Ulaş Karadağ yazdı: Hukuk, yargı, mafya: Suçu hukuki bir fiile dönüştürmek

Tarihin bu konuda gösterdiği gerçek şudur: İşlenmemiş suçlara verilen politik cezalara daima, işlenen suçların cezasız (çoğu zaman ceza yargılamasının dışında) bırakılması, “makulleştirilmesi”, ve hatta “hukukileştirilmesi” eşlik eder. Hukuk, bir anlamda görelileştirilir.

Yargıtay’ın bir yandan Hatay Milletvekili Can Atalay’ın özgürlüğünü (yazılı) anayasaya aykırı bir biçimde sınırlamaya devam ederken diğer yandan Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması; dahası aynı gün “Kentsel Dönüşüm Yasası”nın Meclis’ten geçmesi,  suç, ceza ve hukuksuzluk arasındaki ilişkinin birbirlerinden ayrılamaz iki boyutu bulunduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu (İstanbul Barosu’nun ne dediğini hatırlayalım: “Kentsel Dönüşüm Değişiklik Yasası, Yurttaşların Hak Arama, Savunma, Konut, Barınma ve Mülkiyet Hakkının İhlalidir, Demokrasiye Evrensel Hukuk Kurallarına Ve Anayasaya Aykırıdır).

Tarihin bu konuda gösterdiği gerçek şudur: İşlenmemiş suçlara verilen politik cezalara daima, işlenen suçların cezasız (çoğu zaman ceza yargılamasının dışında) bırakılması, “makulleştirilmesi”, ve hatta “hukukileştirilmesi” eşlik eder. Hukuk, bir anlamda görelileştirilir. Kentsel Dönüşüm Yasası, böyle bir yasadır. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı, hem Can Atalay’ın özgürlüğünün sınırlanması hem de AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması bakımından böyle bir karardır.

Öte yandan, mahkemeler veya mahkeme üyelerinden ziyade toplumsal ve sınıfsal mücadelenin tarafları arasında hayat bulan bu pratik, tarihsel ve sistemiktir. Suç ve ceza arasındaki ilişkinin nasıl ve kim tarafından tayin edildiği sorusu, bu ikisinin birer boyunduruk aracı haline nasıl getirildiğini kavramak açısından can alıcıdır. Marx tam da bu nedenle, Odun Hırsızlığı Yasası Üzerine Tartışmalar hakkındaki gazete yazılarında şöyle der: “Nasıl ki ortada suç yokken suç olduğuna inandırmayı hiçbir zaman başaramayacaksanız, bizzat suçu hukuki bir fiile dönüştürmeyi de hiçbir zaman başaramayacaksınız”.[1] Marx’ın mülkiyete ilişkin kurduğu bu cümlenin önemi, bugün çok daha geniş bir kapsamda karşımıza çıkıyor.

Yargının içinde bulunduğu duruma ilişkin rüşvet ve mafya haberlerinin, tam da politik adliye pratiğinin toplumu bütünüyle kuşattığı zamanlarda “akıl almaz” boyutlara ulaşması bu bakımdan tesadüf değil. Hatırlayalım: İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) gönderdiği rüşvet yazısının Timur Soykan tarafından haberleştirilerek ortaya çıkarılmasından bir süre önce Barış Pehlivan, Cumhuriyet Gazetesi’nde “Bir mafya üyesi anlatıyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazı, Pehlivan’ın cezaevinde rastladığı bir mafya üyesinin, mafya-devlet ilişkisine dair içeriden verdiği bilgileri paylaşıyor. Bu bilgilerden biri de mafyanın en fazla kaynak ayırdığı grubun yargıçlar olduğu:

“Mafyanın en çok para yedirdiği grup hâkimlerdir” diyor mafya üyesi, “yargılama sürecinde onlara ihtiyaç vardır çünkü. Örneğin benim dosyama bakacak olan Yargıtay’ın ilgili ceza dairesinin üyesini bağlamıştık. Önce yoklama çekerdi bana. Pahalı bir restorana mı gitmek istiyor, beni arardı. Birine hediye mi gönderilecek, sözde bana danışırdı. Sonra gün geldi, 5 milyon liraya benim alacağım cezayı 3’te 1’e indirdi”.[2]

Bu yazıdan bir ay sonra İstanbul Anadolu Başsavcısı Uçar’ın, Timur Soykan’ın kelimeleriyle, “uyuşturucu kaçakçılarının, yasadışı bahisçilerin, milyonlarca lira gasp edenlerin nasıl tahliye edildiğini” gözler önüne serdiği dilekçesi ortaya çıktı. BirGün Gazetesi’nde yer alan habere tabii ki yasak getirildi. Ancak 11 Kasım’da, Soykan bu defa Uçar’ı devlete başkaldırmakla suçlayan Adalet Komisyonu başkanı Bekir Altun’un Anadolu 9. Asliye Ceza Mahkemesi hakimini arayıp ilgili davaya nasıl müdahale etmeye çalıştığını haberleştirdi. Haberde aynı zamanda yargı mensuplarını fişleyen bir yapının varlığından söz edildi.[3]

13 Kasım’da ise Barış Terkoğlu, “Can Atalay’ı Kurtaracak Masal” başlıklı yazısında hem tarikatlarla hem de iktidar bloğunun partileriyle içli dışlı olan ve iş adamı olarak bilinen bir kimsenin yargı üyeleriyle olan yakın ilişkisini ortaya koydu. Terkoğlu, bu kimsenin yüksek yargı bürokratlarıyla, bazı AYM üyeleriyle ve yine Adalet Bakanlığı bürokratlarıyla onlarca fotoğrafı olduğunu belirtti. Öyle ki bu şahsın bir mahkeme başkanıyla kürsüde çekilmiş fotoğrafı bile var.[4]

Belli ki bunlar münferit örnekler değil. Tablonun genelini, Terkoğlu’nun başka bir yazısının son paragrafı anlatıyor: “Milletin içtiği iki kadehle uğraşanlar, bir tweet’ten aylarca insan tutuklayanlar, uyuşturucu sahiplerini adliyelerin arka kapısından bırakıyor. Bir zamanlar FETÖ’nün örgütlendiği ağır ceza mahkemelerinin bugünkü kimi üyeleri Türk mafyasına cenneti yaşatıyor!”.[5]

Aslına bakılırsa, mafyanın devlet bürokrasinin farklı alanlarına duyduğu yakın ilgi, kısmen sinema ve edebiyat kısmen de modern tarihin bazı popüler kesitleri sayesinde yaygın olarak bildiğimiz bir husus. Ancak günümüzde pek çok ülke için bu ilişki, gerçeğin kurguyu bütünüyle çaresiz bıraktığı akıl almaz bir hal almış durumda. Dolayısıyla da mafya-devlet ilişkisinde hukukun ve yargının nasıl bir yeri ve işlevi olduğu konusu artık detaylıca incelenmesi gereken bir sorun olarak karşımıza çıkıyor (bu açıdan araştırmacı gazetecilerin ortaya çıkardığı bilgilerin önemi eskisine göre çok daha fazla). Nitekim, Macaristan’daki “mafya devleti” deneyimi üzerine yakın dönemde yazılanlar, mafyaya özgü yöntemlerin artık siyasi ve ekonomik gücün birikimi ve dağıtımı açısından devlet düzeyinde işlev gördüğünü vurguluyor.[6] Bu işleyişin en önemli parçalarından biri ise, ekonominin hukuki işleyişinde hukuk dışı faaliyetin bir payanda işlevi görmesi.[7] Bu illegal zemin ve destek, aynı zamanda legal bir düzeneğe tahvil ediliyor, (olağan biçiminde olmasa da) hukukileştiriliyor. Burada da yargının, yargıç ve savcıların rolü pek tabii ki çok büyük.

Peki, “yargı nereye gidiyor?” madalyonunun diğer yüzü olan politik adliyenin doğrudan yargıçlar ve savcılar üzerinde bir etkisi yok mu? Kuşkusuz var. Gelinen noktada yargıçlar ve savcılar eliyle adaletin yok edildiğini söylemek mümkün. Ancak, suçun cezasız bırakılmasının, fiili olarak hukukileştirilmesinin yargıç ve savcılar eliyle gerçekleştirilmesini sağlayan şey; ülkedeki onurlu yargıç ve savcıların verdikleri kararlar dolayısıyla yerlerinin değiştirilmesi, dahası adil yargılanma hakkının ihlal edildiği uydurma soruşturmalarla birer birer sürgün edilmeleri ve emekliliğe zorlanmaları aynı zamanda. Her şeye rağmen, bağımsız ve tarafsız yargı üyelerinin varlıkları hala birer umut. Baroların ve Yargıçlar Sendikası’nın son dönemki açıklamaları da bunu gösteriyor.

[1] Karl Marx, “Odun Hırsızlığı Yasası Üzerine Tartışmalar”, Mülksüzler, Daniel Bensaid, Dipnot, 2016.

[2] Barış Pehlivan, “Bir Mafya Üyesi Anlatıyor”, 01.09.2023, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-pehlivan/bir-mafya-uyesi-anlatiyor-2114689.

[3] Timur Soykan, “Hakim: Yargıya Müdahalenin Ses Kaydını Aldım”, 11.11.2023, https://www.birgun.net/makale/hakim-yargiya-mudahalenin-ses-kaydini-aldim-482611.

[4] Barış Terkoğlu, “Can Atalay’ı Kurtaracak Masal”, 13.11.2023, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/can-atalayi-kurtaracak-masal-2140384.

[5] Barış Terkoğlu, “Bataklığın İçindeki Türk Yargısı”, 23.10.2023, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/batakligin-icindeki-turk-yargisi-2132950.

[6] Zoltán Fleck, “Law under the Mafia State”, Twenty-Five Sides of a Post-Communist Mafia State, Bálint Magyar ve Júlia Vásárhelyi (Ed.), CEU Press, 2017.

[7] Bálint Magyar, Post-Communist Mafia State: The Case of Hungary, CEU Press, 2016.