DİP: Oyumuzu NATO’ya ve emperyalizme karşı eylem birlikteliği içinde olduğumuz TKH'ye, orak çekice basacağız

"Meclis seçimlerinde ise burjuvazinin ve emperyalizmin adaylarına peşinen güven oyu vermiş olan hiçbir partiye oy vermeyeceğiz. Meclis seçimlerinde oyumuzu bu doğrultuda birlikte NATO’ya ve emperyalizme karşı bir eylem birlikteliği içinde olduğumuz Türkiye Komünist Hareketi’ne, pusulanın dördüncü sırasındaki orak çekice basacağız."

DİP: Oyumuzu NATO’ya ve emperyalizme karşı eylem birlikteliği içinde olduğumuz TKH'ye, orak çekice basacağız

Devrimci İşçi Partisi (DİP) 14 Mayıs seçimlerine ilişkin tavrını açıkladı. Açıklamada “Devrimci İşçi Partisi bu değerlendirmeler ışığında sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşı Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a oy yok derken, bu politikanın bir gereği olarak Amerikan muhalefetinin adayı Kılıçdaroğlu’na da istibdadın payandası İnce ve Oğan’a da oy verilmemesini savunmaktadır. Bu doğrultuda işçileri ve emekçi halkımızı Cumhurbaşkanlığı pusulasına çarpı atarak düzen siyasetinin kırk katır kırk satır dayatmasını reddetmeye çağırıyoruz. Meclis seçimlerinde ise burjuvazinin ve emperyalizmin adaylarına peşinen güven oyu vermiş olan hiçbir partiye oy vermeyeceğiz. Meclis seçimlerinde oyumuzu bu doğrultuda birlikte NATO’ya ve emperyalizme karşı bir eylem birlikteliği içinde olduğumuz Türkiye Komünist Hareketi’ne, pusulanın dördüncü sırasındaki orak çekice basacağız.” denildi.

“Nefes almak için sınıf mücadelesi!” başlığıyla yayımlanan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Türkiye’nin emekçi halkı baskıcı ve keyfi istibdad rejiminden bunalmış, hayat pahalılığından, işsizlikten ve yoksulluktan adeta iflahı kesilmiş durumdadır. İstibdadın kendi halkına karşı aslan kesilen emperyalistler karşısında süt dökmüş kediye dönüşen dış politikası, memlekete zilleti yaşatmaktadır. Erdoğan’ın sivil ve asker müttefikleriyle başında olduğu yarı askeri nitelikteki bu müstebit rejimden kurtulmak ekmek ve hürriyet için mutlak bir gerekliliktir. 14 Mayıs seçimlerinin tek başına bu kurtuluşa vesile olması ise mevcut koşullar altında mümkün değildir.

Seçim yaklaştıkça düzen siyasetinin tiyatro sahnesinde kavga kızışıyormuş gibi gözükmektedir ancak perde gerisinde Cumhur ve Millet İttifaklarının politikaları giderek birbirine yakınlaşmaktadır. Erdoğan bir yandan Millet İttifakı’nı emperyalistlerin maşası gibi gösterirken diğer yandan attığı adımlarla NATO’ya ve ABD emperyalizmine güven vermeye çalışmaktadır. Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini apar topar meclise getiren Erdoğan’ın emperyalizme sunduğu hizmete meclisten tek bir hayır oyu çıkmamıştır. Aynı süreçte Erdoğan, Amerikan ve İngiliz emperyalizminin açıkça kaygılarını belirttiği Suriye ile normalleşme girişimlerini rafa kaldırmıştır. Tam tersi istikamette giderek Suriye, Irak ve Kafkasya’da İran’la gerilimi yükselten bir siyaset izlemektedir. Erdoğan Kürt politikasında da ABD, İngiltere ve İsrail patronajında Barzani’yle birlikte yeni bir petrol açılımının taşlarını döşemektedir.

Ekonomi politikalarında da her iki ittifak yakınlaşmaktadır. Millet İttifakı şimdiden ekonomiyi Babacan’a teslim etmiştir. Kılıçdaroğlu bu yetmiyormuş gibi özelleştirmelerle, köşe dönmecilikle, neo-liberal saldırılarla özdeşleşmiş Turgut Özal’a övgüler düzmekte Türkiye tarihinin en azgın işçi düşmanı saldırılarının olduğu dönemlerini allayıp pullayarak sermayeye güven aşılamaktadır. Erdoğan ise diğer tarafta Mehmet Şimşek’in adını öne çıkararak Berat Albayrak’tan Nureddin Nebati’ye uzanan genişlemeci para ve maliye politikasını terk edeceğinin, uluslararası sermayenin beklentilerine uygun “Ortodoks” politikalara döneceğinin sinyallerini vermektedir.

En büyük farklılığın olduğu düşünülen siyasal rejim konusunda da karşıtlıklar azalmaktadır. Millet İttifakı Kılıçdaroğlu’nu aday olarak belirlerken ilan ettiği mutabakat metninde, parlamenter sisteme geçiş takvimini “geçiş dönemi” adı altında çıkmaz ayın son perşembesine ertelemiştir. Hatta Kılıçdaroğlu’nun CHP üyeliğinin devam edeceğini öngörerek partisiz Cumhurbaşkanlığı’ndan dahi vazgeçmiştir. Diğer tarafta Erdoğan da artık açık açık Cumhurbaşkanlığı sisteminin restore edilmesinden bahsetmektedir. Sermaye başkanlık sisteminin sunduğu güçlü yürütmeyi, emperyalizm ise meclis ve halk baskısından azade kılınmış bir başkana istediğini yaptırabildiği bir düzeni kazanım olarak görmektedir. Adı ister güçlendirilmiş parlamenter sistem olsun isterse restore edilmiş Cumhurbaşkanlığı sistemi, düzen siyaseti sermayenin ve emperyalizmin kazanımlarını korumakta ortaklaşmıştır.

Yani Cumhur ve Millet İttifakları perde gerisinde gizli görüşmeler yaparak, bir danışıklı dövüşle politikalarını ortaklaştırmıyor. Her iki ittifakın da arkasındaki sermaye çıkarları ve göbekten bağlı oldukları emperyalizmin telkinleri, düzen siyasetinin bu iki kutbunu hizaya getiriyor. Bu gerçekliğe rağmen at izinin iti izine karıştığı düzen siyasetinin hercümerci içinde emekçi halkın büyük bir kesimi 14 Mayıs seçimlerinden bir değişimin geleceğini umuyor. Büyük bir kitle “nefes almak” için kerhen de olsa rejimde değişiklik vadeden Kılıçdaroğlu’na yönelmiş durumdadır. Bir diğer büyük kitle de Erdoğan’dan ve Bahçeli’den en başta ekonomik kriz, işsizlik ve hayat pahalılığı dolayısıyla yüz çevirmektedir. Ne var ki Erdoğan ve Cumhur İttifakı’ndan yüz çeviren kitle Kılıçdaroğlu’nun başını çektiği TÜSİAD’çı Amerikan muhalefetinden büyük şüphe duymaktadır. AKP’nin karşısına eski AKP’yi çıkaran, MÜSİAD’ın karşısında TÜSİAD’a dayanan, beşli çeteye yüklenen ama Koçların Sabancıların yabancı sermayenin yağmaladıklarını gündeme getirmeyen, ülkeyi emperyalizmin zincirine vuran iktidara karşı muhalefet ederken NATO’ya, Avrupa Birliği’ne toz kondurmayan Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı bu büyük emekçi kitle için bir alternatif değildir ve olmayacaktır.

Sınıfsal reflekslerle Erdoğan’dan uzaklaşanlar yine sınıfsal reflekslerle geriye dönmektedir. Kısmen bu kitle özünde mevcut istibdad rejiminin payandası olan Muharrem İnce ya da Sinan Oğan gibi alternatiflere yönelmektedir. Böylece emperyalizmin ve sermaye düzeninde sömürülen, kime oy verirse versin hakkını aradığında istibdad rejimi tarafından ezilen emekçi halkın tepkisi düzen siyasetinin sınırları içinde tutulmaktadır.

Mevcut siyasi tablodan, bırakın köklü değişimleri, emekçi halk için “nefes alacak” bir sonucun çıkması dahi olanaksızdır. Tam tersine büyük sermaye ve emperyalizm, siyasetin Cumhur ve Millet kutuplarını ana politikalarda hizaya getirmekte, işçilerin, emekçilerin, yoksul köylünün, küçük esnafın, kadınların, gençlerin nefesini kesecek bir sınıf saldırısına hazırlanmaktadır. Yani esas mücadele seçimlerden sonra sınıf mücadelesi alanında yaşanacaktır.

Bu saldırıya karşı işçi sınıfını ve emekçi halkı örgütlemek gibi bir tarihsel ve siyasal sorumluluğa sahip olan sosyalist hareket ise büyük çoğunluğu ile teslim bayrağını çekmiştir. Millet İttifakı’na dolaylı bir destek politikasında ifadesini bulan ve İki Buçukuncu İttifak olarak tanımladığımız yaklaşım zamanla yerini Kılıçdaroğlu’na açık destek politikasına bırakmıştır. Bu politika sırf istibdadı yenmek için dahi savunulamaz. Zira Kılıçdaroğlu’nun ve Millet İttifakı’nın istibdada son verme gücünde de niyetinde de olmadığı açıktır. Siyasal İslam’dan faşizme kadar istibdad rejimine renk veren tüm akımları içine almış, neo-liberalizmi ve emperyalizm yandaşlığını bayrak yapmış, siyasi programını bu doğrultuda şekillendirmiş, sermaye ve emperyalizmin nezdinde herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermemek için de tüm bunları yazılı metinlerde kayıt altına almış bir ittifaktır bu!

Gizli saklı bir durumu açığa çıkarmak üzere siyasi analiz dahi yapmaya gerek yoktur. Kıdem tazminatını dahi hedef alan açık bir işçi emekçi düşmanlığı, liberal bir ekonomi programı, NATO’cu ve emperyalizm yanlısı bir dış politika açık ifadelerle seçim bildirgelerine yazılmış durumdadır. Bu gerçeği görmemek aymazlıktır. Gördüğü halde halktan gizlemek ise ihanettir. Millet İttifakı’nın başkanlık rejimine son verme vaadi de koskoca bir yalandır. Kılıçdaroğlu’nu seçtirmek için matematik hesabı yapıp bunun üzerine politika inşa edenler, seçimden çıkması muhtemel meclis aritmetiğinin, AKP ve Erdoğan’la anlaşmadan parlamenter sisteme geçiş için Anayasa değişikliğine elvermediği gerçeğini hesap edemiyor olamaz. Bu durumda Millet İttifakı’nı eleştirip sadece rejim değişikliği için destekliyoruz demek de ya hesap bilmemektir ya da düzen siyasetine yedeklenme hesaplarının üzerini örterek halkı kandırmaktır.

Seçim sonucunda Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, oluşacak meclis aritmetiği ya yeni bir seçimi zorlayacak ya da AKP ve CHP’nin anlaşmasını da içine alan, sermaye düzenine istikrar getirmeyi amaçlayan fiili koalisyon senaryolarını gündeme getirecektir. Olmaz ya da olamaz diyen 7 Haziran ile 1 Kasım arası dönemde ne olduğuna bakabilir. Daha seçimden önce masadan kalkanların seçim sonrasında oluşacak tabloda saf değiştirmeyeceğinin garantisini kimse veremez. Hele ki Millet İttifakı bileşenlerinin her birinin yarı askeri rejimin silahlı çekirdeği ile mafya fraksiyonlarıyla müstakil ilişkileri biliniyorken saf değiştirmelerin ne kadar hızlı olabileceği aşikârdır. Son 15 yılda Erdoğan’a karşı CHP’nin yanına aldığı müttefikler en en başta Bahçeli ve MHP olmak üzere, Ekmeleddiniyle Muharrem İncesiyle, Teğmen Çelebisiyle, DSP’siyle bugün istibdad cephesinde yerini almıştır.

Kılıçdaroğlu’na destek politikası, “Erdoğan’ın işine yarayan bir tutum almayacağız” diyerek gerekçelendiriliyor. Oysa bu tutum Erdoğan’ın en çok işine yarayan tutumdur. Kılıçdaroğlu’na ve Millet İttifakı’na destek vermek öncelikle Erdoğan’a kendisinden kopan kitleleri Millet İttifakı’nın rezilliklerini göstererek geri kazanmasına yardımcı olmakta, Erdoğan’ın tekrar seçilme şansını arttırmaktır. Bu politika Erdoğan seçimi kaybettiğinde dahi iktidara bir şekilde yeniden ortak olması, Erdoğan için en kötü senaryoda dahi bir devr-i sabık oluşturulmaması anlamına gelecektir. “Yargılanacaksınız” söylemi emekçi halkın gücüne dayanan bir iddiadan öte düzen siyasetinin çatışan fraksiyonlarına duyulan safdilce bir güvenin ifadesidir.

Zincirli meclise figüran olarak girecek “sosyalist” milletvekilleri sayıları ne olursa olsun bu gelişmelere mâni olamaz. Zira mevcut seçim parlamenter sistemde yapılmıyor. Hükümet seçimde oluşturulacak meclisin içinden kurulmuyor. Yani hükümete güven oyu seçimden sonra değil seçimden önce veriliyor. “Bir oy Kılıçdaroğlu’na” diyenler diğer oy için hangi adresi gösterirlerse göstersinler sermayenin ve emperyalizmin müstakbel iktidarına bu güvenoyunu vermektedirler. Bu güvenoyu sadece Kılıçdaroğlu’na değil sermayenin ve emperyalizmin yedi adet komiserine de verilmektedir. Bu güvenoyunu alan Kılıçdaroğlu belirttiğimiz gibi Erdoğan’la da yarı askeri rejimin başka odaklarıyla da anlaşabilir. Erdoğan’ın muhalefete düştüğü senaryolarda Erdoğan gitsin diye sermayenin ve emperyalizmin programına destek verenleri, bu sefer de Erdoğan geri gelmesin diye sermayenin ve emperyalizmin yeni iktidarına destek verirken görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Sosyalistler içinde bunlar olup bittikten sonra nedamet getirip özeleştiri yapanlar suçlarını hafifletmiş olmayacaktır. İş işten geçmiş olacaktır. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendikten sonra gerisi de yanlış gider!

Devrimci İşçi Partisi bu değerlendirmeler ışığında sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşı Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a oy yok derken, bu politikanın bir gereği olarak Amerikan muhalefetinin adayı Kılıçdaroğlu’na da istibdadın payandası İnce ve Oğan’a da oy verilmemesini savunmaktadır. Bu doğrultuda işçileri ve emekçi halkımızı Cumhurbaşkanlığı pusulasına çarpı atarak düzen siyasetinin kırk katır kırk satır dayatmasını reddetmeye çağırıyoruz. Meclis seçimlerinde ise burjuvazinin ve emperyalizmin adaylarına peşinen güven oyu vermiş olan hiçbir partiye oy vermeyeceğiz. Meclis seçimlerinde oyumuzu bu doğrultuda birlikte NATO’ya ve emperyalizme karşı bir eylem birlikteliği içinde olduğumuz Türkiye Komünist Hareketi’ne, pusulanın dördüncü sırasındaki orak çekice basacağız. Elbette partimiz halk iradesinin gasp edilmesine yönelik seçimler öncesinde, sırasında ve sonrasındaki her türlü girişime karşıdır. Bununla birlikte emekçi halkın ekmek ve hürriyet için seçimlerden sonra büyük bir sınıf mücadelesine hazır olması gerektiğini söylüyoruz. Bu mücadele bugün seçim meydanında boy gösteren sermaye ve düzen parti ve ittifaklarının hiçbirinin gölgesinde verilemez. Sermayeden, emperyalizmden ve devletten bağımsız bir sınıf siyasetinin inşası mutlak bir gerekliliktir. Bu bağlamda meclise sosyalist etiketli figüranlar göndermekle hürriyete ulaşmak mümkün değildir. Ekmek ve hürriyet için emekçi halkın iradesinin özgürce ifadesini bulduğu, barajsız yasaksız seçimlerle zincirsiz bir Kurucu Meclis’in oluşturulması için yolu ancak sınıf mücadelesi açabilir.

Bu yol tarihimizdeki Birinci Meclis’in yoludur. O dönemin kurucu meclisi milli mücadelenin ürünüdür bugün ise ancak ve ancak sınıf mücadelesinin neticesi olabilir. Devrimci bir değişim ancak işçi sınıfının etrafında kenetlenmiş emekçi halkın seferberliği ile ortaya çıkabilir. Devrimci İşçi Partisi olarak çağrımız ve 14 Mayıs’ta sandıklara atacağımız oylarımız bu mücadelenin gereğine işaret etmektedir. Düzen siyasetinin partilerine güven oyumuzun olmadığını göstermektedir. Memleketin geleceğine işçi sınıfının damgasını vurmak, sınıf siyasetini güçlendirmek için yılmadan mücadele etmek ve bugün olduğu gibi gerektiğinde akıntıya karşı kürek çekmek gerekmektedir. “