PUSULA| Bugünün krizi ve

PUSULA| Bugünün krizi ve "Derviş 2.0" programının ayrıntıları

29-01-2022 01:41

Yeni uygulamaya konulan ekonomi politikalarının geleceği AKP'nin emekçilere dönük saldırganlığını ne denli büyüteceği gerçeğine sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak, bunun da AKP'nin sonunu hızlandıracak sosyal ve politik koşulları besleyeceği bilinmektedir. AKP iktidarının bu sıkışmışlığı Körfez sermayesine ya da emperyalizmin herhangi bölmesine yaslanarak aşması ise "memleketi satma becerisiyle" ve işçi sınıfının buna karşı mücadelesiyle belli olacak.

İlker Demirer

Türkiye’de ekonomik krizin boyutlarını emekçiler her geçen gün daha fazla deneyimliyor. Düşen ücretler, artan yaşam giderleri ve işsizlik, emekçilerin yaşam standartlarını her geçen gün geriye götürüyor. TÜİK’in 2021 yılında yaptığı ve 2020 yılını esas aldığı Gelir ve Yaşam Koşulları Anketine göre yoksulluk bir önceki yıla göre yüzde 0,6 artarak yüzde 21 civarına çıkmıştı. [1] Araştırmanın diğer sonuçlarına bakıldığında gelir dağılımındaki bozulma 2010’dan bu yana en kötü düzeyine çıkarak, yeni bir rekora imza attı. En zengin yüzde 10’nun gelirden aldığı pay en yoksul ile kıyaslandığında 14 kat daha fazla.

2021 yılının araştırmaları henüz yayınlanmadığı için, net bir bilgi söylemek mümkün değil. Ancak Dünya genelinde COVID-19 kapanmaları nedeniyle yoksullaşmanın arttığı, işçi sınıfının genel olarak “hak kayıplarına” uğradığı bir zamandan geçiyoruz. Dolayısıyla geçen yıla göre krizin etkilerinin azalması beklenemez. Üstelik, 2021 yılında enflasyon-kur-faiz sarmalının daha fazla etki etmesi ile Türkiye ekonomisinde ortaya çıkan belirsizlikler, krizin etkilerinin de hangi düzeye vardığına ilişkin tartışmaları da ortaya çıkarmış durumda.

Genel olarak 2018’den beri çeşitli aşamalardan geçerek gelinen sürecin bir krize işaret edildiği üzerinde genel bir fikir ortaklaşması var. Solda bu konuda ortaya çıkan sınırlı sayıda itiraz, esasen yaşamakta olduğumuzun durumun daha ağır bir noktaya evrildiğine işaret ediyor. Korkut Boratav hocanın bu konuda geliştirdiği çerçeve, yaşanan durumun bir krizden çok “sosyal bunalım” olarak görülmesi gerektiği üzerine. [2] Korkut hocanın itirazının tartışılmaya değer olsa da, yaşanan durumun bir kriz olduğu gerçeği değişmiyor. Gelinen aşamada farklı aşamaları kaydederek devam eden bir krizin varlığı, tartışılmaz bir gerçeklik haline dönüşmüş durumdadır. Öte yandan, AKP iktidarının, bir sermaye partisi olarak attığı adımların da çeşitli aşamalardan geçerek bugüne geldiği bir diğer gerçeklik.

KRİZLER VE SİYASİ ÇERÇEVE: 94’TEN BU YANA

Çoğunlukla  “AKP IMF’siz IMF programını uyguluyor” değerlendirilmesi yapılsa da, krize dönük AKP iktidarının verdiği tepkiler kendi dar çevresinin kurtarılmasına dönük hamlelerden oluşuyor. Dolayısıyla AKP iktidarının bugün krizden çıkış olarak önerdiği program, iç içe geçmiş sorunlara verilen parçalı yanıtlardan oluşuyor. AKP iktidarının 2022 yılında uygulamaya çalıştığı ekonomik ve sosyal programın özü, sermaye sınıfının belli bir çevresinin kurtarılmasına dayanmaktadır. Bu durumun sağlanması için ise uluslararası mali sermayeye verilen sözlerin tutulması, yeni politik görevlerin kabulü gerekmektedir.

Türkiye’de kapitalizmin yaşadığı krizlerin aşılmasında etkin bir rol oynayan politik süreçler, aynı zamanda krizin sonrasında sermaye düzeninde de bazı değişiklikleri getirmektedir. 12 Eylül ve 24 Ocak kararları arasındaki ilişki iyi bilinen bir örnek olurken, 94 sonrası yaşanan krizler, 94, 2001 ve 2008, gene politik çerçevde değişiklikler yaşatan krizlerdi. 94 krizi ve sonrasında yaşananlar 28 Şubat’a değin uzanan politik çalkantıları beslemişti. 2001 krizi AKP’yi iktidara taşırken, 2008 krizi sonrası Türkiye’nin Ortadoğu’da emperyalizm adına, özellikle de Körfez ülkeleri üzerinden, rol üstlenme çabalarına tanık olmuştuk.

Özellikle 2001 krizine burada ayrı bir parantez açmak gerekiyor. “Aslan sosyal demokratların” IMF’den ithal ettiği ve uluslararası sermayenin adına Türkiye’yi yönetmeye gelen Kemal Derviş’in programı, IMF’nin 90’lı yıllardaki doktrinine sıkı sıkıya bağlı kalıyordu. 80’li yıllardan bu yana çeşitli ülkelerde “şok doktrini” olarak bilinen IMF uygulamalarının özü sıkı bir mali politikaya ve serbest kur rejimine dayanıyordu. Derviş programı olarak bilinen bu uygulama, bir yandan işçi ücretlerinin törpülenmesini ve haklarının gasplarını, öbür yandan “devlet küçültülmesi” adı altında büyük bir özelleştirme programının uygulanmasını içeriyordu.

Derviş programının öngördüğü uygulamalar, “mali sıkılaşma” ve “finansal serbestleşme” görece özerk bir Merkez Bankası paketini içerirken, bu dönemde mali sermayenin ekonomi üzerindeki kontrolü de arttı. 2002 sonrası AKP iktidarı da benzer politikalarla bu uygulamaların daha fazla kurumsallaşmasını sağladı.

2008: Değişen dengeler ve yeni IMF doktrini

2008 krizi sonrası dünya kapitalizminin “parasal genişleme” olarak bulduğu formülasyon ise IMF’nn bu politikalarında revizyon getirdi. ABD’de başlayan kriz her yerde etkisini gösterirken, “mali canlandırma” politikalarıyla “mali sıkılaşma” politikaları aynı anda uygulamaya konuldu. IMF’nin direksiyona geçtiği ekonomilerde bu uygulama politik gerilimlere de sebebiyet verirken, özellikle Yunanistan örneğinde emperyalizmin egemenlik haklarıyla ilgilenmediği ortaya çıkmış oldu.

Nitekim bu “piyasayı paraya boğma taktiği” finansal araçlarla özel sektörün borçlanması amacını taşımaktadır. Merkez Bankaları para arzını genişletirken, faizleri de düşük tutarak sermayenin kredileri daha bol bir biçimde kullanmasını sağlamayı amaçlamaktadır. AKP iktidarının bu parasal genişleme döneminde, sermayenin ihtiyaç duyduğu dövizi yurtdışından ucuza temin etmesi de tam bu döneme denk geldi. Ancak bu politika sonsuza kadar “bereket” getirmedi.

Nitekim AKP iktidarı faiz-kur-enflasyon sarmalına giren bir yola girerken, IMF programları da revizyona gitti. IMF, 2000’li yıllardan edindiği deneyimle “mali sıkılışma mı canlandırma mı?” sorusunu ikincisinden yana uygulamalardan yana olacağının sinyalini 2015’ten beri vermektedir. [3] Kredi ve borçlanma tahvilleri aracılığıyla daha fazla borçlanmayı hedefleyen bu politikaların, bütçe açıklarına göz yumulması politikasına dönüşmesi de COVID salgını ile birlikte oldu. IMF politikaları bütçe açıklarını belli oranlarda göz yummayı gündeme getirdi.

Krizle mücadelenin üç evresi

AKP iktidarı açısından da “krizle boğuşma” evrelerinde benzer süreçler işledi. Bir yandan yaratılan sermayenin ihtiyaç duyduğu daha fazla sermaye krediler aracılığıyla sağlanırken, diğer yandan da döviz kuru belli bir düzeyde tutulmaya çalışıldı. Krizin bu ilk evresinde Albayrak’ın uyguladığı politikalar, sermaye lehine 2001 yılındaki politikalara benzer adımları atmayı taahüt ediyordu. Ücretlerin düşürülmesi, hakların gaspları, mali sermayeye daha geniş özgürlükler tanıyan bu politikanın takıldığı yer AKP iktidarının yarattığı sermayenin ihtiyaçlarıyla, geriye kalanların ihtiyaçları arasındaki gerilimle ortaya çıktı.

Nitekim burada, AKP iktidarı ikinci faza geçmişti. Bu ikinci fazda, Kemal Derviş programının “Derviş 2.0” olarak özetlenecek mutant bir hali devreye sokulmuştur. Bir yandan parasal genişleme hedeflenirken, diğer yandan mali sıkılaşma ile “bütçe hedefleri” korunmaya çalışılmaktadır. Ancak bunun da başarıya ulaşma şansı, ilk fazda yaşanan aynı gerilimden ötürü bulunmamaktadır.

Dolayısıyla AKP iktidarı üçüncü bir faza geçmiş, Derviş 2.0 programını kendi sermaye iktidarının devamı için mali genişlemeyi de içeren bir formatta yenilemiştir. Haliyle bu yeni durumun da enflasyon, işsizlik, yüksek kur belalarıyla uğraşma gerçeği ortada durmaktadır. O nedenle iktidarın emekçi sınıfların haklarına ve hayat koşullarına saldırma dışında bir şansı bulunmuyor.

Bu nedenle, yeni uygulamaya konulan ekonomi politikalarının geleceği AKP’nin emekçilere dönük saldırganlığını ne denli büyüteceği gerçeğine sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak, bunun da AKP’nin sonunu hızlandıracak sosyal ve politik koşulları besleyeceği bilinmektedir. AKP iktidarının bu sıkışmışlığı Körfez sermayesine ya da emperyalizmin herhangi bölmesine yaslanarak aşması ise “memleketi satma becerisiyle” ve işçi sınıfının buna karşı mücadelesiyle belli olacak.

Kaynaklar

[1] TÜİK (2021)., Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Gelir-ve-Yasam-Kosullari-Arastirmasi-2020-37404&dil=1

[2] Korkut Boratav (2021)., Ekonomik Kriz yok, yoksuldan alıp zengine veriyorlar, https://www.gazeteduvar.com.tr/korkut-boratav-ekonomik-kriz-yok-yoksuldan-alip-zengine-veriyorlar-makale-1536232

[3] Elliot L. (2016), IMF çalışması mali sıkılışmanın yarardan çok zarar getirdiğini gösteriyor, https://www.theguardian.com/business/2016/may/27/austerity-policies-do-more-harm-than-good-imf-study-concludes