Kapitalizmin müthiş oyunu: Yerel demokrasi

"Üniter devlet yapılarında, kuvvetler ayırımı ilkesi yerine tek adam uygulanmasıyla koyulaşan yönetim sisteminde demokrasi açısından salt yerel demokrasi konusunu değil, genel olarak demokrasi konusunu gündeme gelir. Fevkalade haklı böylesi iddialar karşısında, konunun anlamlı tanımının yapılabilmesi için önce toplumun üretim ilişkisi alt-yapısının odağa yatırılması ve gelir dağılımı meselesinin ele alınması gerekmektedir."

Bir yandan tek adam yönetiminin halk üzerindeki baskısı yoğunlaşır, diğer yandan da yerel seçimler yaklaşırken yerel demokrasi görüşü öne çıkmakta ve demokrasi adına bu konulardaki tartışmalar yoğunlaşmaktadır. İlk bakışta fevkalde hassas ve önemli bir konu olan yerel demokrasi görüşünün, dikkatlice incelendiğinde, aslında despotizme doğru sürüklenen kapitalizmin, aynen “temel vatandaşlık geliri” ya da “mikro-kredi sistemi” konularında görüldüğü üzere, sisteme eklenerek, kapitalizmin yeni bir çehreye büründürülüp, demokratikleşme yaftası ile halka yedirilmesinde kullanıldığı anlaşılır.

Yerel demokrasi anlayışı, daha çok üniter devlet sistemlerinde merkezi idarenin yerel mahallerin ihtiyaçlarını bilemeyeceği ve isabetli kararlar alamayacağı görüşünden kaynaklanarak, siyasi karar mekanizmasında merkezi idare kararlarının yanında ve tamamlayıcı olarak yerel yönetim kararlarının da başat olması genel görüşüne dayanır. Habermas’ın “kamusal alan” anlayışına benzer şekilde, yerel demokrasi sisteminde de, özellikle de halkların kararlarının iki seçim arasındaki dönemde de etkili, hatta başat olmasının demokrasi açısından fevkalade ileri bir adım olacağı görüşü ileri sürülmektedir.

Ülkemizde kamu yönetim şablonunda yer alan yerel idareler, belediyeler ve köyler tipik yerel idare niteliğinde kuruluşlardır. Hatta eski dönemlerde yerel mahallerde ilkokulların yönetiminde etkili olan İl Özel İdareleri de bulunmakta idi. Eğitim sisteminin zamanla tümüyle Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmesinden sonra İl Özel İdareleri’nin bu işlevi ortadan kalkmıştır.

Teorik düzeyde yerel idarelere verilen tipik örnekler arasında, yerel halk meclisleri, belediye gibi yerel idarelerin toplantılarının aleni olması ve halk meclislerinin aldıkları kararların yerel idarelere aktarılarak kararlarda halkın düşüncelerinin de yer almasının sağlanması gibi konular bulunur. Bu tür düşünce ve önerilere karşıt olarak, özellikle son dönemlerde kayyum atama sistemi ile merkezin yerellere müdahalesinin demokrasi kurallarına aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
Üniter devlet yapılarında, kuvvetler ayırımı ilkesi yerine tek adam uygulanmasıyla koyulaşan yönetim sisteminde demokrasi açısından salt yerel demokrasi konusunu değil, genel olarak demokrasi konusunu gündeme gelir. Fevkalade haklı böylesi iddialar karşısında, konunun anlamlı tanımının yapılabilmesi için önce toplumun üretim ilişkisi alt-yapısının odağa yatırılması ve gelir dağılımı meselesinin ele alınması gerekmektedir. Şunu demek istiyorum ki, günümüz toplumlarında anlamlı demokrasi tartışmasının yapabilmesi için 1789 Fransız Devriminin ‘özgürlük-adalet-kardeşlik’ üçlemesiyle tarih sahnesine kazandırdığı ‘siyasi demokrasi’ anlayışı değil,1840’lardan sonra İngiltere’de başlayan sanayi devrimi ile gündeme gelmiş olan ‘ekonomik demokrasi’ kavramı ve anlayışının öne çıkarılması gerekmektedir. Özgürlüğünü yitirmiş olan emek sermayenin kölesi, siyasi erk ise sistemin bekçisi ve patronun kölesi olarak karşılıklı konumlanışta oluşan yapıda kaynakların belirli ellerde toplanıp medya, akademi, hatta hukuk sistemi ile toplum üzerinde hâkimiyet kurulduğu koşulda salt yerellik toplumu demokratikleştiremez, tam tersi, demokratik görüntü altında koyu faşist sistem oluşturabilir. Bu koşullarda yerel idareler de sermayenin sadık bekçisi olan merkez yönetimden farklı düşünemeyip, haklarına yabancılaşmış olan halk kesimi de sermaye ideolojisinin başat olduğu homojen düşünce ve eylem kalıplarından çıkamadan karar alıyor olur. Görünüşte âdemi merkezi karar mekanizmasının kurulduğu sanılan sistem, tam tersine, anlaşılamadık şekilde despotik bir yönetim sistemine dönüşür.

Gelir dağılımının farklılaşması ya da görece dengelenmesi çok önemli bir koşul olmakla beraber, tek başına yeterli değildir. Çünkü bireylerin ya da yerel toplumların birbirinden fazla farklılaşamamasının en önemli sebebi, sermaye ideolojisinin toplumun tüm bireylerine onların öz-çıkarları olarak bilinç-altına sokulmasıdır. Böylece oluşturulan homojen görüş kalıplarının yerelde temsil edilmesi ancak şekli demokrasi olarak düşünülebilir, fakat gerçek demokrasi değildir. Homojen fikirlerin oluşumunda salt medya dahi tek başına sorumlu değildir. Kapitalist sistemde patron ‘sermayeleşmiş biyolojik varlık’ olarak şekillendiği gibi, emekçiler ve toplumun diğer kesimleri de sermayeleşmiş varlıklar olarak şekillenir ve ona göre davranış kalıplarına bürünürler.

Özellikle gelişmekte olan ekonomilerde yerel demokrasi uygulaması gelir dağılımını bir derece düzeltirken, tam da bu sebeple, sermaye birikimi aleyhine sonuç oluşturur. Bunun sebebi, yerel güçlenmenin ulusal katma değerden sermaye birikimi aleyhine daha fazla kaynak çekişini zorunlu hale getirebilmesidir. Diğer bir deyişle, etkili yerelleşme sosyal açıdan tasvip edilirken, sermaye birikimi ve ulusal gelirin büyütülmesi açısından olumlu görülmez. Kapitalist sistemde, özellikle kalkınma aşamasını henüz tamamlamamış toplumlarda yerelleşme konusunda sosyo-politik konular ekonomik konularla çatışmalıdır. Meseleye tersinden bakarsak, merkezileşme ve demokrasiden uzaklaşarak otoriterleşme sosyal açıdan tasvip edilemez, fakat sıkışan durumlarda sermaye birikimi açısından gündeme gelir. Bundan dolayıdır ki, dünya kapitalizmi tedricen sıkışırken, aynı hızda yönetim sistemleri de otoriterleşmektedir.