Reklam
Kategoriler: Köşe Yazıları

Cumhuriyet Nedir? Yeni “sol komünist hastalık” ve Marksist yöntem

Reklam

Şimdi bu başlık da nerden çıktı? Diye sorulabilir elbette.

Bir film izledik de oradan. Sunset Boulevard (Günbatımı Bulvarı, 1950), Billy Wilder’ın yönettiği Amerikan sinemasının klasiklerinden biridir. Film, eski sessiz film yıldızı Norma Desmond’un geçmişteki şöhretine saplanıp kalışını ve genç senarist Joe Gillis ile kurduğu karmaşık ilişkiyi konu alır. Hollywood’un acımasızlığı, şöhretin geçiciliği ve hayal kırıklıkları temalarını işlerken, bir kara film estetiği ve ironik bir anlatımla unutulmaz bir trajedi sunar.

Sunset Boulevard, geçmişe saplanmış bir yıldız ile genç bir senaristin trajik ilişkisini anlatırken, tıpkı Cumhuriyet kavramının tarihsel süreçlerden koparılarak bireysel veya ideolojik fantezilerle özneleştirilmesi gibi, gerçekliği bulanıklaştıran anlatıları gözler önüne serer. Film, şöhretin ve hayalin yanılsamalarını gösterdiği gibi, tarihsel olguların ve kavramların bağlamından koparıldığında ne kadar çarpıtılabileceğini de hatırlatır.

Sanırız sosyalist hareketin bir bölmesinde yeni bir tür “sol komünist hastalık” salgını var.

Bu “yeni sol komünist hastalığın” belirtileri Cumhuriyet kavramının tarihsel ve sınıfsal süreçlerden koparılarak tarihsizleştirilmesi, ardından özneleştirilerek sanki bağımsız bir failmiş gibi sunulmasıyla başlar. Buna eşlik eden fetişizm, Cumhuriyeti ya kutsallaştırır ya da şeytanlaştırır; böylece kavram, somut bağlamından koparılmış bir ideolojik fantezi nesnesine dönüşür. Sınıf mücadelesinin göz ardı edilmesi, Cumhuriyetin hangi toplumsal dinamikler ve hangi sınıflar eliyle şekillendiğinin unutulmasına yol açar. İndirgemecilik, meseleyi kişisel deneyimlere ve öznel algılara hapseder; “Cumhuriyet bana ne verdi?” türünden sorularla yapısal çözümleme dışarıda bırakılır. Son aşamada Cumhuriyet failleştirilir, ” (‘fail’ bakın sol liberal akademik dil kullanıyor burada) yani bütün tarihsel gelişmelerin sorumlusuymuş gibi gösterilir. Böylece Cumhuriyet, tarihsel materyalist yöntemden koparılarak bulanık, öznel ve yanıltıcı bir anlatıya teslim edilir.
Tüm bunların bizde bıkkınlık ve artık kusma nöbetlerine yol açtığını itiraf etmeliyiz.

Cumhuriyet, sizin askerlik arkadaşınız, altın günlerinizdeki ya da parti birimlerinizde çocuk doğurma hikâyelerinizi paylaştığınız, 1923 doğumlu olup sürekli alay ettiğiniz büyük büyük dedeniz ya da meyhanede içki içip muhabbet ettiğiniz, arkadaşınız değildir.

O ne günlük yaşamınızın sıradan anlarının, ne kahkahaların öfkelerin birikimidir, ne de sizin hatırladığınız hikâyelerin toplamıdır; Cumhuriyet, kendi başına bir tarihsel formdur, sınıfların ve toplumsal mücadelelerin ürünüdür.

Sadede ve ciddiyete gelelim.

Galiba şu aşağıdaki sıralamaya kimsenin itirazı yoktur; itirazı olanlar var ise bu yazıyı okumamalı değerli zamanlarını boş yere tüketmemelidir.
Eğer hatırlama korkusu bazıları için travmatik veya rahatsız edici değilse, gelin 1789 Fransız Devrimi, 1871 Paris Komünü, 1905 Rus Devrimi, 1908 Devrimi, 1917 Ekim Devrimi ve 1923 Türkiye Devrimi’ni hatırlayalım.

Sizce bu diyalektik süreçler, sınıf mücadelelerinin kaçınılmaz yansımaları değil mi?

Okura sıkıcı gelse de yeniden bir tarihsel hatırlatma yapmak zorunda kalmak yazan için çok üzücüdür…

Yazı devam etmek zorunda ama…

1789 Fransız İhtilali, modern cumhuriyet fikrinin temel taşlarından biridir. Burjuvazi ve halk kesimlerinin feodal monarşiye karşı mücadelesi, “halk egemenliği” ilkesine dayalı bir cumhuriyet doğurdu. Marx’ın analizine göre ise, bu cumhuriyet burjuva sınıfının çıkarlarını pekiştiren bir devlet biçimiydi; işçi sınıfı ve köylülüğün talepleri büyük ölçüde karşılanmadı.

1848 Devrimlerini atlayalım… Çok yer tutar.

1789 Fransız İhtilali eşitlik-özgürlük-kardeşlik idealiyle insanlığın tarihsel ufkunu genişletti. 19. yüzyılın sonlarında sosyalistler, bu devrimin mirasını cumhuriyetçilerle iş birliği yaparak ama onlardan farklı bir anlayışla ele aldılar.

Cumhuriyetin sosyalizmin ön koşulu olduğunu gördüler; 1789’u ilelebet bir düzen değil, mantığı gereği aşılması gereken bir hareket saydılar. Bu anlayış, insanlığın kurtuluşu için doğrusal bir tarih tasavvuruna dayanıyordu: önce 1789’un değerleri yaygınlaşacak, ardından sosyalist bir devrimle bu değerler gerçekleşecekti.
Ancak 1917 Bolşevik Devrimi, bu çizgiyi kırıp tarihte destansı bir dönüm noktası oluşturarak siyasal ve toplumsal yapıları kökten dönüştürdü, sosyal ilişkileri yeniden şekillendirerek tarihe yeni bir yön verdi.

Yirminci yüzyılın en önemli devrimi olarak görülen bu olay, yalnızca Rusya’da Romanov hanedanını devirmekle kalmadı, Osmanlı İmparatorluğu dâhil tüm dünyayı etkiledi. Romanovların çöküşünden kısa süre sonra, Osmanlı Hanedanı da benzer bir akıbete uğradı. Bolşevik Devrimi, Fransız Devrimi’nin belirsiz bir geleceğin modeli olma niteliğini değiştirdi ve Ekim 1917, tarihsel bir gerçeklik olarak yeni bir başlangıç noktası haline geldi.

Rus İmparatorluğu, Osmanlı Devleti’yle geçmişte sıkça çatışmış ve genellikle üstün gelmişti. Ancak 1905 ve 1917 isyanları, Rus mutlakiyetçiliğini derinden sarstı. 1905 isyanı, Rus-Japon Savaşı’ndaki yenilgi ve sosyal eşitsizliklerden kaynaklanırken, Osmanlı’daki 1908 Genç Türk Devrimi’yle ideolojik olarak bağlantılıydı. Her iki hareket, mutlakiyetçi rejimleri anayasal monarşilere dönüştürme amacı taşıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda her iki imparatorluk da yenilgiye uğradı: Rusya savaşın kaybedenleri arasında yer alırken, Osmanlı kazananlar tarafından işgal edildi. Savaş sonrası her iki imparatorluk da yabancı işgallere karşı mücadele verdi. Bolşevikler, 1917-1921 arasında Sovyet topraklarını kontrol altına alarak Ekim Devrimi’ni meşrulaştırdı ve Sovyetler Birliği’ni kurdu. Aynı dönemde (1919-1922), Mustafa Kemal Atatürk, askeri ve diplomatik stratejilerle Kurtuluş Savaşı’nı yöneterek Osmanlı’yı modern bir ulus-devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüştürdü.
Bu iki devrimci hareketin yolu yalnızca askeri değil, “ideolojik” alanda da kesişti. Ancak Bolşevik Devrimi, Rusya’yı Sovyetler Birliği’ne sosyalizme taşırken, Mustafa Kemal’in hareketi Osmanlı’yı ulusal bir devlete evirdi. 1905 Rus Devrimi, işçi ve köylü isyanlarıyla burjuva reformlarını birleştirse de elitlerin kontrolüyle sınırlı kaldı.

1908 Jön Türk Devrimi, bürokratik elitler ve burjuvazinin modernleşme çabasıydı, ancak halk kitlelerini kapsamadı. 1917 Ekim Devrimi, işçi sınıfı ve köylülüğün sosyalist cumhuriyet hedefiyle radikal bir dönüşüm yarattı, fakat merkeziyetçilikle yozlaştı. 1923 ise, ulus-devlet inşasıyla elit odaklı modernleşmeyi tamamladı, ancak işçi ve köylü sınıfları ikincil kaldı.

Bu devrimler, biri sosyalist, diğeri antiemperyalist ulus-devlet yönleriyle modern devletlerin temellerini attı. Ancak tarihsel anlatılar, sınıfsal gerçekliği çarpıtabilir; ya aşırı basitleştirir ya da gereksiz yere karmaşıklaştırır. Gerçek bir değerlendirme, her devrimi kendi tarihsel bağlamı ve sınıfsal yapısıyla birlikte ele almayı gerektirir. Marksist-Leninist bakış açısına göre cumhuriyet, bağımsız bir özne değil, tarih boyunca sınıf mücadelelerinin bir ürünüdür. Yeni “sol komünist” yaklaşımlar, “Cumhuriyet ne yaptı?” ya da “Cumhuriyetten ne fayda gördüm?” gibi sorular sorarak asıl meseleyi, yani “Hangi sınıflar, Cumhuriyet altında ne yaptı?” sorusunu gölgede bırakır.

Marksist-Leninist yöntem, Cumhuriyeti soyut bir sembol ya da bağımsız bir aktör (özne) olarak değil, sınıfsal çatışmaların veya “uzlaşmaların” ve toplumsal dinamiklerin bir ürünü olarak değerlendirir. Özellikle, Cumhuriyet kavramının tarihsel ve diyalektik süreçlerdeki rolü, sınıf mücadeleleriyle ilişkilendirildiğinde, onun kendi başına bir özne olmaktan ziyade, tarihsel koşulların ve bu mücadelelerin bir sonucu veya aracı olduğu açıkça ortaya çıkar. 1789’da burjuva demokrasisi, 1917’de sosyalist devlet, 1908’de meşrutiyetçi modernleşme ve 1923’te ulus-devletin kuruluşu, Cumhuriyetin farklı biçimlerini yansıtır. Solun bu süreçleri doğru kavraması, Cumhuriyetin hangi sınıfların çıkarlarını temsil ettiğini ve tarihsel bağlamını sorgulamasıyla mümkündür. Bu yaklaşım, “sol komünist hastalık” ya da “Cumhuriyetten ne fayda gördüm?” gibi indirgemeci tuzaklardan kurtulmanın tek yoludur.

Bu arada Sunset Boulevard filmini izlemeyi unutmayın…

Reklam

Önceki Haberler

AKP’de istifa dalgası: Son 48 saatte yedi il başkanı istifa etti

AKP'de Elazığ, Muğla, Adıyaman, Niğde ve Çanakkale il başkanlarının istifalarının ardından yeni gelişmeler yaşandı, Bitlis…

20 Eylül 2025 10:41

Ruhi Su: Bu toprakların sesi

1951 TKP tevkifatında içeri alınan ve uzun süre hapis yatan bir TKP’lidir Ruhi Su. Sansaryan…

20 Eylül 2025 10:33

Sorunlu gençler endüstrisi

Ailelerinin , okul yönetimi  tarafından ikna edilip gece yarısı, zorla, kelepçelenerek evlerinden götürülmelerini hatırlıyor tümü…

20 Eylül 2025 10:14

CHP’li Yavuzyılmaz: Hazine, Zafer Havalimanı’ndan uçmayan yolcular için 220 milyon lira ödeyecek

CHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, yılın ilk sekiz ayında Zafer Havalimanı’nda garanti edilen 878…

19 Eylül 2025 17:02

TKH: Bu rejim onların, bu memleket bizim!

Türkiye Komünist Hareketi (TKH) yaptığı açıklamada "Ali Erbaş, bugün Diyanet’ten gitmiş olabilir. Ama temsil ettiği…

19 Eylül 2025 16:34

YSK, CHP’nin 22’nci Olağanüstü Kurultayı’nın iptali talebini reddetti

Yüksek Seçim Kurulu, CHP'nin 21 Eylül'de yapacağı 22'nci Olağanüstü Kurultayı'nın iptali için yapılan başvuruyu reddetti.

19 Eylül 2025 16:16
Reklam