Kriz ve emekçiler

Sistem meselesi emekçi cephesi için çok önemli bir anahtardır. Sistem bilinci, kalkış olmadan, sulh ve sükûn dönemlerinde dahi emekçi birliğini sağlayabilecek önemeli bir yapıştırıcıdır.

Öyle zamanlar olur ki, emekçiler kapitalist üretim ilişkilerinin baskıladığı ve bilinç dışına attığı tarihsel değeri haiz güçlerinin farkına varır, ayağa kalkarak kendilerini de tüm insanlığı da kurtarır. Ancak böylesi diriliş kendiliğinden değil, ateşleyecek bir kıvılcımla ortaya çıkar. Emeğin diriliş ve insanlığa sunduğu hizmetin harika örneğini Norveç’in İsveç’ten ayrılması aşamasında askeri müdahale ile baskılama girişimi karşısında emekçilerin genel grev tehdidi karşısında gerilemesi ve Norveç’in özgürlüğüne kavuşmasının kansız gerçekleşmesi oluşturur.

Krizler bir fırsattır, fakat kimin için? Bu ifade şimdiye dek kapitalistler için kullanılagelmiştir. Şöyle ki, krizler anlık olumsuzluktur, fakat ilerisi için piyasanın ve işlerin açılması ve karların yükselişi işaretidir. Sermaye için geçerli bu ifadenin emek cephesine verebileceği pay var mıdır? Olabilir, fakat bu paydan sermaye cephesi söz etmez, hatta elinden gelirse, zırnık dahi koklatmaz. Krizi emek cephesinden de tarihsel bir fırsat, hatta avantaj olarak göremez miyiz? Bugün, ortaya koymak ve olabildiğince yanıtlamak istediğim soru bu.

Hemen yanıtımı vereyim. Kriz dönemleri sermayeden çok emek cephesi için harika bir fırsattır. Üstelik kriz dönemleri sermaye için konjonktürel fırsat iken, emek cephesi için hem konjonktürel, hem de etkisi uzun döneme yayılı kronik bir fırsattır. Şunu demek istiyorum ki, kriz döneminde sermaye biraz atak davranarak yatırım yapıp, krizden çıkışta yatırımlarının getirisini toplayabilir. Bu durum sermaye için kısa vadeli ve bir seferlik bir kazançtır. Kriz sonrasında normal süreçte sermayenin satışları ve karlılık durumu normal düzeyine geriler. Emek için durum hem kısa dönem hem de uzun dönem olarak farklıdır. Kriz dönemlerinde emek cephesi işsizlikle ve yoksullukla boğuşurken bu bataktan çıkma yollarını araştırır, zorlar. Kriz bataklığından çıkış mücadelelerinde emek cephesinde iki süreç oluşur. Birincisi emek cephesi, birleşerek bir cephe olma ve oluşturma bilincine ulaşır. Kriz, sermaye cephesini bölerken, emek cephesini birleştirir. İkincisi, birleşen ve mücadele eden emek cephesi, uzun dönemde mücadele ruhu ve deneyimi kazanır. Devamlı mücadele ruhu ve deneyimi kazanan emek, zamanla mücadelesini sadece sermayeye karşı değil, sermayenin icadı mülkiyet ilişkisine, yani sisteme karşı yaptığının farkına varır. Sistem farklılığı emek cephesini sadece sisteme değil, aynı zamanda sistemin asalak temelleri dincilik ya da gericiliğe karşı da mücadele ettiği bilincine ulaştırır. Emek mücadelesi bütünsel bir kalkışa geçtiği zaman, emek cephesi devlet yapısını tanır ve devletin kimin yanında olduğu idrakiyle, mücadele sloganlarında hedefe sermayenin paravanı devleti değil, bizzat sermayeyi koyar. Bu safha, emeğin tarihsel yürüyüşünde çok ciddi bir aşamadır.

Günümüz koşullarında emekçiler ayaktadır ve bu kalkışın daha da genişleyeceği beklentisi çok güçlüdür. Olağan koşullarda ne beklenirdi? Emekçi kalkışına, hele de yaygınlaşma eğilimine girme tehlikesi karşısında devletin grev erteleme ya da polisle müdahale gibi önlemleri devreye sokması beklenirdi. Fakat şimdilik her iki cephede de oldukça derin bir sessizlik sürmektedir. Bunun bir sebebi, açıktır ki, yaklaşan seçimler için AKP iktidarının tedbirli davranmasıdır. Bu sessizliğin ikinci bir nedeni daha da önemlidir, o da emek-sermaye çatışmasında devletin sermaye ajanlığı rolünün emekçiler tarafından bilinçle algılanmamasının önlenmesidir. Asgari ücret saptaması, vergi dilimleri meselesi ve hemen tüm benzeri konularda devletin tavrının sermaye yanlı olduğu açık olmakla beraber, devletin tavrının olabildiğince yansız kalmasının amacı, ülke yararının gözetilmesi ya da kutsal birlik-beraberlik duygusunun zedelenmemesi gibi kutsal amaçlara yönelik olduğu düşüncesinin yaygınlaştırılmaya çalışılmasıdır.

Emeğin çok yönlü bilinçlenmesinin bir seferlik krizle ortaya çıkmayacağı çok doğaldır. Her kriz döneminde emekçiler aniden cephe oluşturamayabilir. Nitekim örtülü kriz olarak görülmesi gereken özelleştirme politikalarının dolu-dizgin seyrettiği dönemlerde de maalesef emekçi birliklerinin, sendikaların birleşemediği görüldü ve sonuçları da acı şekilde yaşandı. O deneyde sınıfta kalındı, fakat unutmayalım ki, her başarısızlık aynı zamanda da güçlü bilinçlenme sürecidir. Aynı durum sol partiler için Taksim-gezi olayları için de geçerlidir. Sol partiler böylesi kendiliğinden kalkışa o denli hazırlıksız yakalanmıştı ki, eylem esnasında bir icraatta bulunamadığı gibi, sonrasında da olayın yorumunu ancak bir yabancı sosyoloğa, Loic Wacquant’a bırakmak durumunda kaldı. Sol partiler gibi, emekçilerin de kendi geleceklerini oluşturan yolları döşemede deneyim kazanmaları ancak sık eylemler ve deneyimlerle olur.

Emekçilerin eylemde saptadıkları, topluma ve ilgili çevrelere yansıttıkları hedefin belirlenmesi de ancak deneyimlerle oluşturulabilecek bir strateji, yani diyalektik süreçle oluşacak sonuçtur. Emekçilerin hedefleri topluluğun taban genişliği ve gücü ile bağlantılıdır. Şöyle ki, emekçi hedefi sermayeden devlete, oradan da sisteme yöneldikçe tabanda fikir ayrılıkları oluşabilir. Emekçiler ilk aşamada, doğal olarak, sermayeyi ve sahibi patronu hedef tahtasına koyar. Bu hedefte fazla bir sorun yoktur. Ekonomideki kriz yaygınlaştıkça sermaye hedefli emekçi kalkışında taban genişleyebilir. Sermayenin hedef olması fazla bir bilince ihtiyaç duymadığı gibi, vatan vs gibi kutsallıklara da yer yoktur. Yaşanan ve derinleşen krizle hedef devlet olmaya başladıkça, ulusal bütünlük, hatta hiç yeri olmadığı halde emekçilere ideoloji olarak yutturulmaya çalışılan devletin kutsallığı devreye sokulurken, emekçiler ayrışmaya ve taban daralmaya başlayabilir. Bu süreçte kapitalizm binbir yüzüyle emekçileri bölmeye ve bilinçlerini çelmeye devam edecektir. Ondan dolayıdır ki, tüm bu ve bunlara benzeyen daha birçok oyunlara emekçilerin hazırlıklı ve donanımlı olması gerekçesiyle eylem sıklığının önemi büyüktür.

Emekçilerden gelecek nihayet ve üçüncü hamle sisteme yönelik girişimdir. Sisteme yönelik girişim, teorik olarak sistemin olgunlaşma aşamasında gerçekleşecektir. Bu ortodoks tez tartışılabilir olmakla beraber, emekçi bilincinin gelişmesi açısından konunun işlenmesi zaruridir. Bu aşamada zorluklar daha da bir çetindir, burada emekçinin karşısın asker çıkar. Fakat ondan da önce ve ideolojik olarak emekçi ordusu milliyetçilikten dinciliğe kadar bir dizi gerçek ya da sanal asit havuzundan geçirilerek taban daraltılmaya ve geride kalanlar da boğulmaya çalışılır. Son aşama bu denli engebelerle dolu ve hayli uzak duruyorsa, böyle bir yazıda yeri ve önemi ne olabilir?

Sistem meselesi emekçi cephesi için çok önemli bir anahtardır. Sistem bilinci, kalkış olmadan, sulh ve sükûn dönemlerinde dahi emekçi birliğini sağlayabilecek önemeli bir yapıştırıcıdır. Sistem bilinciyledir ki, sermaye bölünmemekte, en ufak bir karşıt harekette derhal müşterek tepkisini koyabilmekte ve devleti daimi olarak yanında tutabilmektedir. Devletin vergi gelirine muhtaç olması sermaye yanlı olmasını zorlar gibi düşünülebilir. Peki, soralım: Üretimi, katma değeri yapan kimdir, vergiyi veren kimdir? Şimdi de sermayeyi korkutan bir soru soralım: üretimi ve katma değeri yapan emek ise kâr nedir, nasıl oluyor da patronun hanesine yazılıyor. Pandemi döneminde sıcak evlerinde mikroptan korumalı ortamda rahatını güden patronların nasıl oldu da ve ne pahasına kasalarına bu kadar varlık doldu? Görülüyor ki, üretimi yapan da devlete vergi ödeyen de emek olduğu halde, niçin ve nasıl oluyor da devlet sermaye tarafında saf tutuyor ve emekçi eylemlerine karşı sermayeyi koruyor?

Bu hafta bu kademe tartışma ile iktifa edelim. Emek cephesinin siyasi ve ekonomik boyutta daha geniş açılımını gelecek yazıda tartışmaya bırakalım.

Yeni yılın ilk yazısında tüm emekçi dostlarıma, halkımıza ve dünya halklarına barış içinde mutluluklar dilerim.