Macronizmin ateşi yüksek: 49.3

Fransa gibi burjuva demokrasisinin öncüsü olan bir ülkede hükümet, toplumsal krizi aşmak için polise şiddet kullanma izni veriyorsa vay Batı uygarlığının haline!

 Fransa’da reform adı altında masumlaştırılan yeni emeklilik yasası, halkın yoğun itirazına karşın Anayasa’nın özel bir maddesine (49.3) dayandırılarak yürürlüğe sokuldu. Emeklilik yaşını 62’den 64’e yükselten yasanın Ulusal Meclis oylamasından kaçırılıp oldu bittiyle kabul edilmesi ülke genelinde Ocak ayından bu yana aralıklı olarak süren grev ve protesto eylemlerini daha da şiddetlendirdi. Çalışma Bakanı Olivier Dussopt, kendisi dahil bütün bakanlara “gerekli olmadıkça ortalıkta görünmemeleri” talimatı verildiğini söyledi. Nazım Hikmet’in dediği gibi hiçbir korkuya benzemiyor halkını satanların korkusu…

Özellikle temizlik işçilerinin grevi  nedeniyle toplanmayan çöpler ülkenin bir çok yerinde insan boyunu aşan dağlar oluşturdu. Sokakları kapatan çöp dağlarının çürük kokusuna karşın Paris’te yaşayanlar greve tam destek veriyor. Genelde karanlık çöktüğünde küçük gezici gruplar şehri tarayarak çöp torbalarını ve diğer nesneleri yakıyor [1].

Ne tuhaf ki ateşe verilen çöp yığınlarının yakınında bulunan kaldırım kafelerde oturanlar için yaşam olağan akışında sürüp gidiyor. Sosyal medyaya yansıyan görüntülere bakınca bu kayıtsız tutumu postmodern döneme özgü bir absürtlük olarak tanımlamak mümkün.

Dört yıldan beri başta akaryakıt zamları olmak üzere genelde kötü ekonomik koşullara yönelik protesto eylemleri yapan Sarı Yelekliler bu kez de Macron’un emeklilik reformuna karşı sokağa çıktı. Polis, çok sayıda göstericiye orantısız güç kullanınca BM ve Avrupa Konseyi Fransız Hükümeti’ni uyarmak zorunda kaldı.

İnsan haklarına dayalı burjuva demokrasisi geleneğinin öncüsü olan Fransa gibi bir ülke toplumsal krizi aşmak için polise şiddet kullanma izni veriyorsa vay Batı uygarlığının haline!

Sendikal uyanış

 Emeklilik reformuna yönelik eylemlerin kitleselleşmesinde ve grevlerin yaygınlaşmasında Fransa’daki sendikal hareketi canlandıran dayanışmanın büyük payı var. Sendikalar arası dayanışma cephesi ile yerel sendikal örgütlenmelerin birlikteliği direnişi güçlendirip kitleselleştirdi. Bu büyük güç birliği, sendikaların toplumda yeniden itibar kazanmasını sağladı. Protestoların 10. gününde İçişleri Bakanlığı’na göre 93.000’i Paris’te olmak üzere Fransa genelinde 740.000 gösterici sokaklardaydı.  İşçi Konfederasyonu CGT ise  450.000’i başkentte olmak üzere 2 milyondan fazla göstericinin protestolara katıldığını öne sürüyor [2].

1980’li yıllardan itibaren etkili olan kapitalist küreselleşme, sendikalaşma oranında tüm ülkelerde keskin düşüşler yaşanmasına neden oldu. Neoliberal düzen, sınıfsal karşıtlığı bulanıklaştırmak için kamuoyu algısında işçi ile patronu sanki paydaşmış gibi konumlandırdı. Esnek kapitalizm, kısmi süreli istihdamı yaygınlaştırdıkça emekçiler sendikasızlaştı. Proje bazlı çalışma, taşeronlaşma gibi uygulamalar iş güvencesini sakatladı. İstihdamda istikrarsızlık artarken sendikalaşma oranı azaldı.

Son yıllarda Fransa’da sendikalaşma oranının yüzde 10-12 arasında seyrettiği belirtiliyor [3].

Bu düşük orana karşın militan dokudaki kırılganlıkların emeklilik reformuna yönelik gösterileri olumsuz etkilemediği anlaşılıyor. Sendikalar, kamuoyuna sivil seferberlik çağrısı yaparak protesto eylemlerini örgütledi. Bundan bağımsız olarak dijital medya desteğiyle daha yatay ve spontane bir seferberlik dinamiği oluştu. Köylü hareketleri, meslek odaları, kadın örgütleri, öğrenci toplulukları ve diğer sivil girişimler ortak tepkilerini sokağa yansıttı.

Sendikalar, grev silahını da etkili kullanarak özgül ağırlıklarını kanıtladı. Böylece Başbakan Elisabeth Borne, sendikal dayanışmanın tüm üyelerini muhatap alarak toplantıya davet etmek durumunda kaldı [4]. Kamuoyunda olası buluşmanın pazarlıktan çok gerginliği yumuşatmaya dönük olduğu yönünde bir izlenim var. Çünkü her iki taraf da pozisyonunu korumakta ısrar ediyor.

Sendikalar, ülkeyi yönetenlere protestocuların gerçekte oy veren seçmenler olduğunu hatırlattı. Ayrıca işçinin grev hakkının meşruluğu da kararlı bir sınıf tavrıyla vurgulanmış oldu. Bir çok ülkede sendika tarafından çağrı yapılmadıkça greve çıkmak yasa dışı kabul ediliyor. Oysa Fransa’da grev, bireysel bir hakkın kullanılması olarak algılanıyor. Ülkede siyasal ve toplumsal katılım duyarlılığı yüksek, grev refleksi gelişmiş bir işçi sınıfı var. Sendikal geleneği canlandıran protesto eylemlerini ve grevleri, neoliberalizmin kimlikçi siyasetine sınıfsal bir yanıt olarak okumak gerekiyor.

Sınıf siyaseti serpiliyor

Siyasi temsil açısından bakıldığında çoğu ülkede emekçi kesimin ulusal meclislere doğrudan katılım oranı çok düşük. Sendikacılar ve kanaat önderleri dışında işçi ya da memur vekil sayısı sınırlı. Buna karşılık İngiltere’de Hint kökenli Rishi Sunak, İskoçya’da Pakistan asıllı Hamza Yusuf gibi farklı etnik ya da dini profile sahip politik kişiliklerin hızla yükseldiğine tanık oluyoruz. Fransız Ulusal Meclis üyesi Fildişi Sahili kökenli siyahi kadın Rachel Keke de bunlardan birisi.

Anımsanacağı gibi demokrasiyi kimlikçi siyasetle taçlandırma yolu, ABD’nin siyahi başkanı Obama ile açılmıştı. Hatta başkan seçilince Türkiye’de baba tarafından müslüman diye gıyabında şükür kurbanı bile kesilmişti. Bu sıralar Avrupa liberalizmi de aynı yöntemle popüler siyasi figürler üretiyor. Sanki ötekileştirilen etnik ve dini kimliklere sahip başbakanlar ya da milletvekilleri kapitalist sömürü düzenine karşıymış gibi yüceltiliyor. Mağdur edilen azınlıkları simgeleyen kimlik temsilleriyle sermaye düzenindeki adaletsiz egemenlik ilişkileri perdeleniyor. Neoliberal anlayış, demokrasiyi kimlik siyasetiyle tanımlayarak sınıf siyasetini bastırmaya çalışıyor. Ne var ki giderek derinleşen kriz yüzünden kapitalizm, sınıf siyasetinin büyüyüp serpilmesini önleyemiyor. Fransa’daki protesto eylemleri de bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Fransız Hükümeti, Ulusal Meclis’i baypas edip anayasanın 49.3 sayılı özel maddesiyle emeklilik yasasını yürürlüğe sokunca protestolar kamuoyu nezdinde meşrulaşmış oldu. Entrika kokan bu dayatmacı girişimin tetiklediği toplumsal kriz, Macronizme ağır bir siyasi bedel ödetebilir.

 

[1] https://sputniknews.com.tr/20230321/paris-sokaklarindaki-cop-daglari-fransadaki-emeklilik-reformu-protestolarinin-simgesi-oldu-1068576830.html

[2] https://www.lemonde.fr/politique/live/2023/03/27/reforme-des-retraites-en-direct-pour-emmanuel-macron-la-france-insoumise-veut-delegitimer-les-institutions_6167097_823448.html

[3] https://www.lepoint.fr/economie/retraite-epargne/

[4] https://www.lexpress.fr/politique/borne-et-les-syndicats-parler-retraites-sans-parler-des-64-ans-ce-qui-se-joue-en-coulisses-SWA3NVTEYJBZTASJ6PGXLNSYLE/

 

Yazarın Diğer Yazıları
Ronald-Donald döngüsü 14 Kasım 2024
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024