Selin Aksoy
Son dokuz yıldır Nazım’ın ölüm yıldönümü ile Gezi’nin yıldönümü yakın günlere denk geliyor ve biz de haliyle büyük usta Nazım’ı hatırlarken, Gezi’yi de hatırlıyoruz. Bugün Gezi Direnişi nedeniyle tamamen hukuka aykırı bir yargılama sonucunda verilen karar ile tutuklu bulunan arkadaşlarımızın, tutukluluğunun birinci ayında, Nazım’ı düşünürken, yıllarca hukuksuz yere cezaevinde bulunuşunu da hatırlıyoruz. Çünkü siyasi iktidarlar; o gün olduğu gibi bugün de halkı için mücadele edenleri, eşit ve özgür bir dünya için emek verenleri hukuk eliyle hizaya getirebileceklerini, cezaevlerine atarak bu direnişi kırabileceklerini sanıyorlar. Ancak biz de Nazım’ın 13 yıl cezaevlerinde yazdıklarına, ürettiklerine baktığımızda, emek mücadelesinin cezaevlerine hapsedilemeyeceğini görüyoruz.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanışının sonrasında Osmanlı’nın başkenti İstanbul’un 13 Kasım 1918’de ilk işgal edilişinde henüz 16 yaşında Bahriye Mektebi’nde okuyan Nazım, Ocak 1921’de Millî Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçmiş, Eylül 1921’de Batum üzerinden Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) okumuştur. Türkiye’ye döndükten sonra 1925 yılından 1938 yılları arasında 11 defa yargılanmıştır. Ancak Nazım’ın yargılandığı davalarda, hakkında isnat olunan suçlara bakıldığımızda, asıl olarak “komünistliğe tahrik” ya da “kanunun cürüm addettiği fiili övmek” suçlamalarıyla ilgili olduklarını görmekteyiz. Buna karşın aslında 1920’li yılların ilk yarısında yürürlükte olan Ceza kanunlarında veya diğer özel yasalarda komünist düşünceyi yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır.
1926 yılında Mecelle’nin kaldırılarak Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu ile birlikte Ceza Kanunu’nun da kabul edilmesiyle, kurulu düzene (devlete) yönelik ve zora dayalı eylemler suç sayılmış ancak bu aşamada komünist düşüncenin kendisi hala suç olarak belirtilmemiştir. 8 Ağustos 1931 yılında yayınlanan Matbuat Kanunu ile birlikte “komünistliğe tahrik” bir suç olarak kabul edilmiş ve komünizm düşüncesiyle ilgili bir düzenleme, ilk kez olarak Türk hukukunda yer almıştır. 1936 yılında da Türk Ceza Kanunu’nun meşhur 141 ve 142. Maddelerinde “Vatan Aleyhine Cürümler” başlığı altında zararlı ve yıkıcı akımlar suç sayılmış ve böylece yalnız eylem değil düşüncenin açıklanması da yasaklanmıştır. Görüleceği üzere Nazım aslında mevcut bir suça yönelik yargılanmamış, o yargılanırken kanunlar Nazım’ın ve dönemin komünistlerinin baskı altına alınabilmesi için değiştirilerek, bu uğurda mücadele edenleri cezalandırılabilecek hale getirilmiştir.
Bu haliyle Nazım’ın hakkında açılan davalara ve yapılan yargılamalar, bugün sosyal medyada herhangi bir siyasi paylaşım yapan liseli bir öğrencinin bile okuduğu okuldan apar topar gözaltına alınması gibi acizce bir saçmalık içerir. İlk kez 1925 yılında yargılanan Nazım, yasalar komünistleri cezalandırmaya uygun hale getirilirken, neredeyse iki yılda bir mahkeme önüne çıkar. Eylemlerin hukuki nitelendirilmesinin ceza kapsamına girmediği bir ortamda Nazım’ın yargılamaları devam eder.
Son davası olan 1938 yılında Harp Okulu Olayı olarak adlandırılan davada ise “askeri kişileri üstlerine karşı isyana teşvik” suçuyla 15 yıl ağır hapse mahkûm edildi, 28 Mayıs 1938’de temyiz bu cezayı onayladıktan sonra, aynı suçtan bu kez de Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılandı. 10 Ağustos 1938 günü başlayan davada, on dokuz gün sonra, 29 Ağustos 1938’de, “askeri isyana teşvik”ten, 20 yıl ağır hapse mahkûm oldu. Aynı suçlama nedeniyle hüküm giydiği iki yargılama neticesinde 35 yıla mahkûm olan Nazım’ın cezası, çeşitli gerekçelerle 28 yıl 4 aya indirilerek kesinleşti.
Görüleceği üzere Nazım’ın bu dosyada da hangi suçla yargılandığı, Askeri mahkeme mi sivil mahkemede mi yargılanacağı dahi net olmayıp, aynı nedenle de iki kez hüküm giymiştir. Nazım’ın uğradığı hukuk garabetlerinin en üst seviyesi ve sonucu bakımından da en yakıcısıdır. Zira bunun ardından 12 yıl cezaevinde kalacaktır. Bu haliyle amaç komünist düşünceyi engellemek olup, yasa koyucu bunun için deyim yerinde sürekli mevzuatı, cezalandıracağı kişiye göre eğip bükmüştür. Ne yazık ki, bu husus bize hala yabancı değildir, zira bugün de Meclis dahi değil, tek bir kişi, istediği zaman istediği yasayı çıkararak benzer uygulamalara neden olmaktadır. Bu durumun kendisi, hukuki güvenirliliği tamamen ortadan kaldırmakta, hukukun temel ilkelerinden biri olan belirlilik ilkesinin yok sayılmasına neden olmaktadır.
Bahsettiğimiz Harp Okulu davasından 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan ve şiirleri de aynı yıl yasaklanan Nazım Hikmet, 1950 yılında çıkartılan aftan yararlanarak hapisten çıkar. 48 yaşında olmasına rağmen ömrünün büyük bir kısmının cezaevlerinde geçirmesi nedeniyle sağlığı kötüleşen Nazım’ın bu sağlık durumuna rağmen yeniden askere alınmak istenmesi nedeniyle 1951 yılında Moskova’ya giden, Nâzım Hikmet, 25 Temmuz 1951’de, Demokrat Parti hükümeti tarafından Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarılır. Görüleceği üzere, üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen komünizm düşüncesi hala siyasi iktidarı rahatsız etmekte ve on yıllarca hapiste kalan Nazım’a Türk vatandaşlığı dahi reva görülmemektedir.
Nazım’ın yargılamalarına baktığımızda veya Nazım açısından bu yargılamalara baktığımızda Nazım’ın komünist olduğundan kuşku duymadığını zaten kendi komünist kimliği ile gurur duyduğunu ve haliyle bu yargılamaları aslında bu politik bakışla karşıladığını görüyoruz. 10 yıl boyunca Bursa Cezaevi’nde yatan Nazım, “Sevdalınız Komünisttir” şiirinde “Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar, en ala mertebe ermiş yatar.” der, komünistliğinden hapisliğini en ala mertebe olarak görür. Öte yandan gazetelerde manşet olan “Vatan Haini” ifadesine karşı en sert şekilde “Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ” der. Nazım’ın bu şiiri aslında, Nazım’ın ve diğer komünistlerin neden cezalandırıldığını da açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü Nazım’ın bu şiirinde belirttiği gibi komünistler, ülkenin Amerikan emperyalizminin sömürgesi olmasına karşı çıktıları; vatanı yağmalayanlara, emekçilerin sırtından geçinenlere, Amerikan üslerinin vatana yerleştirilmesine karşı mücadele ettikleri için cezalandırılmış, “Vatan Haini” ilan edilmişlerdir.
Ancak en başta belirttiğimiz gibi Nazım, bu hukuksuz yargılamalarla, keyfi olarak cezaevinde tutulduğu on yıllarda, bize mücadele etmek için umut veren yüzlerce şiire imza atmış, cezaevinde mektupları ile yoldaşlarını teşvik etmiş, olduğu tüm ortamlarda çevresine ışık olmuştur. Bu haliyle Nazım’ın uğradığı haksız yargılamalar ve bugün hukuksuz yere siyasi düşünceleri nedeniyle hapiste tutulan arkadaşlarımız, bu yargılamaların hesabını sormak üzere bize daha fazla mücadele etme gücü ve azmi vermektedir.
Bu haber en son değiştirildi 13 Haziran 2022 17:18 17:18
Bornova İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından okullara gönderilen yazı ile ÇEDES projesinin uygulanması istendi ve…
Emlak Konut GYO A.Ş'nin KAP'a yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan'da şirket kuracağını belirtti.
Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, ülkede sıkıyönetim ilan edildiğini duyurdu.
Diyarbakır'da Narin Güran'ın cansız bedenini dereye sakladığını itiraf eden tutuklu sanık Nevzat Bahtiyar'ın "suçu üstlenmesi"…
AFAD verilerine göre Bursa, Mudanya'da 3.6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Sarsıntının derinliği 7.01 kilometre…
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Cesur olacağız, yeni adımlar atacağız'…