Kürt hareketiyle ittifaktan 'Cengiz Çandarlar'la yoldaşlığa
Cengiz Çandar ismi temsili ve simgeseldir. Yıllar önce televizyon ekranlarında Fethullah Gülen güzellemesi yapanların bugün sol adına kabul görmesi kabul edilemez. Daha düne kadar Erdoğan’ın uçağından inmeyen Hasan Cemallerin peşine takılan bir siyasetin, sosyalist/devrimci duruşu tartışmalıdır.
Seçim arifesindeyiz. İlkelerin ve siyasetin, bir kez daha aritmetik hesaplara ve pazarlıklar siyasetine kurban edildiği bir dönemden geçiyoruz. Siyasetin yerini aritmetik dört işlemin aldığı garabet bir solcu kültür gelişti. Yancılık ve çıkarcılık, “siyaset yapmak” diye yutturuluyor, eğer siyaset yapacaksan “kirleneceksin” tezi öne çıkartılıyor.
Şöyle bir halet-i ruhiye var: Sosyalist hareket, kendi makus talihini yenmek ve kabuklarını kırmak için “yeni şeyler yapmalı”. Gerekirse ilkelerini biraz geri çekmeli, taktik yapmalı, siyasette kirlenmeyi göze almalı. Kabukları kırmak, marjinal olmaktan çıkmak gibi gerekçelerle “kirlenme” kavramı siyaset yapmanın kaçınılmaz sonucuymuş gibi sunuluyor. Biliriz ki, burjuva siyaset kirlidir. Orada ilkeler ve sözler yoktur, çıkarlar, pazarlıklar ve rant vardır. Ama devrimci siyaset zıttıdır. Devrimci siyasetin, burjuva siyasetten en önemli farklarından birisi de budur. Aslında bu kirlenme kavramı hem CHP’ye payandalığın hem de HDP’ye yanlamanın dolaylı anlatımı değil midir? Ama CHP’ye payandalığın ve HDP’ye yanlamanın politik gerekçeleri ve “sorumluluğu” gündem yapılmazken, seçim taktiği, seçim aritmetiği, barajı aşma hesabı, milletvekili koltuğu kapma “siyaseti”, siyaset yapmak oluyor ve bunun için de “kirlenmek iyidir” demeye getiriyorlar.
Daha süslü kavramla ifade edersek; “sosyalist hareketin toplumsal bir seçenek haline dönüşmesi için yakalanmış bir fırsat” şeklindeki cümleler eli kalem tutanların yazdığı oluyor. Ama kirlenme ve bozulma arasındaki ilişki kimse tarafından kurulmuyor. Aslında ortadaki durum kirlenme değil adlı adınca bir bozulmadır.
İşin bir tarafı da Türkiye sosyalist hareketinin iktidar perspektifini yitirmesi. Eskiden kırlardan-şehirlere, SD-MDD tartışması yapılırdı. Bir iktidar perspektifi, bir siyasal projeksiyon vardı. Bugün ise CHP’ye payanda olunan, HDP’ye yanlanan ve sonuçta liberal siyasetin versiyonu bir durum karşımıza çıkıyor. Umudunu yitiren solun öğrenilmiş çaresizliğidir bu. Uzun süredir kabuklarını kıramayan sol, dile getiremediği bir gerçekliği, seçim hesapları üzerinden “taktik” diye sunarak, CHP’yi desteklemekte, HDP’ye ise yanlayarak “yeni bir şeyler” denediğini zannetmektedir.
Meral Akşener’le aynı otobüse binerseniz, Cengiz Çandarlara oy çağrısı yaparsanız, NATO’nun genişlemesine tavır almazsanız bunun adı “kirlenme” değil, bozulmalıdır.
Aslında mesele açık. Seçim yasasında konan baraj, Türkiye sosyalist hareketinin seçim siyasetinde karşısına çıkan engeldir. Bu engelin aşılması adına bugün Türkiye sosyalist hareketinin bir kısmı için HDP ile ittifak meşru görülüyor. Önemli bir kısmı için ise Ulusların Kendi Kaderini Tayın Hakkı “ilkesi” üzerinden Kürt siyasi hareketiyle ittifak stratejik bir ittifak olarak görülüyor. Ya da kapitalist Türkiye’nin kurucu partisi CHP’yi artık burjuva parti olarak görmekten vazgeçip açık açık destek açıklaması yapılabiliyor. Bu verili durum, geçmişten bugüne yazılanlar ve çizilenlere sığınılarak önemsizleştirilmeye çalışılıyor. Ama belirleyici olan tek başına teorik metinlerinizde ne yazdığınız/ne dediğiniz değil ne yaptığınızdır. Pratik, düşünceyi belirliyor.
Unutturuluyor. HDP ile ittifakın politik, tarihsel ve stratejik olarak ne anlama geldiğini bugün tartışan yok. Aynı şekilde Yetmez Ama Evetçilerle yan yana düşmeyi artık kimse tartışmıyor. Bu başlıklardan kaçıyorlar. “Kaç milletvekili çıkar, ayrı mı girmeli birleşik mi girmeli” gibi, aritmetik seçim hesapları üzerinden yeni bir sol kültür pompalanıyor. Aslında bu kültür, devrimci bir siyasal kültür değil, tersinden burjuva siyaset kültürün soldaki tezahürü oluyor.
Tartışılması gereken olguların başında sosyalizmin bağımsız bir siyasal odak olarak nasıl şekilleneceği gelir. Bu sorunun doğrudan bağlantılı konusu ise ittifaklar meselesidir. Geçmişte sol, ittifakları sınıfsal tanımlar üzerine oturtur, köylülüğün ya da küçük-burjuvazinin işçi sınıfı ile ittifakı tartışmasını yürütürdü. Marks’tan Lenin’e ittifak tartışmaları her zaman işçi sınıfının çıkarlarının merkeze konduğu bir eksen üzerinden ele alındı. Bugün bunlar da yok. Ortada olan, seçimler üzerinden aritmetik hesapların belirlediği ilkesiz/programsız/siyasetsiz bir süreç. Bununla birlikte Türkiye solunda ana tartışma konularının başında Kürt siyasi hareketi ile ittifak konusu gelir. Türkiye sosyalist hareketi bu tartışmayı bugüne kadar “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” üzerinden yürüttü. Bu anlamıyla, stratejik/politik/programatik ittifakların illa milletvekili listelerinde olmasıyla da ilgisi yoktu/yoktur. Ancak dediğimiz gibi seçimlerde HDP’nin barajı aşma ve HDP listelerinden milletvekili olma olanağı, ittifak eksenini politik, stratejik ve programatik değil doğrudan seçim aritmetik hesaplarına indirgemiştir. Güç birliği ve eylem birliği yapardınız; ancak bugün HDP ile kurulan ittifak Türkiye solunun bir kısmı açısından ne yazık ki koltuk ittifakıdır.
Ancak kurulan ittifak, amacı, niyeti ve taktiği ne olursa olsun, eninde sonunda siyasal bir ittifaktır. Bu anlamıyla bugün Türkiye solunda unutulan/tartışılmayan ittifak başlığı yeniden açılmalı, Kürt siyasi hareketi ile kurulan ittifakın ister taktiksel ister seçimsel ister stratejik olsun, siyasi karşılığı masaya yeniden yatırılmalıdır.
Kürt siyasi hareketi, kendi çizgisinde bir kırılmaya gitmemiş ya da yön değiştirmemiştir. Uzunca bir süredir Kürt siyasi hareketinin izlediği yol Ortadoğu’daki yeni durumla da paralel bir biçimde “Kürt sorununda çözüm”e endekslidir. Oslo Görüşmeleri, Habur Açılımı ve Dolmabahçe Mutabakatı ile başlayan, Nevruz’da Öcalan’ın mektubunun okunmasına kadar varan bir sürecin politik çizgisi bugün Kürt siyaseti açısından saklıdır. HDP’nin kuruluşu, böylesi bir çözüm sürecinin politik temsiliyetiyle ilgiliydi ve çözüm süreci eninde sonunda AKP’nin kurucusu olduğu “İkinci Cumhuriyet”e entegrasyon çerçevesine sahipti. Irak’ın kuzeyindeki Barzani yönetimi ile Suriye’nin kuzeyinde oluşan otonom yapı, doğrudan ABD emperyalizminin himayesinde yeni bir durum yaratmış, Kürt siyasi hareketi emperyalizmin bölgesel planlarının karşısında değil doğrudan paralelinde yer almıştır. Hatta daha ilerisi ABD emperyalizmi ile askeri ve siyasi bir ittifak, her iki bölgede de, Kürt siyasetinin bütün kanatları tarafından kurulan verili bir durum olarak karşımızdadır. Bu anlamıyla Kürt siyaseti açısından belirleyici olgulardan birisi de budur ve “Türkiye siyaseti” bu uluslararası durumdan bağımsız bir biçimde ela alınmamaktadır. Bugün HDP, seçim sonrası Kürt sorununda yeni masaların kurulmasını beklemekte, politikasını buna göre şekillendirmektedir. HDP’nin politik çizgisinde bir yön kırılmasının yaşanmadığını bir kez daha saptamak gerekiyor.
Bununla birlikte, Kürt siyaseti hareketinden yeni bir açılım gelmiştir. HDP’nin kapatılma olasılığına karşı yedek parti olarak Yeşil Sol Parti’nin devreye sokulması. Bunu, Kürt siyaseti açısından aynı çizgide bir vites değiştirme olarak görmek gerekir. 2010 referandum sürecinde AKP ile yapılan pazarlıkların sonucunun, liberaller açısından Yetmez Ama Evet , Kürt siyasi hareketi açısından da boykot olduğunu hatırlıyoruz. Bugün Yeşil Sol Parti’ye geçiş, özünde HDP’nin “masa” arayışının yeni bir düzlemi olarak daha liberal bir çizgiye kayışıdır ve yetmez ama evetçi tescilli isimlerin tepeden aday yapılmasının ana nedenlerinden birisi budur. Bununla birlikte Yeşil Sol Parti’nin, Türkiye’de liberallerin ve yetmez ama evetçilerin toplandığı bir siyasal odak olması da şaşırtıcı değildir. Solun temel ilkeleri söz konusu olduğunda Yeşil Sol Parti’ye sosyalist denmesinin ciddi zorlukları bulunuyor. Laiklik, anti-emperyalizm ve sermaye karşıtlığı başlıklarında Yeşil Sol, sosyalist bir çizgiden ziyade liberal bir çizgiye daha çok karşılık gelmektedir.
Türkiye sosyalist hareketinde ittifaklar gündemi, stratejik ya da taktiksel, bu verili gerçeklik ortaya konulmadan ele alınamaz. Liberalizmle ittifak bir tercih olabilir, ancak ulusların kendi kaderini tayin hakkı üzerinden buradan ‘sosyalist bir odağın’ şekillendiğini iddia etmek çok tartışmalıdır. Kürt sorunu ile Kürt siyasi hareketini de ayrı ele almak gerekiyor. Ülkenin en önemli sorunlarından birisi olan Kürt sorununa yaklaşım ile bugün kendisini bu sorun üzerinden var eden Kürt siyasetine yaklaşım bu açıdan birbirinden ayrılmalıdır. Bu ayrım yapılmadığında gelinen nokta sosyalist sol ile arasındaki mesafe her geçen gün artan Kürt siyasi hareketinin kulvarına girmek dışında bir anlama gelmiyor.
İttifakı taktiksel olarak değerlendirip, taktiksel ittifakı “seçim ittifakı” söylemi haline getiren örnekler de var. Yancılık siyasetinin, oportünistçe yapılanı ise bu. Ancak ister stratejik/tarihsel ister taktiksel/güncel, Kürt siyasi hareketiyle kurulan ittifak eninde sonunda liberalizmle kurulan ittifaka tekabül ediyor ve solun kırmızısının yerini yeşilin alması olarak karşımıza çıkıyor. Liberalize edilmiş bir sosyalist hareket, bütün tarihsel birikimi ve teorik doğrularını kâğıt üzerinde bırakmıştır ve bugün hangi saikle olursa olsun ortada sosyalist hareket açısından garabet bir durum bulunmaktadır.
“Sosyalistlerin bağımsız odağı” tezi üzerinden Kürt siyasi hareketinin içinde sosyalistlerin ayrı bir duruş sergilemesi gerektiğini söyleyenler de oluyor. ‘Bağımsız sosyalist odak’ tezi uzunca süredir, HDP ve CHP gölgesi dışında sosyalist hareketin kendi ayakları üzerine kalkması olarak anlaşılırken, ‘bağımsız sosyalist odak’ kavramı, bazı çevreler açısından Kürt siyasetine yamanma siyasetinin “laf cambazlığı”na dönüşüyor.
Onların dayandığı temel tez, Kürt siyasetinin çatısı altında ama ayrı bir duruş sergileme tezinden ibaret. Ancak dediğimiz gibi önce kurulan ittifakın siyasi, stratejik ve taktiksel ekseni ortaya konmak zorundadır. Bugün ne yazık ki, sosyalistlerin kendi ayakları üzerine basarak bağımsız bir odağı şekillendirmeleri gündeme gelemiyor. Kürt siyasi hareketinin “yanında” duruşu temel kabul eden “yancılık siyaseti” stratejik ya da taktiksel ittifak diye sunuluyor.
Kürt siyasi hareketinden bağımsızlaşmanın savunulduğu, ancak Kürt siyaseti ile ittifakın içinde kalmaya devam edilen ve buna dönük tek bir eleştiri yapılmayan duruma gelirsek… Kürt siyasetinden “bağımsız duruşun” gerekçesi ile aynı anda Kürt siyaseti ile “ittifakı” savunmanın gerekçeleri “birlikte” savunulabiliyor. Örneğin TİP’in çatı olarak değil ayrı parti olarak seçimlere girmesini, Kürt siyasetinden bağımsızlaşma tezi üzerinden “gösterip”, Kürt siyasetiyle ortak ve kalıcı bir ittifaka dönük tutumun daha hararetli savunulması ve buna yönelik tek bir sözün dahi dile getirilmemesi tam bir mantık tutarsızlığıdır. Kaldı ki bugün, TİP açısından Emek ve Özgürlük İttifakı, bir seçim ittifakı olarak değil uzun soluklu bir ittifak olarak ifade edilmiş, Erkan Baş bizzat Demirtaş’tan “yoldaşlık belgesi” almıştır.
İster güncel/taktiksel isterse tarihsel/stratejik manada kurulan ittifak olsun, bugün sosyalist hareketin tercihleri politik bir duruşu ifade eder. Bu politik duruş, NATO’nun genişlemesine hayır demeyen Kürt siyasetiyle yan yana gelmeyi, Yetmez Ama Evetçilerle aynı listede bulunmayı ve aynı listede olmasan bile Yetmez Ama Evetçileri, TİP’in yaptığı gibi, desteklemeyi beraberinde getirir.
Yetmez Ama Evetçilerin üzerinde bu kadar tepinmeye gerek var mı peki? Bu soru can alıcı bir sorudur. Çünkü 2010 referandumu Türkiye siyasi tarihi açısından bir kırılma noktasıdır ve bu özgün kesitte oynanan siyasi rol, bir yol kazası olarak açıklanamayacak kadar önemli ve tarihsel bir olgudur. İslamcı-faşist rejiminin önü açılmıştır, bundan daha ötesi yoktur. AKP ve FETÖ ile hesaplaşmak solun işidir, bu aynı zamanda emperyalizmle ve sermaye ile hesaplaşmaktır. Tam da bu nedenle AKP ve FETÖ ile hesaplaşma, Yetmez Ama Evetçilerle hesaplaşmaktan geçmektedir.
Ne yazık ki bugün ‘yeni bir yoldaşlık’ tesis ediliyor. Kürt siyasi hareketi ile ittifaktan Cengiz Çandarlarla yoldaşlığa dönüşen bir değişim/başkalaşım. Siyaset yapmak adına kirlenmeyi vaaz edenler, bugün Yetmez Ama Evetçilerle aynı partide buluşuyor ya da TİP gibi oy ve destek veriyor.
Cengiz Çandar ismi temsili ve simgeseldir. Yıllar önce televizyon ekranlarında Fethullah Gülen güzellemesi yapanların bugün sol adına kabul görmesi kabul edilemez. Daha düne kadar Erdoğan’ın uçağından inmeyen Hasan Cemallerin peşine takılan bir siyasetin, sosyalist/devrimci duruşu tartışmalıdır.
Kürt siyasi hareketiyle İttifaktan Cengiz Çandarlarla yoldaşlığa uzanan bir süreç, solun kırmızısının yerini yeşilinin almasının somut ifadesidir.