Recep Tayyip Erdoğan, seneler önce yaptığı bir konuşmada “Ben diktatör olacağım birisi kalkacak bana diktatör diyecek. Onun vay, haline. Çünkü diktatörlüğün mizacında, karakterinde bu tür şeylere tahammülü yoktur, anında götürürler.” İfadelerini kullanmıştı. O dönemden bu döneme, “anında götürülme” sıradanlaşırken, meselenin Cumhurbaşkanı’nın şahsına kadar gelmesine dahi gerek duyulmadı.
Gerçeğe aykırı beyanlarda bulunmak, yargıyı etkilemeye teşebbüs etmek, basın açıklamasına katılmak gibi bahaneler ile her güne yeni bir operasyon ile uyanır olduk.
Bu operasyonlar, istibat rejiminin mizacında ve karakterinde var. Ancak toplumda en ufak bir karşılığı ve inandırıcılığı olmayan, AKP’nin de meşruiyet arayışında olmadığı, “dosta güven, düşmana korku” gayesinin de ötesine geçmiş bu operasyonların altında doğrudan iktidar tarafından, kendini koruma altına alma kaygısının, soğukkanlı bir görünüme rağmen telaşla yerine getirilmesi yatıyor.
AKP’nin iktidarının ilk dönemecini aynı koruma ve var olma telaşı içinde Ergenekon Operasyonları ile geçirmiş; dönemeci aldıktan sonra ileri demokrasi diyerek bu defa büyük bir soğukkanlılık ve geniş bir mutabakat ile yerleşme sürecini geride bırakmıştır. Bu iki süreçten bu zamana kadar toplumsal etki alanının doğal sınırlarına ulaşarak iktidarını koruma altına alma, en azından AKP iktidarını, onun başkanının ömrü vefa edene kadar sürdürme amacını gizlemeden yerine getirmek için ne gerekiyorsa onu yapmaktan çekinmediğini fiilen de göstermiştir. Bahsettiğimiz ve on yılı da aşan bu son süreçte AKP’nin topluma vaat ettiği şeylerin kapsamı sadece daralmakla kalmamış, neredeyse sıfırlanmıştır.
Sağlıkta, eğitimde, barınmada, ekonomide çöküşün, büyük yoksulluk ve sefaletin çözümüne dair bir söylemi olmayan, Şimşek programı ile piyasaya güven vermenin yolunu emekçilere daha fazla sefaletten geçiren, oy aldığı kesimlerin temel motivasyonunu karşıtlarının beceriksizliğinden, kökü dışarıda olmasına, din düşmanlığından teröre kadar bir algı operasyonuna dayandıran AKP’nin bulduğu destek ise toplumsal alanda daralmaktadır. Son yerel seçim sonuçları bu durumu alenileştirmiştir.
AKP’nin şimdilik kudreti bu durumu değiştirmeye yetmese de, kudretinin yettiği yerlerin olmadığını söylemek de abartı olur. Örneğin AKP’nin vekil ve belediye başkanı transferleri bu dönemde geçmişe oranla rekor seviyeye ulaşmıştır. Sandıkta halka kudreti yetmeyen AKP, halkın seçtiği temsilcileri, aynı kumaştan olmanın getirdiği rahatlıkla içine katabilmiştir. Diyebiliriz ki, birazdan yazacaklarımız arasında en rahat hareket ettiği alan da budur. Buraya kadar olan demokrasinin büyük aldatmacası iken, bundan sonrası ise istibdat sürecinin buz gibi gerçeğine işaret etmektedir. AKP’nin istibdat sürecini devam ettirmesi devletteki, yargıdaki, bürokrasideki kudretidir. Kudretinin yetmediği bu alanlardaki oluşagelen çatlağı ise deyim yerinde ise takmamaktadır. AYM’nin Can Atalay kararı bunun en net örneğidir.
AKP’nin kendini koruma altına alma gayesinin yolunun istibdat ile döşenmesinin hem bir tercih, hem bir zorunluluk hem de sonuçları itibariyle kullanışlı olduğunu belirtmek gerekir. Bunu söylemek AKP’ye büyük bir akıl atfetmek değil, AKP’nin gerici, işbirlikçi ve kapitalist bir iktidar olarak karakterinin de doğal bir sonucu olmasının vurgulanmasıdır.
İstibdat rejiminin kullanışlı olmasını biraz açmak gerekir, zira her tutuklama, her gözaltı süreci, her operasyondan sonra, topluma enjekte edilen bir “çaresizlik sendromu” baş göstermektedir.
Ana muhalefet partisi CHP’nin başkanı Özgür Özel, CHP’ye kayyum atama ihtimalini sıradan bir cümle olarak kurmakta, DEM Parti, kaderini sürece bağlamakta, yandaş olmayan basının geneli otosansür uyguladığını itiraf etmektedir.
Bu sendromun dışında kalan tek güç ise işçi sınıfı ve devrimci güçlerdir.
Gaziantep’te işçi sınıfından gelen ses, memlekete umut, patrona korku yaymıştır. İstibdadın sopası, yargı yolu ile işçi önderlerini tutuklasa da çatlak derinleşmiştir, işçi sınıfının öfkesi daha da büyüyecektir. Ülkenin dört bir yanından gelen grev ve direnişlerin ortak özelliği zamana karşı çözülmemek, çok uzun aylara da yayılsa geri adım atmamaktır. Patronların türlü oyunlarına rağmen birliklerinin bozulmamasıdır.
Patronlar demişken, bu satırlar yazıldığı sırada TUSİAD başkanı Orhan Turan ve Ömer Aras’ın Çağlayan Adliyesinde savcılık soruşturmasına alındılar. TUSİAD’ın uğradığı soruşturma ile halkın değişik bölmelerinin, basının ve devrimcilerin uğradığı soruşturma ve baskılarının özünde aynı olduğu tezlerini hukuki dayanağa ya da bir hakkın gaspına bağlayanlar yanılmaktadır. Her şeyden önce istenen ve arzu edilen sonuçlar arasında büyük bir fark vardır. Zira AKP’nin çoğu suçuna ortak olmuş bir kuruluş olan TUSİAD’dan istenen AKP’nin yine tam boy yanında olmasının görünür şekilde sağlanması iken, yani TUSİAD’ın arzu edilen şekilde konuşmasını sağlamak iken, işçilerin, sıradan yurttaşın, devrimcilerin, solcuların, gazetecilerin ise susmasını sağlamaktır.
“Çaresizlik sendromunun” işlemediği yerleri güçlendirme zamanıdır.
Cumhurbaşkanı adaylığı tartışmaları yapılırken, yeni bir cumhuriyet mücadelesini yükseltmek, gericiliğe karşı laiklikten vazgeçmemek, sınıfa karşı sınıf mücadelesinden şaşmamak, hem istibdadın hem de çaresizliği kabul edenlerin panzehridir.
Bir döner restoran zinciri üzerinden FETÖ’ye finansman sağladığı iddiasıylsaaralarında kamu personelinin de bulunduğu 353 şüphelinin…
Avukat Hareketi, 23 Şubat'ta gerçekleşecek İstanbul Barosu Genel Kurulu'na katılma çağrısı yaptı.
Sağlık Bakanlığı, Diyarbakır Selahaddin Eyyubi Devlet Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji bölümünde yapılan bazı ameliyatlara ilişkin…
MHP Genel Başkanı Basın Danışmanı Yıldıray Çiçek, "Sayın Devlet Bahçeli'nin sağlığı, dostlarını sevindirecek, düşmanlarını üzecek,…
Narin Güran cinayeti davasında hazırlanan ikinci iddianamede yargılama tarihi belli oldu. 6'sı tutuklu 12 şüpheli…
İsrail ordusu Suriye’nin orta kesimindeki Humus kentine saldırı düzenledi.