Trump ne istiyor?
ABD, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın önemli ülkelerini öylesine kendisine bağlamış durumda ki, egemen ülkelerin tepkileri birtakım basın açıklamaları, kınamalar veya birtakım ticari hamlelerden öteye geçemiyor ve şu an için de pek geçeceğe benzemiyor. Bu ülkeler ve sermaye sınıflarının belirli kesimleri açısından ABD hegemonyası devam etmesi gereken bir durum olduğundan, kimse bunun aksine dair güçlü bir duruş sergileyemiyor.
Behiç Oktay
Geçtiğimiz Kasım ayında ABD Başkanı seçilen ve 20 Ocak’ta resmen 47. ABD Başkanı olarak göreve başlayacak olan Donald Trump, henüz görevinin başına geçmemişken başkanlığının yeni dönemi hakkında ipuçlarını vermeye başladı.
2 seçimdir Amerika’yı Yeniden Güçlü Yap (Make America Great Again) sloganını kullanan Trump, gerçekten dediğini yapmaya soyunmuş görünüyor. Bu slogandan da anlaşılacağı üzere Amerika’nın yeniden güçlü olabilmesi için şu an eski gücünde olmadığını kabul eden ve buna göre hamleler yapacağını ifade eden Trump, şimdilik komşularına göz koymuş olsa da dünyanın geri kalanı için de önemli bir tehdit oluşturuyor.
Peki Trump yani ABD yeni döneminde ne istiyor?
DOĞAL KAYNAKLAR MI?
ABD için petrol, doğalgaz gibi halihazırda kullanılan kaynakların yanı sıra özellikle batarya üretiminde kullanılan madenlere erişim konusu da önemli hale gelmiş durumda. Yeşil enerji, temiz enerji ve benzeri isimlerle adlandırılan sermaye sınıfı projeleri, otomobil üreticileri açısından artık petrolden ziyade elektrikli araçların bataryaları için gereken yeraltı kaynaklarını gün geçtikçe daha da önemli hale getiriyor. Bu durum da bu yeraltı kaynaklarına sahip olan ülkeleri emperyalizmin hedef tahtasına oturtuyor.
Trump’ın Tesla’nın sahibi Elon Musk ile seçim döneminden bu yana oldukça yakınlaşması, dış politikadaki bazı tercihlerinde de doğrudan etkisi olduğu görünüyor. Öyle ki Elon Musk daha önce batarya için kilit önemde olan lityum kaynaklarının açığa çıktığı Bolivya’da Evo Morales’e yönelik darbe girişimini doğrudan destekleyen açıklamalarda bulunmuştu. Morales ise darbe girişiminin doğrudan Bolivya’da bulunan lityum yatakları ile ilgisi olduğunu ifade etmişti.
Emperyalizmin yeni yeraltı kaynakları arayışı artarak devam ediyor. Trump geçtiğimiz haftalarda yaptığı paylaşımda, “Ulusal güvenlik ve dünya genelinde özgürlük için ABD, Grönland’ın mülkiyeti ve kontrolünün mutlak bir zorunluluk olduğunu düşünüyor” demişti. Danimarka Krallığı’na bağlı olan Grönland, 1979’da Danimarka’dan özerkliğini elde etmişti. ABD’nin eski başkanı Harry Truman, 1946’da zengin yeraltı kaynaklarına sahip Grönland’ı satın almak için Danimarka’ya 100 milyon dolarlık altın teklif etmişti. Grönland petrol ve doğalgazın yanı sıra lityum, çinko, titanyum, altın, elmas, nikel vb. çok sayıda kıymetli madeni barındırıyor.
Trump’ın göz koyduğu bir diğer ülke ise Kanada. Kanada da Grönland’e benzer şekilde önemli yeraltı kaynaklarına sahiptir. Ancak Kanada’nın sahip olduğu bir diğer önemli kaynak ise temiz ve bol su kaynaklarıdır. Bu açıdan Kanada, doğal kaynaklarıyla da Trump’ın dikkatini çekmiş görünüyor.
GÜVENLİK KAYGILARI MI?
Bir diğer görüş, Trump’ın bu hamlelerinin askeri güvenlik kaygıları nedeniyle yaptığı. Son yıllarda ABD açısından artan Rusya ve Çin tehditlerinin Kuzey Buz Denizi’ne kayma eğilimi taşıması, ABD’nin Soğuk Savaş’tan kalma paranoyalarını harekete geçirdi.
ABD’nin Kanada ve Grönland üzerinde zaten hatırı sayılır bir askeri etkisi olduğunu söylemek mümkün. Kanada da, Grönland’ın bağlı olduğu Danimarka da NATO üyesi iki ülkedir. Ayrıca ABD’nin, Grönland’de 2. Dünya Savaşı sonrasından kalma büyük bir askeri üssü de bulunuyor.
Bu açıdan ABD’nin Kuzey Buz Denizi’nde bir askeri güvenlik sorunu yaşaması pek olası görünmüyor. Şu anda Kuzey Buz Denizi’ne kıyısı olan ABD, Kanada, Grönland, İzlanda ve Norveç NATO üyesi. Kuzey Buz Denizi’ne kıyısı olan tek NATO üyesi olmayan ülke ise Rusya’dır.
TİCARET YOLLARI MI?
Trump açısından ticaretin önemi biliniyor. Belki de Trump’ın ilk döneminde en çok kullanılan ifadelerden birisi ‘ticaret savaşları’ydı. Bu dönemde de ticaret konusunun Trump’ın ana gündemlerinden biri olacağını söyleyebiliriz.
Kanada, Grönland ve Panama’nın ABD eyaleti olmaları, ABD’yi ticari açıdan rahatlatacak hamlelerdir. Örneğin, ABD ile Kanada arasındaki ticaret, Dünyanın en hacimlilerinden biridir. Bunun yanında yine Kuzey özellikle son dönemde Rusya ve Çin’in Kuzey Buz Denizi’nde hamle yapmaya başlaması, ABD’nin de gözünü buraya çevirmesine neden oldu. Ortalama hava sıcaklıklarının artmasıyla beraber Kuzey Kutbu’nda eriyen buzullar, bu bölgenin ticari gemilere açılmasının da önünü açacak bir gelişme olarak görünüyor. Bu nedenle ilerleyen yıllarda Kuzey Buz Denizi buzsuzlaştıkça ticaretin odak noktalarından biri olmaya doğru ilerliyor. Bu nedenle Kanada ve Grönland’ın önemi ABD açısından bu nedenlerden dolayı da artmış durumda.
Panama da benzer şekilde ABD’nin ticareti kontrol altında tutabilmesi açısından kritik önemde bir ülke. Trump, Panama’da Çinli askerler olduğunu iddia ederek buranın kontrolünün doğrudan ABD’nin elinde olması gerektiğini savunuyor.
TRUMP NEDEN TOPRAKLARA GÖZ KOYDU?
Trump neden ABD’nin uzun süredir izlediği darbe, şantaj, provokasyon, rüşvet vb. yöntemler yerine doğrudan bu üç ülke ABD’ye katılsın diyor?
Bunu şu an için cevaplamak güç. Ancak ABD’nin artık kendi müttefiklerine dahi güvenmemesi veya kendi müttefiklerinin ülke içi işleyişleri tam boy ABD yanlısı olsa dahi bunun ABD’ye yetmiyor veya yetmeyecek olmasıdır.
Ayrıca Kanada, Danimarka ve Panama’dan gelen tepkilere bakıldığında hepsinin gösterilmesi gerektiği için gösterilen yapmacık tepkiler olduğu ve her ülkenin tepki cümlesinden sonra ABD ile ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu vurguladığı da gözlerden kaçmadı.
Burada önemli bir soru da şu: diyelim ki Trump bir delilik yaptı ve Kanada, Grönland ve Panama’ya askerleri gönderdi ve buraları işgal etti. Kanada ABD ile mi savaşacak? Danimarka ve AB, ABD ordusunun karşısına çıkıp topraklarını savunabilecek mi?
İşte asıl önemli noktalar bunlardır. Kimse böyle bir savunmanın gerçekten olabileceğine inanmıyor. ABD, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın önemli ülkelerini öylesine kendisine bağlamış durumda ki, egemen ülkelerin tepkileri birtakım basın açıklamaları, kınamalar veya birtakım ticari hamlelerden öteye geçemiyor ve şu an için de pek geçeceğe benzemiyor. Bu ülkeler ve sermaye sınıflarının belirli kesimleri açısından ABD hegemonyası devam etmesi gereken bir durum olduğundan, kimse bunun aksine dair güçlü bir duruş sergileyemiyor. İşte bu durum da Trump’a ve ABD’ye bu sözleri sarf edebilecek cüreti veriyor. Dünya genelinde sol ve devrimci hareketler güçlenemediği müddetçe, bu tepkiyi sergileyebilecek hiçbir unsur da olmayacağa benziyor.