“Tarih öncesinde yaşamak demezler de ne derler buna?”

Patronlardan vergi alınmayan, bütün yükün artık sadece hayatta kalmaya çalışan emekçilerin omuzlarına yüklendiği, “yukarıdakilerin” zenginlik içinde azgın bir yaşam sürerken, emekçilerin büyük bir hızla yoksullaştırıldığı koşulların dinci gericilikle meşrulaştırıldığı bir tablo.

Karşı devrim süreci artık tamamen canımızı, evimizi, sokağımızı, hedef almışken, ağzımızdaki bir lokmaya göz dikilmişken, nefes dahi almamız patronların ve onların siyasi temsilcilerince neredeyse gasp edilmişken, doğamız, yaşam alanlarımız, kaynaklarımız talan edilmişken, hayvan katliamının yasalaştırılması bütün bunların meşrulaştırılmasına kapı açıyor. İşte bu durum, Tahsin Yücel’in Gökdelen romanını aklına düşürüyor insanın sık sık. Okuyanlar yeniden okumalı, okumayanların da mutlaka okumalı. 2006’da yazılan, 2073 Türkiye’sinde geçen romandan birkaç hatırlatma yapmak derdimizi anlatacaktır sanırım.

Gökdelen’de her şey özelleştirilmiştir. Özelleştirilmeden geriye kalan tek şey yargıdır. Roman yargının özelleştirilmesini ele alırken aslında dağı, taşı, ormanları, denizleri, madenleri, akarsuları, havaalanları, yolları, köprüleri, okulları, üniversiteleri, müzeleri, limanları, fabrikaları, hastaneleri ve hatta çöpleri bile özelleştirilmiş, karasuları ABD’li bir şirkete peşkeş çekilmiş bir Türkiye’de geçer. Büyük bir inşaat furyasını, yeni gökdelenlere yer açmak için bütün küçük binaların yıkılmasını, bahçelerin gasp edilmesini, basılacak toprak kalamayan kentleri, çürümeyi, yozlaşmayı, parçalanmayı anlatır.

Patronlar için işlerin kolaylaşması, yargının da özelleştirilmesini gerektirmektedir. Adalet anlayışının merkezi paradır. Doğa bitirilmiştir. Gökdelenlerde yaşayanların besin maddeleri seralarda üretilmektedir. Kelebekler yok olmuştur. Geriye kuşlardan karga, böceklerden karasinek kalmıştır. Hayvanlar yok edilmiştir. Evini, bahçesini, anılarını satmamak için direnen emekli öğretmen Hikmet Şirin kedilerini evinde gizlice beslemektedir.

Bir de yılkı insanları vardır. Düzenin reddettiği, işsiz, yoksul, hiçbir şeye erişimi kalmayan ve yaşamlarını sürdürmenin hiçbir yolu bırakılmayan insanlar, kitleler halinde kentlerin dışında kaynakları tükenen doğadan geriye kalan ot, kök ağaç kabuğu, solucan, çekirge, kurbağa yiyerek hayatta kalmaya çalışmaktadır. Düzenin sahipleri tarafından göz ardı edilmekte, tamamen düzenin sesi haline gelen medya tarafından yok sayılmaktadır. Yoksul ve sermayesi olmayanlar yok sayılırken, her kademesi özelleştirilmiş eğitim olanaklarına erişimleri de ortadan kalkmıştır. Ülkenin başbakanı gerici, rant sevdalısı, çıkarılan yasalar da dahil, özelleştirmelerde çevresiyle birlikte kendi komisyonunu gözeten biridir. Hükümetle ters düşen herkes, varlıklarına el konularak hapse atılmaktadır. Kısaca, Gökdelen romanı bugün ülkemizin hızla sürüklendiği toplumsal ve siyasal durumu ortaya koymaktadır.

Bugüne dönecek olursak, insanca yaşam koşullarının hızla tasfiye edildiği, kadınların sokak ortasında öldürüldüğü, katillerin elini kolunu sallayarak dolaştığı, kadınların yaşam sınırlarının annelik ve ev içiyle çizildiği, cihatçı çetelerin fink attığı, çocuk istismarları katlanarak artarken, istismarcılar ile bağlantılı oldukları tarikat cemaat uzantısı yapıların kollandığı, iş cinayetlerinin “fıtrat” adı altında meşrulaştırıldığı, çocukların açlıktan okullarda bayıldığı, eğitim-öğretimden kopartıldığı, çalışamaya zorlandığı, çalışırken öldüğü, tacizcilerin, tecavüzcülerin aklandığı, hayvan katliamlarının yasalaştırıldığı, ormanlarımızın, akarsularımızın, madenlerimizin, doğal kaynaklarımızın yerel ve uluslararası sermayeye peşkeş çekildiği bir karanlığın içindeyiz.

Depremlerde siyasi iktidarın rant hırsı nedeniyle ölen, kaybolan on binlerce insanın hesabını vermek bir yana, aklama mekanizmalarının her alanda işletildiği, geriye kalanların yaşam alanları ve haklarının gasp edildiği bir işleyiş…

Patronlardan vergi alınmayan, bütün yükün artık sadece hayatta kalmaya çalışan emekçilerin omuzlarına yüklendiği, “yukarıdakilerin” zenginlik içinde azgın bir yaşam sürerken, emekçilerin büyük bir hızla yoksullaştırıldığı koşulların dinci gericilikle meşrulaştırıldığı bir tablo.

Gökdelen’de yılkı insanlarının yaşam koşullarına atıfla “Tarih öncesinde yaşamak demezler de ne derler buna?” sorusunu bugün biz “Ortaçağ koşulları değil de nedir?” olarak da sorabiliriz.