Tülin Tankut yazdı: Gündelik hayatı sürdürmekte zorlananlar (2): Zorlanan kadınlar

Kısacası ulusal ve uluslararası araştırmaların gösterdiği gibi, cinsiyet ayrımcılığı konusunda önlem almak için kaplumbağa adımlarıyla ilerleyen bir ülke olduğumuzu kabul etmeliyiz.

Tülin Tankut yazdı: Gündelik hayatı sürdürmekte zorlananlar (2): Zorlanan kadınlar

İlk yazıyı bitirirken kadınlarda kalmıştık. Neoliberalizm, tüm dünyada geniş kadın kitlelerine yarar getirmek şöyle dursun, iş yaşamına atılmış kadınları eski statülerini aratacak duruma getirmiştir. Onları işsizlik, yoksulluk ve şiddetle baş başa bırakmış , kendi başarısızlığının faturasını toplumun en zayıf halkası saydığı kadınlara ödetmeye kalkmıştır.

Bize gelince; İslam dininde kadınların iş gücü piyasasına katılımları uygun görülmez türü fetvalar, son günlerde dinci çevrelerce pervasızca telaffuz ediliyor. (Aczimendi tarikatı mensubu bir zat, medyada, bu konudaki söylemleriyle hem kadınlara hem de eşini işe gönderen erkeklere alenen hakaretler yağdırdı.) Toplumsal cinsiyet hiyerarşisini besleyen dinciliğin yanı sıra milliyetçilik de ondan geri kalmaz. Aynı telden çalan TV kanallarının gündüz kuşağı programlarıysa adeta kadınlara “evinin kadını olma” kimliğini dayatan siyasetçilerin sözcüsü gibi davranmaktalar.(1)

Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri, kadın örgütlerinin mücadeleleri sayesinde toplumda farkındalık yaratırken bitmek bilmeyen olaylar karşısında bu mücadeleler, kamuoyunda hatırı sayılır bir destek kazandı. Sanatın müzik, film, dizi, tiyatro, resim vb. dallarında ve edebiyat alanında bu konuyu işleyen değerli yapıtlar üretildi. Akademi dünyası da konuya aynı ilgiyi gösterdi. Ancak hukuk cephesinde yeni bir şey yok, diyebiliriz. Şiddet hız kesmeden tırmanıyor. Hâlâ kadınlara yolda rahatça yürüme özgürlüğü bile sağlanamadı. Peki buna dur demek için daha ne kadar beklenecek? (2)

Öncelikle bunun “cinsiyetçi şiddet” olduğunu topluma kabul ettirmek ve toplumsal bir sorunu da bağımsız uzmanlara danışarak sorgulamak gerekir. Sözgelimi suçlu, bu cesareti nereden buluyor? Mahkeme sonuçlarında suçu işleyenler neden kayırılıyor? Şiddetin kaynağını kurutmak için bu sorgulama çok önemlidir. Her şey bir yana kadın nüfus her yerde; ailede, okulda, iş dünyasında vb. faaliyetler içinde. Ailede kadının ev işi ve bakım yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için sağlam kafa ve bedene ihtiyacı vardır. İş dünyası ucuz iş gücünden yoksun kalmak istemez; önce işine bakar, sağlam çalışan arar. Kızların da öğrenim yaşamını sürdürebilmesi güvenlik ihtiyaçlarının sağlanmasına bağlıdır. Kısacası ulusal ve uluslararası araştırmaların gösterdiği gibi, cinsiyet ayrımcılığı konusunda önlem almak için kaplumbağa adımlarıyla ilerleyen bir ülke olduğumuzu kabul etmeliyiz.

Cinsiyet kimliğiyse fiili olarak, yaşanarak oluşur. Yalnız seküler kesimde değil, muhafazakâr kesimde de kız çocuklarının ve kadınların, cinsiyetlerinden ötürü maruz kaldıkları baskıya dayanamayıp evden kaçtıkları haberleri medyanın gündeminden hiç düşmüyor. Muhafazakâr kesimin kadınlarının, görünürdeki dinsel baskının arkasındaki kültürel normları sorgulama hakkı vardır. İslami entelektüellerden bazılarının iddiası, bu normlara erkek egemen ideolojinin eklemlendiği yönündedir. Kaldı ki, hukuk sistemimizin cinsiyetçiliği de hâlâ sorgulanmaktadır.

Bu ülkenin yurttaşı olarak muhafazakâr ve seküler kadınların kendileriyle ilgili gerçeği öğrenme haklarını kullanmaları, özgürlüğe gidecek yolda ilk adımdır. Kendi deneyimlerini gözden geçirerek, toplumda kadın olmanın zorluklarının farkına varmaları kendi çıkarlarınadır. (Ne demek “Saçını süpürge etmek”? Bu bir erdem sayılabilir mi?) Taşınması ağır gelen kimliklerden kurtulmanın, öncelikle yurttaşlık bilinci kazanmaktan başka yolu yoktur. Cinsiyet ayrımcılığına yenik düşmemek içinse, kadınların aile ve toplum içindeki konumları üzerinde düşünebilmelerine yol açacak çelişkileri görünür kılmaları açısından kadın bakış açısına ihtiyaç duyulacağı unutulmamalıdır.

Toplumsal cinsiyet ve diğer mağduriyetlerin kapitalist sistemin ayrımcılığından kaynaklandığı günümüzde su yüzüne çıkmıştır. Tarih, batı demokrasinin ne denli kırılgan olduğunun örnekleriyle doludur. Nazi faşizmi son olmamıştır. Kapitalizmle faşizmin yakınlığını bu kez İsrail-Hamas çatışmasında gördük. (Almanya, Gazze ile dayanışma hareketlerini yasaklamış, yasağa uymayanlara ağır yaptırımlar getirmiş.) Madalyonun öbür yüzündeyse dünya halklarının protestolarına tanık oluyoruz.

Kuşkusuz tek bir Batı yok; insani değerleri yok etmeye kalkışan faşist diktatörlüklere karşı mücadele etmek, 1789 Aydınlanması’nın getirdiği laiklik, demokrasi, eşitlik , özgürlük , toplumculuk gibi değerleri savunmakla gerçekleşiyor. Kamuoyları güçlü olduğu için yönetimlere etkili bir baskı uygulayabiliyorlar. (Bunda insanların Filistinlilerden sonra sıra bana mı gelecek kaygısının da payı olmalı) Bu savaştan çıkarılacak derslerden biri de insanlığın yararına, dini ve ahlaki bilgileri halka aktarmak olan vahiy dinlerin yeni konumudur; savaş, siyasi iktidarların güdümünde kitlelerin kolaylıkla yönetilmesi amacıyla dinin araçsallaştırılmasına dikkat çekmiştir.

Musevi, Hıristiyan, Müslüman, bu üç büyük dine dair verilen din eğitimler, dünyada hırsızlık, rüşvetçilik, kaçakçılık, gasp, cinayet, haksız kazanç, dolandırıcılık , kara para aklama, halk sağlığını hiçe sayan gıda terörü – saymakla bitmez- gibi suçların önlenmesi için ne derece etkili oluyorlar? Dini mekanlarda toplanıldığında yalnızca dini menkıbeler mi konuşuluyor? Hurafelerin, dogmanın hortlamasına zemin hazırlayarak toplumsal dokuya zarar veren dinci politikaların , çağdaş toplumun çağa uygun değişimi ve dönüşümü için engel oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bunu engellemek için sanattan yararlanılabilir. Sanat ve edebiyat da dünyayı yorumlama biçimlerinden biridir. Baskılara karşın kamuoyunun ısrarcı tutumuyla ülkemizde de tiyatro perdeleri açılıyor; bağımsız filmler ve belgeseller, reyting kaygısını yenebilen diziler izleniyor, konserler gençlerle dolup taşıyor, kitap basımı durmuyor. Kadın yaşamlarına getirilen kısıtlamalara karşın, genç kızlarımız, başarılarını dünyaya duyuran sporcularımızı örnek alarak hayallerinin peşinden gitmekten vazgeçmiyorlar.

Özetle, gerçekçi olmakla gerekirse, ülkemizde ve ileri kapitalist ülkelerde (bile) yükümlülüklerini yerine getirmekten uzak, siyasete karışan dini kurumlar gibi hukuk sistemi de aynı nedenlerle sınıfta kalmıştır. Politikacılara güven azalmıştır. (Siyasal iktidar, yasaları uygulamakla mükelleftir, diye tanımlanır oysa) Kadınlarsa, özellikle Müslüman ülkelerde, dış dünyayla daha az ilişki içindedir. Bedensel özgürlüğü de zihinsel özgürlüğü de tadabilmiş değillerdir.

Demek ki, dünya köklü bir toplumsal dönüşüme ihtiyaç duymaktadır. (Sonraki yazının konusu bu olacaktır.)

DİPNOT: (1) ve (2) ayrı yazılarda ele alınacak.