İktidar kaybeder, muhalefet kazanamaz!
Türkiye sosyalist hareketinde “psikolojik bir solculuk” baskın bir davranış biçimidir. Her türlü değişimi çok abartan, erken saptamalar yapan, erken harekete geçen ya da erkenden küsen, umudunu çabuk yitirip sonra anında gaza gelen bir davranış biçimi…
Türkiye’de düzen siyasetine yönelik kehanette bulunmak her zaman risklidir. Risklidir çünkü tutmayan tahminler yüzünden edilen büyük sözlerin altında kalabilirsiniz. Öte yandan Türkiye dinamik bir ülke olduğundan, geleceğe dair keskin ve kesin saptamalar, büyük oranda saparlar. Ama eğilimleri belirleyebilirsiniz.
Devrimci siyaset yürütürken de düzen siyasetinin eğilimlerini, yönelimlerini ya da doğrultusunu görebilmek hem önemli hem de ciddi bir iştir. Her an değişen siyasal dinamikler ya da güncellik üzerinden değil teorik bir çerçeveyle ya da yine başka bir deyişle tarihsel bir yaklaşımla eğilimleri anlamak mümkün.
Ancak Türkiye solunda eğilimleri ve yönelimleri anlamaya çalışmak bir yana geleceğe dair kehanet okuma, bunun üzerinden politik pozisyon belirleme neredeyse sol siyasetin bir alışkanlığı gibi. Asıl sorun ise kimsenin gerçekleşmeyen kehanetlerin eleştirisini ya da hesabını vermek gibi bir davranışa sahip olmaması.
Örneğin, Gezi’den hemen sonra “AKP gitti gidiyor” saptaması yapıp “AKP’nin gidişinde yeri olmayanın gelecekte yeri yoktur, bir tekmede biz vuralım, Leninist örgüt mörgüt boş verin, siyaset yapalım” diyerek düzen siyasetinin parçası haline gelenler, 10 yıl sonra saptamalarının yanlışlanması konusunda bir şey söyleme dürüstlüğünü bile göstermediler. Göstermedikleri gibi düzen siyasetinin kuyruğunu takılmayı maharet diye anlatıyorlar.
Örneğin son genel seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun kazanmasına “oynanmadı mı”? Hatta “Kılıçdaroğlu yüzde 60 ile kazanır” gibi iddialı saptamalar dahi yapılıyor, kulağımıza geliyordu. Bu öngörüde bulunanlar risk aldılar ve “Bir oy Kılıçdaroğlu’na” siyasetiyle düzen siyasetinin teknesine su taşıdılar. Ancak kafaların ardındaki hesapların tutmaması konusunda kimse şapkayı önüne koymadığı gibi bir burjuva partisi olan CHP’ye oy çağrısı yapmanın muhasebesi dahi yapılmadı.
Kılıçdaroğlu’nun genel seçimleri kaybetmesi sonrası CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel’e yönelik olumlu öngörü yine bir başka örnek. Özel ile yapılan röportajlara şöyle bir bakacak olursak, CHP’den beklenen sol bir değişim umudu ne yazık ki normalleşme açılımıyla çok hızlı sukut-u hayal oldu.
Örneğin, yerel seçim sonrası CHP’nin birinci parti çıkması ve hemen ardından tematik mitinglerle “CHP’nin sola açılacağı, sol alanı dolduracağı, sosyalist solun alanını daraltacağı” tezi bugün CHP’nin sağcılaşma siyasetiyle çok kısa sürede çökmedi mi? CHP sol alanı kaplarsa, solun CHP’nin kuyruğuna takılma riskine karşı Kürt siyasetinden medet umma şeklinde özetlenebilecek apolitizm ise Kürt siyasetinin CHP ile birlikte normalleşip MHP ile el sıkışmasıyla kendisini türetmiş oldu.
Türkiye sosyalist hareketinde “psikolojik bir solculuk” baskın bir davranış biçimidir. Her türlü değişimi çok abartan, erken saptamalar yapan, erken harekete geçen ya da erkenden küsen, umudunu çabuk yitirip sonra anında gaza gelen bir davranış biçimi… Bu durum adına genel olarak söylenecek söz sanırım şu: Duygusu aklının önüne geçer. Örgütlü ve sebatkar solculuğu sürdüremiyor. Niceliği, çoğu zaman niteliğin önüne koyuyor.
Bugün de benzer duygu durumları görüyoruz. Yazının başında değindiğim öngörülere benzer yeni siyasal analizler yapılmaya başlanıyor: Toplumsal çürüme, toplumsal çözülüş, solun bitişi, örgütlü solculuğun tükenişi, solun alanının daralması gibi saptamalar sıralanmaya başlıyor… Aslında diyalektik gerçeklik karşısında yaşanan sıkışmanın tezahürü bu. Şiddetli çelişkiler toplumsal alanda kendisini gösterirken buradan devrimci bir siyasal çıkışın ortaya çıkmaması arasındaki sıkışmanın ruh hali ve bu ruh halinin yazdırdığı aklın değil duygunun önde olduğu saptamalar.
Ancak toplumsal dinamikler açısından bakıldığında söylenmesi gereken şu: Zemberek sıkışıyor, toplumsal tepki birikiyor; hem de derinden.
Bugün siyaset düzlemi için yapılacak bir saptama varsa, o da şu şekilde formüle edilebilir: İktidar kaybeder, ancak muhalefet kazanamaz.
Sizce sol geriye mi çekilmeli?