RÖPORTAJ | Bilgütay Durna: AKP iktidarı yirmi yıllık süreci baştan sona yazılmış bir Anayasa ile noktalamak istiyor

TKH Parti Meclisi üyesi Avukat Bilgütay Hakkı Durna ile Türkiye’de son süreçte yargı alanında yaşananları, yeni Anayasa tartışmalarını ve solun görevlerini konuştuk.

RÖPORTAJ | Bilgütay Durna: AKP iktidarı yirmi yıllık süreci baştan sona yazılmış bir Anayasa ile noktalamak istiyor

Yurtsever: Geçtiğimiz haftalarda Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi (AYM) arasında yaşanan ve “yargı krizi” olarak nitelenen olayın öncesinde ve sonrasındaki durumu nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Bilgütay Hakkı Durna: Krizin hemen öncesine gidersek, hatırlarsınız, Can Atalay dosyası ile ilgili görüşlerini açıklayan Adalet Bakanı, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği “hak ihlali” kararına ilişkin “AYM Anayasa’yı değiştiriyor, böyle bir yetkisi yok” minvalinde bir demeç vermişti. Bir yazımda ifade etmiştim, Bakan bu sözleri ile bir yandan Anayasa Mahkemesi kararına “direnen” hakimlere cesaret verirken, diğer yandan da esasen Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın görev süresinin önümüzdeki Nisan ayında dolacak olmasından hareketle ön alıyordu. Bu demeç meğer krizin de işaret fişeği imiş.

Yargıtay ile AYM arasında yaşanan “kriz”, daha doğru bir ifade ile siyasi iktidar tarafından “üretilen” kriz, sahipleri tarafından çok hızlı bir şekilde başka bir noktaya taşındı. Erdoğan yaşanan krizin “yeni” bir Anayasa ile aşılabileceğini hızlıca ifade etti. Böylece siyasi iktidarın hiç gündeminden düşmeyen, son zamanlarda tekrardan yavaş yavaş ısıtılmaya başlanan “yeni” Anayasa başlığı da bir kez daha gündeme getirildi. Bu nedenlerle, çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yaşanan kriz doğrudan “yeni” Anayasa tartışmaları ile bağlantılıdır.

AKP’nin iktidara gelmesinin hemen sonrasında kendisine tanımlanan misyona hızlıca sahip çıkan, böylece “yeni” rejimin asli bir unsuru haline gelen yargı, 20 yıl boyunca politik iddianameler, ardından da davalar ile rejimin ihtiyaçları doğrultusunda hareket ederek, kararları ile hem siyaset alanının hem de toplumsal alanın dizayn edilmesinde de önemli rol oynamıştı. Bu son krizde de yaptığı, daha doğrusu yapmaya çalıştığı budur.

Yurtsever: Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ortaya atılan 50+1 tartışması da önümüzdeki dönem için bazı sinyaller veriyor mu?

B.H.D.: Toplumun çoğunun aklından geçen, sık sık da dillendirilen bir dizi kaygı bulunmakta. “Acaba AKP iktidarı bırakır mı?”, “ya bırakmazsa” soruları hep akıllarda. Yalnız, soruların bu şekilde sorulmasının eksiklik içerdiğini düşünüyorum. Çünkü AKP esasen iktidarını bırakmasını gerektirecek bir olasılığın gündeme dahi gelmemesi için her türlü önlemi alma çabası ile hareket etmekte. Her seçime farklı bir yasa ile girilmesi dahi bunu göstermekte. İktidar esas olarak bu noktaya odaklanmış durumda. 50+1 tartışmasına da buradan bakmak gerektiğini düşünüyorum. Tabii, Anayasa tartışmalarına ayrıca buradan da bakılmalıdır.

Yurtsever: Türkiye’de yasal ve Anayasal düzlemden başlayan ve önümüze gelen bir dizi başlık bulunuyor. Benzeri şekilde Medeni Kanun’a dönük de değişiklik girişimleri olduğunu görmekteyiz. Bunların hepsinin bileşkesine baktığımızda yeni Anayasa tartışmalarına nasıl yaklaşmak gerekiyor?

B.H.D.: Kestirmeden söyleyeyim. Dinselleşme “yeni” rejimin ana öğesidir ve Türkiye’de dinselleşmenin kurumsallaşması ve hukuksallaşması başlığında sona gelindiğini düşünüyorum. Kurumsallaşma “fiilen” sağlanmış durumda. Bu başlıktaki eksikliklerin bir bütün olarak tamamlanması da gerekmemekte. O, süreç içerisinde hallolacaktır. Şimdi sırada “hukuksallaştırma” bulunmakta. Medeni Kanun’a yönelik müdahale girişimlerine, yeni Anayasa tartışmalarına buradan bakmalıyız.

Tabii, bu başlıkta mutlak olarak ifade etmemiz gereken husus, sık sık dile getirdiğimiz üzere, iktidarın “meşruiyet” ihtiyacıdır. Rejim kendisini 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigmalarının yerine inşa etme çabası ile hareket etti, bugünlere geldi. Hepimizin bildiği üzere de bugünlere “hukuksuzluk” olarak tanımlamanın kolaycılık olacağı, bu nedenle de böylesi bir tanımlamanın yetmeyeceği bir “kuralsızlık” hali ile geldik. Ancak, artık işleyişin siyasi iktidar açısından da “mevzuata” uygun hale getirilmesi gerekmekte. Evet, 20 yıllık dönemde pek çok tekil düzenleme yaptılar. Yine Anayasa’ya bir dizi yama yapıldı. Ancak tüm bunlar yeterli olamamaktadır. İşte, “yeni” Anayasa tartışmaları da burada devreye giriyor. Siyasi iktidar açısından tüm bu sürecin baştan sona yeniden yazılmış bir Anayasayla sonlandırılmasına ihtiyaç bulunmakta. Biraz önce ifade ettiğim gibi, bu “meşruiyet” ile ilgilidir. Buna da ihtiyaçları bulunmakta.

Yurtsever: Türkiye’de AKP eliyle kurulan yeni bir rejimin ve bunun adının konulması arayışının olduğu bir dönemde Anayasa tartışmalarının “sivilleşme, özgürlükler ve demokrasi” bağlamında yürütülmesi ve bu konuda beklentisi olanlar hakkında ne demek istersiniz?

B.H.D.: Liberal sola göre Türkiye’deki siyasi sorunların temelinde hep “derin devlet” olgusu yatmakta. Bu neredeyse her dönem böyle ifade edilmiştir. Ergenekon yargılamalarına yönelik analizler, 12 Eylül 2010 referandumunda alınan tutum ve yetmez ama evet kimliğinin oluşması böylesi bir düşünce yapısının sonucudur. Tabii böylesi bir yaklaşım doğal olarak “katıksız” bir “demokrasi” mücadelesini üretmektedir. Mücadele, devletin sınıfsal yapısı ihmal edilerek/unutularak, demokratikleştirilmesi mücadelesi olmaktadır. Bu nedenle, geçmişte de çeşitli dönemeçlerde “vesayetin kaldırılması için” sürekli olarak AKP’yi desteklediler. Bugün de böyle bir “sorun” ne yazık ki vardır.

Yurtsever: Yeni Anayasa gündeminde Türkiye’de solun önüne genelde AKP iktidarına karşı çıkmakla 12 Eylül Anayasası’nı savunuyor olmak gibi bir ikilem çıkartılıyor. Bunun kendisi illüzyon olarak nitelenebilecek olmakla birlikte böylesi bir düzlem nasıl aşılabilir? Beraberinde, örneğin laiklik ve yeni Anayasa tartışmalarına nasıl yaklaşmak gerekiyor? Türkiye sosyalist hareketi Anayasa tartışmalarından hareketle düzen karşıtı mücadelesini ne gibi bir noktaya taşımalı?

B.H.D.: Bu ikilem sağın ortaya attığı ve elle tutar yanı olmayan bir görüş. Taşıyıcıları yalnızca sağ aktörlerden ibaret olsa bunda bir sorun da görmezdik. Sorun, sol içinde de bu görüşün taraftar bulabilmesi. AKP nihayetinde 12 Eylül’ün devamıdır. Daha doğrusu bir sonucudur. Ancak, tabii ki bu noktada kalmamıştır. 12 Eylül’den bugüne düz bir çizgi halinde yol alındığını ifade etmek de oldukça kolay bir açıklama olacaktır. Kuşkusuz AKP dönemi ile kendisinden önceki dönemler arasında bir süreklilik bulunmakta. Ancak son 20 yılda yaşananları, yalnızca buradan açıklama çabası ile yetinirsek, olan biteni 80’den bugüne gelinen bir süreç olarak tanımlarsak, bu çok eksikli kalacaktır.

Peki, bu düzlemi nasıl aşacağız? Politik özneleri bir kenara bırakın, geniş kitlelerin aktarmaya çalıştığım tüm bu gelişmelere ilişkin bir itirazı olmadığı söylenemez. Tam aksine, bu ülkede “her şeye rağmen” kapsanamayan on milyonlarca yurttaş bulunmaktadır. Büyük ağırlığı “cumhuriyetçi” reflekslerle hareket eden bu toplamın seçimlere gelindiğinde düzen içi aktörlere oy vermek zorunda kalması da kimse için yanıltıcı olmamalıdır. Kitlelerin seçime ve meclise yönelik halen umut beslemesi, seçimlerde de belli başlı aktörlere mahkûm kalması bir yerden sonra da onların değil bizlerin, solun “sorunu”dur.

Bu noktada tekrar politik öznelere dönebiliriz. Ancak, önce düzen içi aktörleri bir kenara koymamız gerekmekte. Bu aktörlerin tümünün ülkenin geldiği noktaya ilişkin temelden bir itirazı bulunmamakta. Gerçekten de “taraflar” arasında süren tartışmalar esasen “modele” ilişkindir. Tartışmalar başkanlık rejiminin düzeltilmesinden tutun da parlamenter sisteme geri dönüşe kadar birçok açıdan yürütülmektedir. Ancak bu kadar! Ne yazık ki, bu tartışmaları sürdürebilmeleri için de nihai olarak yapmaları gereken ve yapacakları da önlerine gelen Anayasa tartışmalarına katılmak olacaktır. Keşke yanılıyor olsak. Örnek olsun, düzen içi aktörlerin sol kanadı için, Anayasa’nın ilk dört maddesine “dokunulmaması” yeterli gözükmektedir. Peki, gerisi?

İşte, tüm bu nedenlerle, ülke solu, yurtseverler, ilericiler Anayasa tartışmalarında çizgiyi tam da buradan çekmelidirler. Usanmadan tekrar edilmelidir; adlı adınca, yeni Anayasa çalışmaları doğrudan “yeni” rejimin tesisiyle ilgilidir. Esasen de iktidarlarını kalıcılaştırma çabası ile ilgilidir. Yalnızca bu nedenle dahi, bu ülkenin solcuları Anayasa tartışmasının kıyısından bile geçmemelidir.

Peki, ne yapacağız? Elimizde sihirli bir değnek yok. Hiçbir zaman da olmadı. Örgütleneceğiz ve mücadele edeceğiz. Ülkemiz için solun örgütlü müdahalesinden başka bir çıkış bulunmamaktadır. Örgütlü, bağımsız ve “akılcı” bir müdahale… Başka bir şansımız bulunmamaktadır.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında oluşturduğu kamucu, aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı kimlik bugün için sosyalizmin ayağını bastığı zemindir. Ve bu değerler günümüzde ancak sosyalizm tarafından ileriye taşınabilir durumdadır.

(Bu röportaj Yurtsever gazetesinin 3. sayısında yayınlanmıştır.)