Dikenli yollar

Kapitalist demokrasiyi ve evrensel hukuk ilkelerini ayak bağı gibi gören günümüzün popülist liderleri yargı erkinin bağımsız ve tarafsız olmasını istemiyor.

ABD’de Başkanlık seçimleri yaklaştıkça adaylara ilişkin tartışmalar da büyüyor. Donald Trump’ın hapse girip girmeyeceği ya da tekrar aday olup olamayacağı Yüksek Mahkeme’nin vereceği karara bağlı. Diğer yandan Trump’ın başkanlık döneminde atadığı Delaware Başsavcısı tarafından yürütülen Biden’ın oğluna yönelik davanın sonucu da merak konusu. Adalet Bakanlığıyla anlaşma yapan Hunter Biden, kendisine yöneltilen vergi suçlamaları ve yasa dışı silah bulundurmayla ilgili üç federal suçu kabul etmiş. Böylelikle hapis cezası almadan denetimli serbestlikten yararlanmayı umuyor. Siyasi analistler, oğul Biden’ın suçunu kabul etmesinin 2024 Başkanlık seçimlerinde tekrar aday olması beklenen baba Biden’a etkisinin büyük olacağı yorumlarını yapıyor. Biden ile Trump arasında iktidar kavgası olmasa tarafların kirli çamaşırları ortaya dökülmeyecekti. Dünyanın bir çok ülkesinde iktidar sahipleri ve yakınları cezasızlık zırhı giydikleri için kendilerini suç işleme özgürlüğüne sahip hissediyorlar. Sınıf iktidarının aracı olan kapitalist devlette hukuk da, etik de hep güçlüden yana. Özellikle kutuplaştırma siyasetinin egemen olduğu ülkelerde yargının araçsallaştırılması olağan hale geldi. Bu yüzden ABD’nin olası başkan adayları siyasi ikbal uğruna nüfuzlarını kötüye kullanmaktan geri durmuyor. Yargıçların, savcıların özerkliği hiçe sayılıyor. Bu bağlamda hukuk etiğinden çok onu kirleten siyasilerin etik dışı tutumunu sorgulamak gerekiyor.

Kapitalist demokrasiyi ve evrensel hukuk ilkelerini ayak bağı gibi gören günümüzün popülist liderleri yargı erkinin bağımsız ve tarafsız olmasını ister mi? Yüksek Mahkeme adaylıkları için kanlı bıçaklı kavgalar yaşanan ABD Senatosu akla gelince bu soruya olumlu yanıt vermek çok zor. Örneğin başkanlığı döneminde Trump, aday gösterdiği mahkeme üyelerinden “yargıçlarım” diye söz edecek kadar pervasız davranabiliyor. Gerçi bu üslup bize hiç yabancı değil. Mahkemeler partizan tutum sergiledikçe kamuoyunda çok daha fazla güven yitiriyorlar. İnsanlar siyasetçiden çok yargıçtan, savcıdan etik davranmasını bekliyor. Oysa adalet kurumlarının partizanlaşmasından öncelikle siyasi iktidarlar sorumlu. ABD kamuoyunun meşru ve tarafsız Yüksek Mahkeme talebi anketlere de yansımış. Bu durumdan ders çıkaran Yüksek Mahkeme, Avrupa Birliği ülkelerinde mahkemelerin davranışlarına kılavuzluk eden etik kural ve ilkeleri derleyerek geçtiğimiz günlerde yazılı bir bildiri yayımladı¹. Bu bildiri, Yüksek Mahkeme’nin prestijini kurtarmaya yetecek mi, onu da zaman gösterecek…

Baş demagoglar

Bugünlerde ülkemizin gündemi de iktidar sahiplerinin Anayasa Mahkemesi’ne yönelik hoyrat söylemleriyle çalkalanıyor. Öyle ki MHP Genel Başkanı, TBMM grup toplantısında Anayasa Mahkemesi’ni ihanet yuvası olarak tanımlayıp başkanını hedef tahtasına koydu.

Cumhur İttifakı’nın baş demagogları ötekileştirdiklerine yönelik nefreti sürekli kışkırtıyor. Öteki kimliği genellikle kamuoyuna kötü olarak yansıtılan herhangi bir azınlık grupta cisimleniyor. Konjonktüre göre bu bazen Batılı ülkeler oluyor, bazen LGBT, bazen de Anayasa Mahkemesi üyeleri… Yani absürtlükte sınır tanımayan bir ötekileştirme silsilesi…

Demagogların hoşuna giden terim türleri çağrışım açısından ağır, anlam açısından ise hafif olma özelliği taşıyor. Herkes bu terimler hakkında ne hissettiğini biliyor ama tam olarak neyi ifade ettiği konusunda çok net değil. Kitleler, düşünmeyi değil hissetmeyi yeğledikleri için demagogların işi kolay. Örneğin zillet, vatan haini gibi terimlerle ilişkilendirilenler kötü; yerli, milli, Türk milleti gibi terimlerle ilişkilendirilenler iyi olarak algılanıyor. Yani demagoglar, kendi grubunda yer alanları iyi, grup dışında kalanları ise kötü olarak yaftalıyor² .

Keyfi yönetim denetlenemiyor

Erdoğan’ın devletin önemli kurumlarıyla kavgası 20 yıldır bitmedi. Başta TSK olmak üzere YSK, HSYK, YÖK gibi devlet kurumları ancak yapısı değiştirilince hedef olmaktan kurtuldu. Bahçeli’nin “Anayasa Mahkemesi, ya kapatılmalı ya da yeniden yapılandırılmalıdır” söylemi de aynı yaklaşımdan kaynaklanıyor. Bu girişim sonuç verirse mevcut anayasanın bir çok maddesinin kadük hale gelme riski var. Zaten anayasa şimdiden delik deşik edilmiş durumda. İktidar, özellikle yargı organlarının denetim işlevini vesayetçi anlayış diye karalayarak keyfi yönetimine daha fazla alan açıyor. İdarenin aldığı kararların anayasaya uygunluğunu denetleyen üst mahkeme etkisizleştirildiğinde iktidarın “sivil anayasa” yapma hevesi de kalmayacak. Ayrıca bireysel hak ihlallerinin de önü açılmış olacak. Kamu adına denetim yapan kurumların işlevini fiilen yitirmesi gerçekte iktidarın meşruluğunu sakatlayan bir gelişme. Buna aldırmayan Cumhur İttifakı dikensiz gül bahçesi hayaliyle ülkeyi dikenli yollara sokup duruyor. Acıyla, gözyaşıyla elde edilmiş demokratik kazanımlar ne yazık ki iktidar eliyle birer birer yok ediliyor.

 

 

[1] https://www.nytimes.com/2023/11/13/us/politics/supreme-court-ethics-code.html

[2] https://www.amazon.com/Demagoguery-Democracy-Patricia-Roberts-Miller/dp/1615194088

 

 

Yazarın Diğer Yazıları
İklim adaleti 19 Nisan 2024
Tinsel yolculuklar 22 Mart 2024