Yerel yönetimlerde solun ilkeleri yok mu?

Yerel yönetimlerde solun ilkeleri yok mu?

07-03-2024 13:54

Şimdi kapitalist sistemde belediyeciliğin iki temel noktasını ortaya koymuş bulunuyoruz. İlki rantın ve kamu kaynaklarının paylaşıldığı mekanizma, ikincisi ise buradan halkın değil yerel burjuvazinin iktidarının yönetim mekanizması karşımıza çıkıyor. Türkiye solunun yerel yönetimlere yönelik yaklaşımı ya da eleştirisi de aslında bu iki nokta üzerinden belirlenmek durumunda.  

Ali Ateş

 Yerel seçimlere yönelik solun ilkelerinin silik kaldığı bir seçim sürecinden geçiyoruz. Bu siliklik, doğal olarak solu da yerel seçimlerde düzen siyasetinin bir parçası haline getiren bir tehlike barındırıyor. Daha özenli bir tercih kullanacaksak eğer, sosyalist solun da “yerel demokrasi oyunu”nun bir bileşeni haline geldiği bir görüntü ortaya çıkıyor.

Yerel yönetimler konusu elbette doğrudan belediye seçimlerine indirgenemez. Yerel yönetim dendiğinde daha geniş bir çerçevenin ele alınması gerektiğini hatırlatarak yazımıza başlamak isteriz. Ancak bu yazıda ya da ülkemizde yerel yönetim dendiğinde akla gelen sadece belediye yönetimleri ya da belediye seçimleri olmaktadır. Hem belediye başkanlığı hem de belediye meclisleri seçimleriyle birlikte yerel yönetimler ele alınmaktadır.

Aslında yerel yönetimlere yaklaşırken, mesele “merkezden değil yerelden yönetim” anlayışının ya da bir “yerel demokrasi” ufkunun belirleyici olmadığını hepimiz biliyoruz. Yerel yönetimler, kapitalist sistemde belli bir erki ve finans gücünü ifade ettiği için yerel yönetim seçimleri ülkemizde demokrasi ufkundan çok böylesi bir çıkar zeminine dayanmaktadır.

Öncelikle yerel yönetimleri net olarak tarif ederek işe başlamamız gerekiyor. Yerel yönetimler bugün sermayenin egemen olduğu kapitalist bir düzende, düzen açısından sermayenin yeniden paylaşım mekanizmasına tekabül ediyor. Sermayenin egemenliğine karşı bir alan yaratılamaz mı sorusuna birazdan geleceğiz. Ancak kapitalist sistemde hele hele ülkemizde yerel yönetimlerin asli zeminini rant ve kamu kaynaklarının paylaşımından başka bir şey değildir. Örneğin rüşvet, sermayenin elde ettiği karın sermaye düzeninin bir parçası olan bürokrasinin kendi payını alması olarak görmek kimse için şaşırtıcı olmamalıdır. Bu açıdan rüşvet, kapitalist sistemin bir anomalisi değil tersinden nesnel bir zemine sahip bir olgu olarak kapitalist sistemin çürümüşlüğünün en doğal halidir. İşte bunun gibi rantın paylaşımı da yerel burjuvaziyle birlikte yerel yönetimler eliyle yapılıyor, kamusal kaynaklar yine aynı şekilde yerel yönetimler eliyle yerel burjuvaziye aktarılıyor.

Belediye ya da yerel yönetimlerin kapitalist sistemde asli misyonunu ya da niteliğini ortaya koyduktan sonra kapitalist sistemde sosyalist ya da komünist bir belediyeciliğin olamayacağının altını kalınca çizmek gerekir. Son dönemde sosyalist belediyecilik, komünist belediyecilik tanımları sıkça yapılır hale geldi. Hatta daha ilerisine giderek AKP belediyeciliği, Milli Görüş belediyeciliği gibi tanımlara benzer şekilde. Ne yazık ki bu moda solu da etkilemiş durumda. Eskiden sosyal demokrat belediyecilik kavramı bizleri rahatsız etmezdi çünkü sosyal-demokrasinin kapitalist sistem içinde bir siyasal hattı temsil ettiği sosyalistler açısından netti. Ancak bugün sosyalist-komünist belediyecilik gibi kavramları birisini TİP ve diğerini TKP ifade ediyor noktasına gelmesi, ülkemizde solun düzen siyasetinin etki alanına fazlasıyla girdiğinin bir başka örneğini oluşturuyor.

Şimdi kapitalist sistemde belediyeciliğin iki temel noktasını ortaya koymuş bulunuyoruz. İlki rantın ve kamu kaynaklarının paylaşıldığı mekanizma, ikincisi ise buradan halkın değil yerel burjuvazinin iktidarının yönetim mekanizması karşımıza çıkıyor. Türkiye solunun yerel yönetimlere yönelik yaklaşımı ya da eleştirisi de aslında bu iki nokta üzerinden belirlenmek durumunda.

Sosyalistlerin yerel seçimlerde siyasetinin belirleyen programatik ve ideolojik ilkelerin başında halkın devlet yönetimine katılımı sorunu gelecektir. Bu anlamıyla yerel yönetimler söz konusu olduğunda sosyalistlerin temel ilkesi yerel yönetimlerde halkın söz sahibi olmasıdır. Bunun yolu yine rant, ihale ve siyasi nüfuz elde etmek için kullanılan belediye meclislerinde bulunmaktan geçmiyor. Burayı biraz daha açmakta fayda var. Yine son dönemde belediye meclislerine üye sokmak, bazı sosyalist kesimler için bekçilik göreviyle tanımlanıyor. “Solcular belediye meclislerine girerse rant ve ihalelere bekçilik yapar, gözcülük yapar” şeklinde bir yaklaşımla belediye meclisi seçimlerinde oy isteniyor. Ancak sosyalistler öncelikle yerelliğin bütün noktalarında ya da basamaklarından halkın örgütlü gücünü oluşturmayı ister siyasi ister hedef olarak başa yazmaları işin ilk noktası olmasıdır. Solun yerel seçimlere yaklaşırken ilkelerinin başında bu gelmelidir.

İkinci olarak ise sosyalistlerin ilkelerinin başında gelen nokta kamucu yaklaşımdır. Kamu kaynaklarının doğrudan burjuvaziye dağıtıldığı işleviyle tanımlanan yerel yönetimlerde sosyalistlerin ilk yapacağı şey işte bu hortumu kesmektir. Kamusal hizmetlerin kamu eliyle yürütülmesi başa yazılarak, ihale yerine doğrudan belediyelerin kamusal hizmetleri üstleneceği bir kamu kurumuna yeniden dönüştürülmesi sosyalistlerin politik tutumlarının bir başka noktasıdır. Aç gözlü sermayenin ihale ve rüşvet çarkının sonlandırılması işte halkın örgütlü gücü ile kamucu-toplumcu bir yaklaşımla mümkündür.

Son olarak, peki yerel yönetimlerde sosyalistler kapitalist sistemde gedikler açamazlar mı? İşte bu ilkelerin yaşama geçirilmesiyle açılabileceğini söylemek yazının ana fikri olmalıdır. Terzi Fikri’nin “çamurlu yol kalmayacak” diye halkın örgütlü gücünü harekete geçirmesi ya da Dikili’de suyun ücretsiz sunulması iki örnek olarak ne demek istediğimizi göstermektedir.

Son bir uyarı ile yazımızı bitirme zamanı: Toplumcu-kamucu bir anlayışı sosyal yardımcılıkla eşitlemeyelim. Sosyal yardımlarla rant ve talan düzeninin nasıl gizlenebildiği son 25 yıldır karşımızda değil mi?