Reklam
Kategoriler: Köşe Yazıları

Diyanet İşleri Başkanı yılbaşı uyarısına neden gerek duydu?

Reklam

Fatma Zafer

Yılbaşı ve Noel kutlamalarını birbirine karıştırmamız söz konusu olamaz.İlkinin Hıristiyan diniyle ilgisi olmadığını dünya alem bilir. Ancak Diyanet İşleri Başkanımız, yılbaşı hutbesinde halkımıza bu konuda neden uyarı yapma gereği duydu? Doğrusu sıradan bir vatandaş olarak merakımı mucip oldu. Aşırı alkol tüketme, uyuşturucu, yasaklı madde kullanımı, kumar, şans oyunları israf gibi alışkanlıklar, tüm dini liderlerin her zaman için uyarılar listesinde yer alabilir, ama bu uyarının neden ille de yılbaşında yapıldığı sorusu üzerinde düşünmeye değer. (Yoksa bu konuda bir talep mi vardı?)

İnternette, Diyanet İşleri Başkanlığı son derece ayrıntılı bilgilerle tanıtılıyor. Yurt içi faaliyetlerinin yanı sıra yurt dışı faaliyetlerinin de ihmal edilmediğine dikkat çekiliyor. Halkla iletişim Diyanet radyo, Diyanet TV ile sağlanıyor. İdari bölümde, Hukuk Müşavirliği yer alıyor. Anayasamızın Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile ilgili 136. maddesine göre başkanın görevlerini, laiklik ilkesine uygun olarak yerine getirmekle mükellef olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla hutbede ayrımcılık ve siyasi söylem anlamına gelebilecek sözler göze batıyor. Üstelik hitap biçiminde sözün etki gücünü artıran abartıya kaçmak hangi saikle yapılıyor? Hiç şüphesiz başkanı cesaretlendiren de laik devletin sağladığı olanaklardır. Anayasada inanç özgürlüğü bir haktır.

Ancak hutbede yılbaşı kutlamasının toptan reddedilişi, fanatik dincilerin ekmeğine tereyağ sürmeye yarar. Dünyanın barışa en çok ihtiyaç duyduğu bir zaman dilimindeyiz, diyoruz ; buna karşılık toplumun hemen her kesiminde karşı tarafa saldırmak neredeyse olağan bir davranış haline geldi. Karşıtlıklarla belirlenmiş bir toplumda da barış çağrıları etkili olabilir mi?

Hem insan yaşamında yalnızca dinin mi yeri var ? Çalışıp didinip sonrasında dinlenmek, eğlenmek insanın hakkı değil mi? Halkın sosyal hayatında eğlencenin de yeri vardır. Tersi, motivasyon düşüklüğüne yol açar. Ama dar gelirli, sosyal hayattan dışlanıyor. Giderek insani özelliklerimizi yitiriyoruz. Öyle ki, hayat pahalılığı yüzünden eş, dost, aile, akraba bağlarımız zayıflıyor, dayanışma alışkanlığımız köreliyor.

Ben de Noel’i değil ama yeni yılı mandalina ile kutlayanlardan biri olarak ayrımcılıktan uzak, hayatı kuşatan bir din hizmeti beklerdim DİB’den. Ayrıca gönül isterdi ki hutbede din, dil, mezhep, cinsiyet v.b farklılıklar gözetilmeksizin yok pahasına çalıştırılan işçi- emekçiler unutulmasın. Asgari ücretli ve emekli , eğer yaşlıysa ve ikinci bir işi yoksa aldığı aylıkla geçinemez oldu. Dul ve yetim aylıkları aynı şekilde, başka geliri olmayanlar için geçim çok zorlaştı. Bu durumda hayata tutunabilmek kolay mı?

Din adamlarının, halkın öncelikli ihtiyaçlarının karşılanmasına açık olmaları gerekir, diye biliriz. Beslenme, barınma, sağlık gibi temel ihtiyaçlar, asgari düzeyde bile karşılanmıyorsa? Doktorlar, bedensel rahatsızlıkların tetiklediği stresin, üzüntünün, çeşitli hastalıklara, örneğin kansere davetiye çıkarabileceğine dikkat çekiyorlarsa? Çoluk çocuk çok çeşitli sorunlarla boğuşmak zorunda bırakılıyorsa? Gıda terörü, gıda fiyatlarındaki fahiş artış ? Kısacası ortalık geniş kitleler için güllük gülistanlık değilse? İçinde bulunduğumuz durumun vahameti göz ardı edilemez.

Açlık, yoksulluk, gelecek kaygısı ağır bastığında insanların hayatta kalmayı sağlayan temel içgüdülerine teslimiyetleri kaçınılmaz oluyor. Düşünme yetisi durağanlaşırken duygular uyuşabiliyor. “Açlık sofuluğu bozdurur” dememiş mi büyüklerimiz ? Bir vatandaşımız öfkesini “sanki açlık grevindeyiz” diye dile getirirken bir başkası “Allah açlıkla terbiye etmesin” diyor sabırla.

Unutmayalım, sürdürülen sıradan kapitalizm değil, şeddelisi !

Kârdan başka amacı olmadığından gösterişçi tüketimi pompalayarak bireyi, satın aldığı materyalin yararından önce, medya aracılığıyla, toplumdaki prestijini artırmaya yönlendirdi ve bunu zenginlerin dünyasından siyasete, dini çevrelere, halka kadar yaygınlaştırdı. Sonuçta bunun cemresini çekmek, bizim gibi kalkınmakta olan ülkelerin halklarına düştü. Hutbede buna dair bir eleştiriye de rastlamadık.

Yokluğunu hissettiğimiz bir başka eleştiri: Hak gaspına uğramak vaka-i adiyeden sayılmaya başladı. Geçmişte sendikalı olma, grev gibi demokratik haklar, ne ağır bedeller ödenerek elde edilmişti. Yüksek teknolojinin iletişimi kolaylaştırmasına karşın emeğiyle geçinenlerin ve kadınların şiddete karşı mücadelelerinin önü kesilmeye çalışılıyor.

Hak arama bilinci gelişmemiş ülkelerin halklarının başlarının neden dertten kurtulamadığını doğru değerlendirmek gerekiyor.

Ehemmi mühimme tercih etmemek, halkın sorunlarına bigâne kalmak ; bir toplumun eğitim, sağlık, hukuk, siyaset ve dahi din sorumlularını, yetkilerini etkisiz kılmaya mahkum eder.

Bu haber en son değiştirildi 8 Ocak 2025 17:14 17:14

Reklam

Önceki Haberler

Ülkücüler birbirine girdi

Ülkü Ocakları tarafından tehdit edilen İYİ Parti lideri Dervişoğlu, "Üzerinden tam 16 saat geçti. Meclis'te…

9 Ocak 2025 20:03

Çad’da Başkanlık Sarayı’na silahlı saldırı: 19 ölü

Çad'ın başkenti Encemine’deki Başkanlık Sarayı'na düzenlenen silahlı saldırıda 18'i saldırgan olmak üzere 19 kişinin öldüğü…

9 Ocak 2025 18:29

Meksika’dan Trump’a yanıt: Kuzey Amerika’ya Meksika Amerika’sı diyelim

Meksika Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum, Trump'ın Meksika Körfezi'nin adını "Amerika Körfezi" olarak değiştirme fikrine mizahi…

9 Ocak 2025 17:19

Ankara’da Erdoğan-Bahçeli zirvesi başladı

Siyasette 'yeni süreç' ile ilgili gelişmeler devam ediyor. DEM Parti heyeti, TBMM'de siyasi partilerle yaptığı…

9 Ocak 2025 16:57

TEDAŞ, depremzede öğretmenlerden elektrik borcunu talep etti

Hatay’ın Defne ilçesinde TEDAŞ, çoğunlukla depremzede öğretmenlerden oluşan Şehit Öğretmen Necmettin Yılmaz konteyner Kenti’nde kalan…

9 Ocak 2025 16:45

İmamoğlu kendisini protesto eden yurttaşla alay etti

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu İstanbul Adalar'da kendisini "Azmanbüs istemiyoruz" diyerek protesto edenlere "Abi sesin çok…

9 Ocak 2025 16:15
Reklam