüp çantadan yeni tavşanlar çıkarmaya çabalayan bir AKP artık yok.
Ancak konu düzen değişikliği ise, düzenin başka bekçileri için mesele kendi haline bırakılamayacak kadar önem taşıyor.
AKP’yi seçimde yenmek suretiyle AKP sonrası dönemi düzenin restore ederek geçirmek isteyenlerin milyonların düzeni değişikliği istemini seçim akşamı bir kenara koymalarını sağlamak için seçim akşamını beklemedikleri bir gerçek.
Bir yandan AKP karşıtlığının soğutulmaması ancak AKP karşıtlığını ucunun varacağı yerin de ayarlanması gibi ikili bir görevin başını şu an Millet İttifakı çekiyor.
Örneğin, altılı masa bir yandan “haramilerin saltanatını yıkacağız” derken, bir yandan bize göre harami düzenin sahipleri arasında yer alan TÜSİAD gibi, AB, gibi, Uluslararası sermaye kuruluşları gibi özneler ile hiçbir sorunun olmadığını vurgulamaları açıkça halka dönüp istediklerini söylemek sonra halk düşmanlarına dönüp onlara da istediklerini söylemek anlamına gelmiyor mu sizce de?
Hadi daha açık yazalım.
Düzenin restorasyonunu veri alan düzen içi güçlerin AKP’nin uç yanlarını törpülemek, kriz dinamiklerini sınırlamak, AB ve ABD ile ilişkileri öngörülebilir bir düzlüğe çıkarmak için önce halkın politik seviyesini yeniden restore etmesi gerekiyor.
Gençlerin geleceksizliğini vurgulamanın ardından çözüm olarak “liyakat” dışında bir şey sunamayan altılı ittifakın gençler içindeki öfkeyi “liyakat gelecek, bu iş bitecek” diyerek karşılaması, yüzbinlerce eğitim fakültesi mezunu öğretmenin tek tek her birinin doğrudan atanmasının ağıza dahi alınmaması evet bir restorasyondur. İş isteyen öğretmenin liyakat adı altında hak ettiğinden daha azına alıştırmaya çalışmaktır bu restorasyonun adı.
Örneğin kadınların eşitlik, özgürlük ve laiklik taleplerini, altılı masadan en az birinin de dışında kaldığı gerçeği ile birlikte İstanbul Sözleşmesini tekrar uygulamaya indirgemeleri ve laikliğin adını ağızlarına dahi almamaları evet bir restorasyondur. Taleplere getirilen bir restorasyondur.
Emekçiler mi dediniz?
Asgari ücretin ne kadar olacağına indirgenen, sermaye sınıfını kurtarma projelerini başa alan, işçi sınıfı ile sermaye sınıfını barıştırmaya çalışan AKP karşıtı altılı masanın sermaye dostluğu ile yolları birleştirmeye ve bu yolda yürümeye alıştırması da sınıf öfkesine bir restorasyondur.
Örnekler o kadar çok ki.
İşte bu tarihsel uğrakta solun sosyalistlerin çoklu görevleri var.
Düzenin restorasyonu sürecinde solun kendine yakışanı giymesi yani bu sürecin içinde kendine uygun bir yer araması değil tam olarak düzen dışında kalması sol olarak kalmanın da gerek şartıdır.
AKP’nin gitmesini AKP iktidara gelir gelmez savunan ve son 20 yılı zikzaksız bu sürecin örmekle geçen ülke sosyalistlerinin, komünistlerinin bu görevi AKP gidene kadar sürdüreceği, hiçbir koşulda ve hiçbir suretle AKP’nin ekmeğine yağ sürmeyecek bir pozisyonda durması da şarttır. Bu belki de işin en kolay yanıdır.
Ancak devrimcilerin daha önemli ve altından kalkması zorunlu olan görevi, düzenin bir diğer kanadı olan restorasyoncu güçlerin yukarıda saydığım taleplere, hedeflere, özlemlere ve halkın politik olarak geldiği sınıra yaptığı restorasyona geçit vermemektir. Umutların yine bir seçim sürecine meze olmasının önüne geçmek, iş, aş, özgürlük, eşitlik ve bağımsızlık taleplerini sol bir programın gücü haline getirmektir.
AKP karşıtlığının düzen karşıtlığına, düzen karşıtlığının, düzeni değiştirme gücüne dönüştürülmesini sağlamak en güncel görevimizdir.
Seçimden önce ve de sonra…
Gerçek bir baharı görmek için…